Cumhuriyet tarihi boyunca farklı yöntemlerle gerçekleştirilen pek çok darbe girişimi yaşadık. Türk demokrasisi son altmış yılda kimisi albaylar cuntası kimisi postmodern darbe kimisi de e-muhtıra olarak tarihe geçen toplam dokuz askeri müdahaleye maruz kaldı. Bu darbe ve darbe teşebbüslerinin hemen hepsinde dış destek bulunduğu bugüne dek söylenegeldi. Aslında uluslararası destek iddiaları darbelerin ardından yaşanan dış politik gelişmeler göz önüne alındığında çok da yanlış sayılmaz. Ancak yaşadığımız son askeri darbe girişimi olan 15 Temmuz’da Türkiye ilk kez yurt dışından yönetilen bir terör örgütünün askeri müdahalesiyle karşı karşıya geldi. Bir başka ifadeyle artık dış destekli değil dışarıdan gelen bir darbe girişimi söz konusuydu.
15 Temmuz’u diğerlerinden ayıran farklılıklar bununla sınırlı değildir. İlk olarak bu darbe girişiminin başat aktörlerinin asker değil sivil şahıslar olduğunu söylemek gerekir. Darbeye katılan FETÖ üyesi askerler sivil örgüt yöneticilerinin ve nihayet liderleri Gülen’in talimatlarını harfiyen uyguladı. Birçok general ve subayın “sivil amirler”inin olduğu ortaya çıktı. Darbenin hazırlık sürecinde farklı adreslerde, sivil FETÖ mensuplarının liderliği ve örgütsel propaganda eşliğinde toplantılar yapıldı. Örgüt mensubu generaller bu toplantılarda darbenin askeriteknik detaylarını kararlaştırırken inisiyatif daima sivillerde kaldı. Darbe girişimi esnasında da TSK’nın en mahrem karargahları sivil terör örgütü üyelerinin emrine sunuldu.
FETÖ darbeyi askeri unsurları aracılığıyla gerçekleştirirken oluşturduğu cuntanın ismi ve darbe bildirisinin içeriği de oldukça dikkat çekiciydi. Yurtta Sulh Konseyi adı verilen askeri cunta adına yayımlanan darbe bildirisindeki Atatürk ve cumhuriyet değerleri vurgusu FETÖ’nün darbe girişimi için toplumsal taban kazanma hamlesiydi. Geçmiş askeri darbelerden farklı olarak 15 Temmuz’da amaç iktidarı devralmak ve askeri vesayeti tahkim etmek değil topyekun devleti ele geçirmekti. Bu darbe girişimi FETÖ’nün ideolojisi ve dış angajmanları doğrultusunda Türkiye’yi ele geçirme girişimiydi.
Darbe girişimi verilen 251 şehit, halkın direnişi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğiyle bastırılsa da aydınlatılmayı bekleyen pek çok karanlık nokta oluştu. 15 Temmuz’un FETÖ tarafından ordu içindeki unsurları aracılığıyla gerçekleştirildiği konusunda genel kanaat oluşsa da bunun delillendirilmesi gerekliydi.
Davanın Seyri
Darbenin aydınlatılması için 15 Temmuz’dan sonra yurt genelinde yüz binden fazla soruşturma başlatıldı. Bunların bir kısmı da davaya dönüştürüldü. Bugüne kadar darbe girişimine yönelik 289 dava açıldı. Açılan davaların yüzde doksanında nihai kararlar verildi. Bu davalardan ikisi ise darbenin arkasındaki örgütsel yapıya ışık tutmaları bakımından öne çıkıyor: Akıncı ve Genelkurmay Çatı davaları. Bugün darbe girişimine dair neredeyse bildiğimiz her şeyi özellikle bu iki davaya ve onlara temel oluşturan iddianamelere borçluyuz. Özetle ifade edecek olursak Akıncı Davası darbenin gerçek yöneticileri olan sivil FETÖ mensuplarını ve örgütün 15 Temmuz’da karargah olarak seçtiği Akıncı Üssü’nde yaşananları konu alıyor. Genelkurmay Çatı Davası da darbeyi planlayıp gerçekleştiren FETÖ’nün askeri kanadına mensup kişiler ve Genelkurmay Başkanlığında gerçekleşen eylemler üzerine yoğunlaşıyor.
Çatı Davası’na temel olan 2 bin 581 sayfalık iddianame 15 Temmuz’un ardından başlayan ve yedi ay süren bir soruşturmanın sonucunda hazırlandı. İki yıldan fazla devam eden, 224 sanığın yargılandığı, 236 oturumun yapıldığı dava aşaması ise 20 Haziran’da verilen hükümle yerel mahkeme süreci bakımından sona erdi. Bu iddianame ve dava sayesinde 15 Temmuz’a dair pek çok husus aydınlatıldı. En önemli sonuçlardan biri de darbenin askeri yöneticilerinin tespit edilmesiydi.
