Altıncı yılına giren Suriye iç savaşı, hem Ortadoğu bölgesel sisteminin hem de küresel sistemin en önemli sorun kaynaklarından biri olmaya devam ediyor. Bölgesel ve küresel aktörlerin jeopolitik hesaplaşma sahasına dönen Suriye’de yaşanan krizin çıkardığı insani fatura ise bütün ağırlığıyla insanlığın karşısında duruyor. Konvansiyonel ve kimyasal silahların fütursuzca kullanıldığı, kentlerin hava bombardımanlarıyla yok edildiği, binlerce kadının tecavüze uğradığı, milyonların göç etmek zorunda kaldığı, kısaca insanlığın utanç duyacağı bütün suçların işlendiği bir ülke hüviyetinde Suriye.
Savaşın neden olduğu insani trajedi, neredeyse her gün haber bültenlerinde yer alan ve Akdeniz’i adeta bir mülteci mezarlığına çeviren göç dalgasıyla Avrupa’nın gündemine girebildi. Mart ayında, mülteci krizine çözüm bulabilmek amacıyla, Avrupa Birliği ve Türkiye masaya oturarak bir anlaşmaya vardı. Henüz yeni yeni uygulanan bu anlaşmanın nasıl sonuçlar doğuracağını ve mülteci sorununu çözüp çözemeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat yaşanan göç dalgasının önüne geçmek için bulunan ara formüllerin, Suriye krizine kesin bir çözüm üretmeden mülteci meselesini çözeceğini söylemek bir hayli zor.
Kilis ve Halep’in Tarihsel Birlikteliği
Suriye krizi, ilk günden itibaren Türkiye’yi bütün yönleriyle etkilemektedir. Zira Osmanlı Devleti’nin Suriye topraklarını fethettiği 16. yüzyıldan itibaren Güneydoğu Anadolu ile Suriye’nin kuzeyi arasındaki hattın jeokültürel ve jeoekonomik bütünlüğü bulunmaktadır. Suriye’nin en önemli ve büyük kentlerinden biri olan Halep, Osmanlı döneminde Güneydoğu Anadolu’yu içine alan bir eyalet merkeziydi. İmparatorluğun zirai ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yere sahipti. Gaziantep-Kilis-Azez-Halep hattını kuşatan bölge, Anadolu’nun ekonomik olarak can damarlarından biri olmasının yanı sıra, jeokültürel bütünlüğe de sahipti. Özellikle Azez ve civarı Osmanlı öncesi dönemden itibaren Türkmen nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir yerdi.
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından bölgede çizilen yapay sınırlar, yüzyıllarca bir arada yaşamış, ekonomik ve toplumsal olarak iç içe geçmiş bir jeopolitik hattın bölünmesine neden oldu. Ancak Suriye ile Türkiye arasındaki bağ hemen kopabilecek türden değildi. Nitekim Milli Mücadele döneminde Güneydoğu Anadolu’daki Kuva-yi Milliye Birlikleri ile Halep’te Fransız mandasına karşı direnen yerel gruplar arasında yakın işbirliği bulunuyordu. Bu dönemde, Halep merkezli ortaya çıkan direnişin, kendisini Milli Mücadele’nin doğal bir uzantısı gibi gördüğü ve Anadolu’dan ciddi lojistik destek aldığı bilinmektedir. Dolayısıyla Milli Mücadele esnasında bile Anadolu ve Halep arasındaki hattın aktif olduğu ve kopmaması için özel bir gayret gösterildiği ifade edilebilir. Suriye iç savaşı ekseninde ortaya çıkan son gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin Halep hassasiyetini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. PYD’nin artık gizlenmeyen pan-Kürdist yayılmacılığına karşı, Mare-Cerablus arasındaki bölgenin “kırmızı çizgi” olarak ilan edilmesi, Gaziantep-Kilis-Azez- Halep hattının jeopolitik önemine yapılan bir vurgu olarak okunabilir. Kurtuluş Savaşı döneminde bile karşılıklı bağımlılığı devam eden bu hattın kesilmesi, Anadolu’nun Arap coğrafyasına açılan kapısının kapanması ve önemli bir hinterlandın yüzyıllar sonra kaybedilmesi anlamına gelecektir.
