24-25 Eylül 2020’de yapılması planlanan ve ana gündemi olarak Türkiye-Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz gerginliğinin ele alınması beklenen Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, AB Konseyi Başkanı Michel'in karantinaya alınmasından dolayı 1 Ekim 2020’ye ertelendi. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi Yönetimi (GKRY), arkasına Fransa ve Avusturya’nın desteğini de alarak Doğu Akdeniz'deki doğalgaz sondaj faaliyetleri nedeniyle AB’den Türkiye’ye sert yaptırım uygulanmasını talep etmektedir. Uygulanması istenilen yaptırımların hedefinde gemiler ve varlıkların yanı sıra bireyler de bulunmaktadır. Lakin yaptırım kararının ancak oy birliği ile alınması mümkün olduğundan 27 AB ülkesinin onay vermesi gerekmektedir. Bir AB ülkesinin vetosu bile yaptırımların devreye girmesini engellemek için yeterlidir. (AB karar alma mekanizmasının konsensüs prensibi hakimdir).
Ertelenen bu zirvenin hazırlık çalışmaları mahiyetinde önceden bir araya gelen AB Dışişleri Bakanları adına açıklama yapan Alman Dışişleri Bakanı Maas, Yunanistan ile Türkiye'yi masaya oturmaya ikna etme kararlılığını belirterek Türkiye ile yaşanan gerginliği tırmandırmak istemedikleri belirtmiştir. Aynı zamanda Almanya Federal Hükümeti sözcüsü benzer açıklama yaparak tarafların diyalog yoluyla krizi çözmek için masaya oturacak olmasını memnuniyetle karşıladığını, bunun iki NATO ortağı arasındaki ilişkiler, tüm bölgenin istikrarı ve Avrupa-Türkiye ilişkileri açısından önemli bir adım olduğunu vurgulayarak AB ülkelerinin yaptırımına karşı etkili bir mesaj vermiştir. Türkiye'ye yaptırım kararı alınmasına sıcak bakmayan bir grup AB ülkesi ise bu mesajı almış ve öncelikle Almanya'nın diplomatik girişimlerinin vereceği sonucu bekleme eğiliminde olduklarını beyan etmiştir. Nitekim, Fransa’nın Avusturya’nın aktif desteği ile Yunanistan ve GKRY üzerinden yaptırım girişimleri şimdilik istenilen sonucu getirmeyecektir.
Halbuki Fransa’nın çağrısıyla 10 Eylül 2020’de Korsika’nın başkenti Ajaccio’da Akdeniz havzasının AB ülkeleri, GKRY, Yunanistan, İtalya, Malta, Portekiz ve İspanya hükümet ve devlet başkanlarının katılımıyla bir zirve düzenlenmişti. Bu zirvenin hedefi Türkiye aleyhinde yaptırımların yanı sıra kınama deklarasyonu yayımlanmasıydı. Lakin İspanya, İtalya ve Malta’nın devreye girmesiyle Türkiye’ye yönelik sert bir kınamanın yapılması engellendi. Dahası, yapılan açıklamada Almanya’nın Yunanistan ve Türkiye arasındaki arabuluculuk çabalarının memnuniyetle karşılandığı ifade edildi. Zirve öncesi Macron’un Türkiye’yi hedef alan suçlayıcı açıklaması ise yerini, zirve sonrası yine Macron tarafından yapıcı bir üslup ile kullandığı Doğu Akdeniz krizinin müzakere yoluyla çözülmesi gerektiği yönündeki açıklamaya bıraktı. Macron’un birbiriyle tezat oluşturan bu tutumu, ikiyüzlü politikasının bir tezahürü olmuştur.
Görünen o ki Almanya, Fransa ile Doğu Akdeniz krizinde adı konulmamış bir gölge mücadelesine girişmiş ve ilk raundu almış durumdadır. Bunda Türkiye’nin katkısı belirleyici olmuştur. Nitekim son günlerde Türkiye’nin krizin azaltılması yönünde olumlu mesaj ve yapıcı öneriler bağlamındaki hamleleri Almanya’nın Doğu Akdeniz krizinde arabulucu konumunu güçlendirmiş ve krizin tırmanmasını istemeyen AB ülkelerinin açıkça Almanya’nın safında yer almasını sağlamıştır. Son çare olarak Yunanistan tarafından Rumlara da AB’yi tehdit etme görevi verilmiştir. Nedir bu tehdit? Türkiye’ye yaptırım uygulanmazsa AB’nin Belarus için tasarladığı yaptırımların vetosu. Rumların AB’ye yönelik şantaj politikası Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimini yalnızlaştırma sürecine itmiş bulunmaktadır.
Almanya’nın Arabuluculuğu Bir Fark Yaratabilir mi?
