Kriter > Dış Politika |

Avrupalı “Dostlar” Şaşırtmadı


Türkiye’nin sınırlarını terörden arındırmak ve mültecilere kendi topraklarında daha güvenli ve müreffeh bir yaşam sunma hedefiyle düzenlediği harekata destek olmayan AB, bir kez daha Türkiye’yi yalnız bırakmakta ve zaten belirsizliklerle dolu birliğin geleceğine zarar vermektedir.

Avrupalı Dostlar Şaşırtmadı

1950’lerin başlarında ekonomik bütünleşme amaçlı olarak kurulan Avrupa Birliği (AB), kuruluşundan ancak 40 yıl sonra imzaladıkları Maastricht Antlaşması ile siyasi bütünleşme yolunda önemli bir adım atmıştı. Bu antlaşma ile Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) oluşturmak amacıyla -ortak bir ordu kurma da dahil- bir dizi kararlar almıştı. Fakat 2000’lerde ulaşmak istedikleri hedeflerin pek çoğuna çeşitli nedenlerle erişememiş ve son yirmi yılda entegrasyonda aşağı doğru bir iniş izlemiştir. Bu nedenlerin başında ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra değişen güvenlik anlayışı ve sırasıyla Afganistan ve Irak operasyonları, bunları takiben AB Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmesi, 2008’de yaşanan ekonomik kriz ve Arap Baharı süreciyle birlikte yaşanan mülteci krizi AB’nin geleceğinin sorgulanmasına neden olan başlıca olaylardır. Brexit süreci ile birlikte AB ülkelerinde aşırı sağ partilerin giderek oylarını arttırmasıyla beraber Avrupa’da popülist siyasetin yükselişe geçmesi birliğin 1990’larda kurduğu siyasi birlik ve ortak dış politika hayallerinin de suya düşmesine sebep olmuştur. Birlik ortak dış politikadaki “tek seslilik” sorununu bir türlü aşamamış ve bu sebepten kaynaklı pek çok başarısız dış politika gelişmesi yaşanmıştır.

AB henüz ekonomik bütünleşme aşamasındayken, izlemiş olduğu Batıcılık politikasının bir parçası olarak topluluğa “ortak üyelik” başvurusunda bulunan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemde birlik gözünde Sovyetleri dengeleyen bir ülke olma noktasındaki değerini kaybetmiş ve özellikle kendisine güvenlik temelli olarak ihtiyaç duyulmayacağı yanılgısına kapılmıştır. Ancak Ortak Güvenlik ve Savunma Politikalarındaki başarısızlıkları ve pek çok çatışma bölgesinde NATO’ya ihtiyaç duyulması, Atlantik ittifakının önemli bir parçası olan Türkiye’yi tekrar gündeme getirmiştir. Bu çerçevede milenyuma AB’ye aday ülke olarak giren Türkiye, AK Parti iktidarlarının göreve gelir gelmez yaptığı reformlar sayesinde müzakerelere başlayabilmiştir. Ancak takip eden dönemde gerek tarafların kendi içlerinde yaşanan gelişmeler gerekse iki taraf arasında yaşanan pek çok problem -Kıbrıs sorunu başta olmak üzere- ilişkileri bugünkü olumsuz hale sürüklemiştir.

Son dönemde iki tarafı yakınlaştıran en önemli gelişme mülteci sorununa çözüm bulmak amacıyla gerçekleştirilen mutabakat olmuştur. Bu çerçevede yapılan Geri Kabul Anlaşması ve karşılığında beklenen vize muafiyeti ilişkilerin geleceğine dair umutların yeşermesine neden olmuştu.

Bu süreçte ayrıca 15 Temmuz’da yaşanan hain darbe girişimini gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), terör örgütü PKK’nın yanına bir diğer terör örgütü olarak eklenmişti. Arap Baharı’nı takip eden süreçte Suriye’de yaşanan iç savaşın sebep olduğu DEAŞ terörü de Türkiye’nin enerjisini kanalize etmesi gereken bir başka yapılanmaydı. Üstelik DEAŞ sadece ülkemizi değil, Avrupa ülkelerini de tehdit eder hale geldi. Bu çerçevede Avrupa başkentlerinde yaşanan saldırılarda, terörden büyük zarar gören bir ülke olarak Türkiye, bu ülkelerin bu yapılarla mücadelesine samimiyetle destek oldu.