Adli süreçler neticesinde ortaya çıkan bilgi ve belgelere göre 15 Temmuz’un önde gelen askeri yöneticileri şöyle sıralanabilir:
• Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk
• Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık
• Genelkurmay Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç
• Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş
• Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim
• Çiğli 2. Ana Jet Üssü Komutanı Tümgeneral Kubilay Selçuk
• Genelkurmay Stratejik Dönüşüm Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli
Mahkeme heyeti hukuk devleti ilkesinin korunması, davanın meşruiyetine gölge düşmemesi ve FETÖ propagandasına argüman vermemek için sanıkların adil yargılanma haklarına ve yargılamaya ilişkin usul ilkelere azami hassasiyet gösterdi. Çoğu sanık özellikle darbenin önde gelen failleri hem ilk hem de son savunmalarında ikişer, üçer gün boyunca ifade verdi. Ancak ne yazık ki savunma haklarını hakikatin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak için değil FETÖ’nün 15 Temmuz sonrası belirlediği stratejiye destek vermek amacıyla kullandılar.
Bu tarihi yargılamaya verilen önemin göstergesi olarak büyük kısmı manipülatif ve davayla doğrudan ilgisi olmayan savunmalar büyük bir sabırla dinlendi. Mahkeme savunma hakkının daha etkin şekilde kullanılabilmesi için gerekli tedbirleri aldı. Savunmaların yansı tekniği kullanılarak yapılmasına imkan tanındı. Bazı sanıkların uzun süren celseler nedeniyle savunmalara yeterince hazırlanamama ihtimali göz önünde bulundurularak duruşmadan bağışık tutulmalarına yani oturumlara katılmamalarına izin verildi.
Savunmaların Analizi
FETÖ’cü üst düzey askerlerin savunmaları incelendiğinde sanıkların büyük bir çaba sarf ederek 15 Temmuz’a dair yeni bir hikaye kurgulamak istedikleri görülüyor. Yargılama sürecinde sanıkların birinci hedefi 15 Temmuz’un bir tiyatro olduğu şeklindeki FETÖ söylemini gerçekçi temellere oturtmak olmuştur. En az bir o kadar üzerinde durdukları konu ise 15 Temmuz’un Gülen ve örgütüyle herhangi bir ilgisinin bulunmadığıdır. Kendilerinden çok FETÖ’yü aklama çabası içinde olmaları onları küçük yaştan itibaren yetiştiren liderlerine ve örgüte duydukları ürkütücü sadakatin bir tezahürüdür.
Sanıkların büyük kısmı duruşma sırasında dayanışmacı bir anlayışla birbirleri aleyhine delil oluşturabilecek ifadeler vermekten kaçındı. 15 Temmuz’un kendilerini tuzağa düşürmek isteyen birtakım güçler tarafından planlanan bir senaryo olduğu iddiasını sıkça dillendirdiler. Fakat bu iddiaları doğrultusunda faillerin kimliğine dair herhangi bir isim ya da eşkal bilgisi paylaşamadılar. Bunun yerine “kimliği belirsiz kişiler”, “hatırlamadıkları bazı kimseler”, “maskeli silahlı askerler” gibi ifadeler kullandılar.
Dava boyunca haklarındaki kamera kayıtları, parmak izleri, darbe mesajları ve tanık beyanları gibi kuvvetli delillere dayanan suçlamaları çürütemeyen sanıklar gerçekleştirdikleri eylemleri hayatın olağan akışına uygun olmayan ifadelerle açıklamaya çalıştı. Örneğin denizci bir amiral olarak Akıncı Hava Üssü’nde bulunan Ömer Faruk Harmancık –Hulusi Akar’ın beyanına göre– Akar’ı darbeye katılması için ikna etmeye çalıştı. Ona iki yapraktan oluşan bir metin okuyarak “Komutanım siz şunu bir okuyun ve bunu imzalayıp TV’de okursanız her şey çok güzel olacak, herkesi alıyoruz, herkesi getiriyoruz” ifadelerini kullandı. Harmancık mahkemede bu suçlamaya karşılık söz konusu metni Akar’ı ikna için değil sadece onu olup bitenlerle ilgili bilgilendirmek için okuduğunu söyleyerek inanılması güç bir savunma yaptı.
Yine Hulusi Akar’ın ifadesine göre Akar’a Gülen’le görüşmesini teklif eden Akıncı Üs Komutanı Hakan Evrim de mahkemede kurgu ve inkara dayalı savunma yapan sanıklar arasındaydı. Evrim duruşmada Kemal Batmaz ile selamlaştığı görüntülerin sorulması üzerine “Ben öyle bir selam vermedim” cevabını verirken mahkeme başkanının “Darbe girişimi gecesi Akıncı Üssü’ndeki sivil sanıklardan Kemal Batmaz’a ‘Sen kimsin’ diye neden sormadın?” şeklindeki sorusuna ise “Kendisini hiç tanımıyorum” gibi gülünç sayılabilecek bir yanıt verdi. Bu cevap her ne pahasına olursa olsun suçlamaları reddetmeye dayalı savunma stratejisinin çarpıcı bir yansıması olarak kayıtlara geçti.
Sanıkların duruşma sırasındaki rahat tavırlarının öz güvenli fakat somut delilleri inkara dayalı savunmalarının arkasında iki sebep vardır: Birincisi bu davranışlarıyla Türkiye içi ve dışındaki örgüt tabanına moral kaynağı olma ve hem kendi aralarında hem de dışarıdaki örgüt mensuplarında doğması muhtemel çözülmelerin önüne geçme hedefidir. İkinci sebep de sanıkların zihinlerini esir alan Fetullahçı ideolojidir. Mesiyanik bir öğreti içinde yetişen örgüt üyesi sanıklar bu kült yapılanmanın er ya da geç kendilerini kurtaracağına inanıyor. Dolayısıyla binlerce yıl hapis cezasıyla da yargılansalar örgüte ve liderlerine duydukları derin bağlılık onların böylesi irrasyonel bir yaklaşım içine girmesine sebep oluyor.
Önümüzdeki Aşama
Genelkurmay Çatı Davası’nda 20 Haziran’da açıklanan hükümle darbenin askeri yönetici kadrosu hak ettiği cezaları aldı. Akın Öztürk, Mehmet Dişli, Mehmet Partigöç, Ömer Faruk Harmancık, Gökhan Şahin Sönmezateş, Mustafa Barış Avıalan, Hakan Evrim, Kubilay Selçuk, Muzaffer Düzenli ve Ahmet Özçetin Anayasa’yı ihlal, Cumhurbaşkanına suikast ve kasten öldürme suçlarından onlarca kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Örgütün sivil sorumlularından, darbe toplantılarına katılan ve bu toplantıların gerçekleştirildiği villada yapılan arama esnasında elde edilen bir cam şişe üzerinde sol el orta parmak izi tespit edilen sanık Birol Kurubaş da Anayasa’yı ihlal suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Toplamda ise 126 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Sanıkların 23’ü müebbet hapis cezası, 29’u süreli hapis cezaları aldı. 33 sanık beraat ederken aralarında Gülen’in de bulunduğu 13 firari sanığın dosyaları ayrıldı. Sadece verilen kısa karara bakmak dahi mahkemenin sanıklara peşin hükümle yaklaşmadığını ve yürütülen kara propagandaya rağmen suçluyla suçsuzu ayırt ederek hükmünü oluşturduğunu gösteriyor.
Türkiye 15 Temmuz’da FETÖ’nün bozduğu hukuk düzenini yine hukuk içinde kalarak yürüttüğü adil yargılamalar neticesinde yeniden tesis etti. FETÖ’nün sapkın ideolojisi uğruna yüzlerce masumun hayatına kasteden ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya girişen bir terör örgütü olduğu hüküm altına alındı. Öte yandan İnfaz Kanunu’na göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan diğer mahkumlardan farklı olarak hayatları boyunca bir daha cezaevinden çıkamayacak olan sanıkların son sözlerinde dahi suçlarını reddetmeleri ve en ufak bir nedamet belirtisi göstermemeleri karşı karşıya gelinen tehdidin büyüklüğünü ortaya koyuyor. Ömürlerinin sonuna kadar cezaevinde kalacak sanıkların dahi bu derecede ürkütücü sadakatlerini koruduğu örgütün yurt dışındaki mensuplarının Türkiye için ne denli ciddi bir tehlike oluşturduğu ise izahtan varestedir.
Bu sebeple yargılamaların sonuçlanması ve faillerin cezalandırılması kesinlikle bir rehavete yol açmamalıdır. 15 Temmuz’un üzerinden üç yıl geçmesine rağmen halen hemen her hafta FETÖ’nün TSK yapılanmasına yönelik operasyonlar yapılmakta ve çoğu muvazzaf olan askeri personel tutuklanmaktadır. Dolayısıyla FETÖ, Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. Yargısal süreçlerin oluşturduğu bilgiler gereğince analiz edilerek terör örgütüne karşı adli, siyasi, uluslararası ve sosyal mücadele daha etkin şekilde sürdürülmelidir. Örgütle mücadelenin nihai başarıya ulaşabilmesi için ilk şart hukuktan taviz verilmemesidir. Zira FETÖ’yü bugünlere taşıyan 12 Eylül’den 28 Şubat’a, askeri vesayetten kumpas davalarına uzanan süreçte yaşanan hukuk ve yargı ihlalleridir.