Almanya, 1 Temmuz 2020’den itibaren AB’nin dönem başkanlığını yürütmektedir. Bu görevin sorumluluğu ile inisiyatif alarak Türkiye-Yunanistan arasında Doğu Akdeniz krizi ile ilgili arabulucu rolünü de üstlenmiş durumdadır. Almanya, kararlı bir şekilde Doğu Akdeniz krizinin diplomasi ile çözülebileceğine inandığı mesajını vermektedir. Almanya son yıllarda bölgesel krizlerde arabulucu rolüne talip olup devreye girmiştir; örneğin Ukrayna-Rusya krizi ve Libya iç savaşı. Muhtemelen Azerbaycan ve Ermenistan arasında başlayan askeri çatışmaların durdurulması konusunda da Alman diplomatların girişimleri olacaktır.
Almanya uluslararası krizlerde makul arabulucu bir ülke imajının olmasını farklı nedenlere borçludur. Bunların en başında dış ve güvenlik politikasının anti-militarist ve “çok taraflılık” (multilateralism) geleneğine sahip olması gelir. Ayrıca bölgesel savaşlarda sahada askeri angajmanı olmadığından çatışan taraflarca da kabul edilebilir konumdadır. Anti-militarist geleneği tarihsel deneyimleri ile ilişkili olduğundan askeri müdahaleyi son opsiyon olarak görmekte olan Almanya, ittifaklar bünyesinde barışa endeksli diplomatik araçlara inanmaktadır. “Çok taraflılık” ise, dış ve güvenlik politikalarında komşu ülkeleri ve üye olduğu uluslararası kurumlar ile çıkar çatışmalarına mahal vermeden güvenilir bir partner olarak iş birliği içerisinde çalışması anlamını taşımaktadır. Almanya’nın dünya kamuoyu nezdinde yumuşak güç imajını güçlendiren diğer bir dış politika aracı ise ekonomik yardım imkanlarıdır (çek defteri-diplomasisi).
Alman hükümeti başından beri Doğu Akdeniz’de istikrara ihtiyaç duyulduğunun altını çizerek iki taraf arasında doğrudan diyaloğun sağlanarak kıta sahanlığı meselesinin müzakere yoluyla mutabakata varılmasına kapı aralama hedefini gütmüştür. Bu bağlamda son haftalarda Şansölye Merkel ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında yoğun telefon diplomasisi yürütülmektedir. Her iki taraftan kamuoyuna yönelik yapılan olumlu ve yapıcı açıklamalara bakıldığında güven zemininde ilerleyen müzakerelerden bahsetmek mümkündür.
Almanya’nın AB ülkesi olarak Yunanistan ile dayanışma içerisinde olmasının gerekliliği ve aynı zamanda tarafsız ve adil arabulucu konumunun mümkün olup/olamayacağı tartışmasının gereksiz olduğu zamanla anlaşılmıştır. Nitekim Almanya, Yunanistan ile dayanışmanın gereği olarak Yunanistan’ın kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge hususunda maksimalist taleplerini kamuoyu önünde kınamazken, kapalı kapılar ardında ise eleştirmiştir. Türkiye’nin haklı olan tezlerine kamuoyu önünde destek vermezken, AB nezdinde Türkiye’ye karşı yaptırımları ise desteklememiş, hatta Fransa ile bu hususta ayrı düşmüştür. Almanya her halükarda tarafsız değildir. Almanya’nın en nihayetinde Türkiye’nin tezlerine destek vermesi de söz konusu değildir. Almanya’nın mecburen de olsa AB dayanışması çerçevesinde Yunanistan ve GKRY’nin yanında yer aldığını sürekli deklare ettiğini görmekteyiz. Diğer taraftan Almanya’nın, tarafların müzakere masasına oturulması hususunda çaba sarf ettiği de bir gerçektir. Almanya Doğu Akdeniz krizinde tarafsız değildir, lakin krizi önlemek adına çaba içindedir. Almanya’nın Doğu Akdeniz krizinde şimdiye kadar yarattığı farklılıklar; krizin tırmanışının engellenmesi, AB yaptırımlarının Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılmaması olarak belirtilebilir. Bundan sonraki süreçte de başka kilit bir AB ülkesi olan Fransa, Doğu Akdeniz krizinin seyrini etkileme girişimlerine devam edecek.
Fransa Krizi Büyütür mü?
AB dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan krizlere Almanya ile yumuşak güç ile yaklaşırken Fransa’nın siyasi-askeri hırsı ile bölgesel krizlerden beslenen bir post sömürge politikası ile ön plana çıkma gayretinde olduğu gözlenmektedir. Fransa uluslararası sistemde yaşanan bocalamayı fırsat bilip eski şaşalı dönemine geri dönüş yapma emelleriyle yeni dünya düzenini inşa sürecinde yerini alma fırsatını kollamaktadır. Brexit’den sonra AB’nin yegane nükleer gücü ve BM Daimi Güvenlik Konseyi üyesi konumu ile bu emelinin altını doldurmaya çalışıyor.