 

Avrupalı “Dostlar” Şaşırtmadı

Avrupa Birliği üyesi 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı liderler zirvesinde Türkiye karşıtı söylemlere Macaristan karşı çıktı. Almanya Başbakanı Angela Merkel (solda), Macaristan Başbakanı Viktor Orban (sağda), 18 Ekim 2019

Silah Ambargosu Kararı

Bugüne gelindiğinde Türkiye, dokuz yıldır süren Suriye iç savaşında siyasi çözümün artık imkansız hale gelmesiyle, Güney sınırlarında yaşanan güvenlik sorunları ve ülkesinde barındırdığı yaklaşık 4 milyon mülteci için başından beri savunduğu güvenli bölgeyi oluşturmak amacıyla harekete geçti. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suriye Milli Ordusu grupları ile birlikte Suriye’nin kuzeyinde tek taraflı özerklik ilan eden Suriye Demokratik Güçleri’nin silahlı gücünü oluşturan terör örgütü PKK/ YPG unsurlarına karşı 9 Ekim’de Barış Pınarı Harekatı’nı başlattı. Harekatın başlamasını takip eden saatlerde AB, Türkiye karşıtı bir açıklama yapmakta gecikmedi. 28 üye ülke adına yazılı açıklama yapan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Suriye’de kalıcı çözümün askeri yollarla sağlanamayacağını belirtti. Mogherini açıklamasına, “Türkiye, AB’nin kilit ortağı ve Suriye krizinde ve bölgede önemli bir aktördür. AB, Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapmadaki önemli rolü dolayısıyla Türkiye’yi takdir etmektedir. Türkiye’nin güvenlik endişeleri, uluslararası hukuka uygun biçimde siyasi ve diplomatik yollardan çözülmelidir, askeri yoldan değil. AB, tüm taraflara Suriye’de sivillerin korunması ve insani yardımın ulaştırılması konusundaki uyarısını yinelemektedir” sözleriyle devam etti. Bu tepkide dikkat çeken unsurların başında yukarıda belirtildiği üzere pek çok konuda tek sesli hareket edemeyen AB’nin, operasyonun başlamasından sadece birkaç saat sonra 28 üye ülke imzalı böyle bir bildiriyi hazırlayabilmesi gelmektedir. Diğer bir konu da Suriye krizi ile ilgili yıllardır Türkiye’nin attığı diplomatik adım çabalarına destek olmayan Birliğin şimdi Türkiye’yi siyasi çözüme davet etmesidir. Mogherini’nin açıklamalarını takiben Komisyon Başkanı Jean Claude Juncker ise Türkiye’nin yapmış olduğu bu harekatın iyi sonuçlar doğurmayacağı ve Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı güvenli bölge konusunda kendisini mali olarak desteklemeyecekleri konusunda uyarıda bulundu.

Harekattan kısa bir süre sonra toplanan AB Dışişleri Konseyi, bu kez ilk anlardaki açıklaması kadar tek sesli bir bildiri yayınlayamadı. Zira ilk andaki bildiriye de şerh düşmek istediği ancak sonradan ikna edildiği bilinen Macaristan bu kez toplantıya katılmayarak tavrını belli etmiş oldu. Ayrıca toplantıda İngiltere, net bir şekilde AB’nin diğer ülkelerinin karşısında yer alarak, AB tarafından Türkiye’ye karşı Birlik bazında bir silah ambargosu uygulanması taleplerini reddederek bu konuda Konsey’den ortak karar çıkmasını engelledi. Bunun üzerine Almanya ve Fransa’yı takiben Finlandiya, Norveç, Çekya, İtalya, İspanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere ülke bazında Türkiye’ye karşı silah ambargosu uygulayacaklarını belirttiler. Oysa aynı AB ülkeleri aylardır Yemen’e karşı bir insanlık dramına sebep olan Suudi Arabistan’a karşı aynı yaptırımı uygulamayı düşünmedi bile. Suudi Arabistan’a karşı sadece Yemen olayında değil Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi sonrasında da aynı tepkiyi göstermeyen AB ülkelerinin, Türkiye’ye karşı nasıl bir çifte standart uyguladığı çok açık bir şekilde görülmektedir.