Suriye iç savaşı süresince Halep ve Güneydoğu Anadolu arasındaki zorunlu bağımlılık en fazla mülteciler konusunda kendini göstermiştir. Halep’ten kaynaklanan göç hareketinde mülteciler için ana güzergah Azez-Kilis-Gaziantep hattıydı. Milyonlarca mülteci buradan Anadolu topraklarına ulaştı. Birleşmiş Milletler tarafından Nisan 2016 tarihinde yayımlanan verilere göre Türkiye’deki kayıtlı mülteci sayısının 2,7 milyon olduğu belirtildi. Kayıt dışı olanlarla birlikte bu rakamın toplamda 3 milyonu aştığı ise kamuoyunda bilinen bir gerçek. Dolayısıyla Türkiye, örneğine az rastlanılacak bir şekilde, Suriye iç savaşının ilk günlerinden itibaren uyguladığı “açık kapı” politikasıyla milyonlarca Suriyeliyi misafir etmeye devam ediyor.
Toplumsal Mutabakatı Destekleyen Adımlar Atılıyor
2016 yılı itibarıyla, Türkiye’nin neredeyse her şehrinde Suriyelilere rastlamak mümkünken, Kilis’in bu noktada ayrı bir yeri olduğu görülmektedir. Bugün Suriyelilerin sayısının yerli nüfusu aştığı Kilis’te 90 bin olan Türk nüfusuna karşı, 127 bin Suriyeli yaşamaktadır. Kilis için tercih edilen “bir şehir, iki vatan” ifadesi aslında meseleyi özetlemektedir. Kilis’te Türkçenin yanı sıra Arapça tabelalar çoktandır kullanılmaya başlanmış durumda. İş faaliyetleri ve evlilikler, Türkler ve Suriyeliler arasında toplumsal entegrasyonu kuvvetlendiren hususlar olarak karşımıza çıkıyor. Yaklaşık 30 bin çocuğa Kilis’te eğitim veriliyor ve Türkçe öğretiliyor. Bunun yanı sıra hem Türkiye genelinde hem de Kilis özelinde, Suriyeli mültecilerden kaynaklanan kriminal olayların azlığı altı çizilmesi gereken bir diğer husus.
Avrupa’nın Ütopyası Türkiye’de Hayata Geçti
Ulus devletler, ortaya çıktıkları andan itibaren kendi siyasal topluluklarını korumak ve konsolide etmek adına yabancı halklara karşı vurdumduymaz ve bencil politikalar izlemişlerdir. Kendi vatandaşlarını merkeze alan ve “biz öteki” ayrımına dayanan bu politika, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber 1990’lı yıllardan itibaren ulus devletlerin sınırlarının esnetilmesine yönelik bir eleştiri dalgasıyla karşılaşmıştır. Normatif değerleri ön plana çıkaran bu eleştiriler, ulus-devleti oluşturan siyasal topluluğun ve ulusal sınırların esnetilmesinin evrensel barışa katkı sağlayacağını öne sürmüşlerdir. Hatta bir dönem, dünyadaki bütün halklar arasındaki ulus devlet sınırlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen ’kozmopolitan vatandaşlık’ fikri dahi ortaya atılmıştır. Gelinen noktada ise dünyada yaşanan jeopolitik krizler ve çatışmalar, son olarak da Suriye iç savaşı, bu ütopyanın gerçekleştirilmesinin ne kadar uzak olduğunu göstermiştir. Avrupa Birliği gibi insan haklarını ve evrensel değerleri merkeze aldığını iddia eden bir siyasal yapının mülteci akışını engellemek üzere kurgulanan politikası bunun en önemli kanıtlarından birisidir.
İddialı bir yaklaşım olmakla birlikte şu gerçeğin altını çizmek gerekir. Avrupa’da bir ütopya olarak kalan ulus-devlet sınırlarının esnetilmesi ve siyasal topluluğun sınırlarının genişletilmesi fikri, Türkiye’nin Suriyelilere yönelik uyguladığı açık kapı politikasıyla hayata geçmiş görünüyor. Bu yüzden siyasal topluluğun sınırlarını genişleten hatta onu aşan bir laboratuvar şehir olarak Kilis hakkında, ilerleyen yıllarda birçok çalışmanın yapılacağını şimdiden söyleyebiliriz.