Fransa, kendisini AB’nin dış ve güvenlik politika alanında lider ülkesi konumunda gördüğü için AB’ye komşu ülke ve bölgeler politikasında AB’nin müşterek dış politika çizgisinin dışında hareket ediyor. Bunu yaparken Almanya ile ters düşmeyi göze alıyor. Fransa, adeta Almanya’ya meydan okur bir çıkışla açık bir şekilde Almanya’nın politikalarını eleştirerek uzun zamandır ikili ilişkilerde yaşanmamış kontrollü bir gerginlik stratejisi yürütmektedir. Bunlara dair bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir:
1) Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Alman-Rus ortaklığında Rus doğalgazının Avrupa’ya taşımasını öngören Kuzey Akım-2 boru hattı projesinin AB’nin çıkarlarına hizmet etmediği eleştirisi ve bu bağlamda ABD’nin projeye karşı devreye soktuğu yaptırımlarına da sessizce destek vermesi. Aynı zamanda AB’yi bypass ederek Rusya ile her alanda ikili ilişkileri genişletme girişimleri.
2) Doğu Akdeniz krizinde Yunanistan’a askeri ve siyasi destek vererek Türkiye ile masaya oturmama hususunda Yunanistan’ı cesaretlendirmesi.
3) Almanya’nın özellikle çaba sarf ettiği AB’nin Balkan açılımı çerçevesinde Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlamasını Fransa’nın veto etmesi.
4) Macron’un NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği eleştirisinin Almanya, Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri tarafından kınanması.
5) Libya iç savaşında Fransa’nın Hafter yanlı politikasının Almanya ve İtalya tarafından desteklenmemesi.
Fransa ile AB ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları kuvvetle muhtemel yönetilemez bir diplomatik gerginliğe dönüşmeyecektir. Ancak Fransa’nın Almanya’nın Doğu Akdeniz krizinde arabuluculuk inisiyatifini sabote etme potansiyeli de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Fransa’nın bu süreci baskın bir konumda domine etmesi kuvvetle muhtemeldir. Diğer taraftan Fransa’nın AB ülkelerinin nazarında gittikçe yalnızlaştığı gözden kaçmıyor.
Fransa, yeni dünyanın inşa sürecinde tasarladığı jeopolitik konseptiyle liderlik konumunu geliştirmek adına Akdeniz-Afrika-Ortadoğu üçgeninde nüfusunu artırma niyetinde. Ancak bu üç bölgede benzer hedefler peşinde koşan Türkiye’yi karşısında buluyor. Türkiye, Akdeniz-Afrika-Ortadoğu üçgeninde iddialı bir çıkış yaparak bölgesel bir güce dönüştü. Türkiye'nin bölgesel güce dönüşmesi Türk-Fransız denklemini Kuzey Afrika, Akdeniz ve Ortadoğu’da Türkiye’nin lehine çevirdi. Karşılıklı Türk-Fransız meydan okumalarına Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya’da rastlıyoruz.
Fransa’nın küresel güç olma hayallerinin gerçekleşmesine iki temel engel bulunmaktadır:
1) AB ülkeleri nazarında itibar kaybetmiş ve yalnızlaştırılmış bir ülke olması.
2) Akdeniz-Afrika-Ortadoğu jeostratejik üçgeninde hakimiyet kurmasına izin vermemeye şartlanmış bir Türkiye.
Türkiye’nin Öngörüsü ve Stratejik Hamleleri
Türkiye AB’nin Doğu Akdeniz krizinde devreye soktuğu kriz yönetimini ve karar alma mekanizmalarının işleyişini gayet iyi okuyabildiğinden Türkiye aleyhine atılan her adımdan önce karşı bir hamle ile AB üye ülkelerin en azından hatırı sayılır bir bölümünü yaptırım ve kınamalardan uzak tutmayı başardı. Türkiye Almanya’nın arabuluculuğunu dünya kamuoyunda değerli kılma adına yapıcı ve çözüm odaklı bir yaklaşımla destekledi. Fransa’nın inisiyatifi ile farklı AB ülkeleri nezdinde baskı kurma sürecini şu yapıcı tekliflerle boşa çıkardı:
- İstikşafi görüşmeler teklifi.
- BM’nin himayesinde bölgesel Doğu Akdeniz konferansı.
- Oruç Reis’in tamir-bakım için geri çekilmesi.
Türkiye bu hamleleri ile Fransa ve onunla beraber hareket eden ülkelerin elini zayıflattı. Öte yandan Almanya’nın arabuluculuk girişimlerini güçlendirdi. Lakin Almanların arabuluculuğu başarıyla nihayete ermedi. Doğu Akdeniz krizinin AB cephesinde Fransa öncülüğünde Türkiye’ye karşı atılan her adıma karşı Türkiye hamle girişiminde bulunarak pozisyonunu korudu. Görünen o ki, Türkiye ve Fransa bundan sonra Afrika, Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerinde nüfus alanı sağlamak adına karşılıklı meydan okumalara başvuracaktır. Türkiye özgün politikalarını milli çıkarları etrafında hayata geçirdikçe bölgesel bir güçten daha güçlü bir aktör haline gelecek.