Harekatın devam ettiği günler tam da AB’nin yılda dört kez toplanan AB Liderler Zirvesi’nin Ekim toplantısı dönemine denk geldi. AB Dışişleri Bakanları toplantısı kararlarını bu toplantıda da aynen onayladıklarını belirten AB liderleri yayınladıkları sonuç bildirisinde “Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusundaki tek taraflı askeri harekatını kınıyor” ifadesine yer verirken, harekatın, Avrupa güvenliğini ve DEAŞ ile mücadeleyi tehdit ettiğini de vurguladılar. Ayrıca Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında varılan anlaşmanın da “not edildiği” belirtildi. Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin bu kararlarının yanı sıra Türkiye’yi bir de Doğu Akdeniz meselesi nedeniyle yaptırımlar uygulamakla tehdit etmekten geri durmadılar. Bunun yanında her fırsatta Türkiye ile müzakerelerin durdurulmasını savunan Avrupa Parlamentosu’nun yeni seçilen başkanı da bu geleneğe uyarak Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’ndan dolayı daha sert bir şekilde uyarılması hatta müzakerelerin askıya alınmasını da içeren katı yaptırımların ilan edilmesini talep eden bir açıklama yaptı.

 

Belirsizliklerle Dolu

AB Tüm bu kararları alt alta getirdiğimizde karşımıza çıkan tabloda iki konu ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi son yıllarda AB ile aramızdaki temel gündem maddesini oluşturan mülteci meselesidir. Çünkü Türkiye’nin 2011’den bu yana ülkesinde ağırladığı mülteci sayısı 4 milyonu geçmiştir. AB ise mültecilerin çok az bir kısmı hariç sınırlarını mültecilere kapamış durumda. Buna rağmen Türkiye’nin en çok da güvenli bölge oluşturarak buralara ülkesindeki mültecileri yerleştirmek amaçlı yaptığı bu operasyona destek olmak yerine engellemeye çalışması rasyonalite ve samimiyetle açıklanamaz. Türkiye ile AB arasında 2016’da yapılan 18 Mart Mutabakatından sonra Avrupa kıyılarına gelen mülteci akını bu kadar azalmışken, AB Türkiye’ye verdiği sözlerden biri olan mali yardımı gönderme konusunda isteksiz davrandı. Türk vatandaşlarına verilmesi planlanan vize muafiyeti için gerçekleştirilmesi mümkün olmayan (Türkiye, topraklarında 3 ayrı terör örgütü ile mücadele ederken) taleplerde bulundu. Müzakere sürecini bırakın canlandırmayı tam tersine sürekli ilişkileri dondurmakla tehdit etti. Bu şartlarda Türkiye, AB’nin hiçbir konuda desteğini alamazken bir de sınır güvenliği öncelikli olarak yaptığı operasyona engel olmaya çalışması da ayrı bir samimiyetsizlik göstergesidir.

Karşımıza çıkan diğer bir konu ise AB’nin Türkiye’nin terörle mücadelesine vermeyi reddettiği destekle ilgilidir. Türkiye 2015 ve 2016’yı pek çok şehrinde patlayan bombalar, otobüs duraklarında hayatını kaybeden siviller, intihar bombacılarının sebep olduğu asker ve polis kayıpları ile geçirdi. Bu saldırıların pek çoğu DEAŞ/ YPG ortaklığıyla yapılan saldırılardı. Türkiye bu saldırılarla mücadele ederken Avrupalı “dostlarımız” neredeydi? Türkiye 15 Temmuz’da hain darbe girişimine maruz kalıp 250 vatandaşını kaybettiğinde AB yine Türkiye’nin yanında yoktu. Türkiye ise Paris’te yaşanan terör saldırılarında, Brüksel’de yaşanan saldırılarda dünya liderleriyle birlikte bu ülkelerin yanında yer aldı ve terörün her türlüsüne karşı olduğunu defalarca beyan etti. Bu şartlarda Avrupa’da hayatını kaybeden vatandaşlar “sivillerin kaybı” da Türkiye’de teröre kurban edilen yüzlerce insan AB’nin “temel değerleri” kabul ettiği insan haklarından yoksun mu?

Türkiye bu harekatı, sınırlarını terörden arındırmak ve bu sayede oluşturulacak güvenli bölgeye ülkesinde yaşayan mültecileri yerleştirerek hem kendi ülkesinde toplumsal barışa katkı sağlamak hem de mültecilere kendi topraklarında daha güvenli ve müreffeh bir yaşam sunmak hedefiyle yapmaktadır. Bu niyete destek olmayan AB de bir kez daha Türkiye’yi yalnız bırakmakta ve belirsizliklerle dolu birlik geleceğine bir kez daha zarar vermektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası