Türkiye ve İran arasındaki komşuluk ilişkisi, sadece jeopolitik, jeoekonomik, kimlik ve elit tercihlerin ötesinde, oldukça karmaşık bir dinamiğe sahiptir. İki ülke arasında eş zamanlı olarak var olan, ancak birbirine zıt iki temel eğilim “rekabet” ve “iş birliği”, bu ikili ilişkiyi belirgin kılmaktadır. İki ülkenin ilgili hükümetleri, çatışma ve uzlaşma konularını birbirinden ayırmak amacıyla benimsenen kompartımanlaştırma stratejisi ile rekabet ve iş birliği arasındaki ince çizgiyi korumayı hedeflemektedir. Türkiye-İran rekabeti hem ikili ilişkiler bağlamında hem de bölgesel düzeyde önemli bir rol oynamaktadır. İki ülke, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Kafkasya bölgelerinde güç ve etki sahibi olma amacıyla rekabet etmektedir. Türkiye-İran rekabetinin diğer bir boyutu ise iç güvenlik ve rejim güvenliği kaygılarıdır. “Neo-Osmanlıcılık”, “Pantürkizm”, “Siyasal İslam”, “Fars milliyetçiliği” veya “mezhepçilik” gibi farklı ideolojik eğilim algıları, zaman içinde rejim güvenliği açısından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu algı, çıkarların örtüştüğü konularda bile stratejik bir ortaklık kurma çabalarını engellemiştir. Bu bağlamda AK Parti hükümetleri, farklı ekonomik, stratejik ve siyasi nedenlerle Türkiye’nin İran ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. İlişkilerde rasyonalizasyon, kurumsallaşma ve kompartımanlaştırma stratejilerini uygulayarak, iki ülke ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde gelişmesini kolaylaştırmışlardır.
Ancak Arap Baharı ve Suriye iç savaşı sonrası iki ülke ilişkilerinde yeni bir çatışma alanı daha belirginleşmiştir. Eylül 2020 tarihli İkinci Karabağ Savaşı ile Türkiye’nin Güney Kafkasya’da artan etki ve gücü nedeniyle Türkiye-İran ilişkileri bir soğuma ve örtülü gerginlik dönemine girmiştir. Özellikle Suriye ve Irak’tan sonra Kafkasya’ya da yerleşen Türklerin, İran’ı çevrelediği düşüncesi, Tahran yönetiminde ciddi anlamda Pantürkizm korkusuna neden olmuştur. Ayrıca Zengezur Koridorunun açılması neticesinde Türk Cumhuriyetleri ile kara bağlantısına sahip olacak Türkiye’yi son dönemde yükselen bir tehdit olarak algılayan İran’da, Türkiye karşıtlığı hızla artmıştır. Aynı zamanda İran’ın Pantürkizm konusundaki geleneksel korkularını da yeniden canlandırmıştır. Bu bağlamda da İkinci Karabağ Savaşı’nın başladığı günden bu yana İran medyasında, Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aleyhine yoğun bir kampanya gözlemlenmektedir. Bu eğilim, 2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçiminde de izlenmiştir. İran devletine ait ya da devlet destekli medya kuruluşlarında gerçekleştirilen bu kapsamlı algı operasyonu, özellikle “Türkiye’nin Neo-Osmanlıcı ve Pantürkist bir dış politika takip ettiği” iddiasının vurgulanması şeklinde kendini göstermiştir.
7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla Filistin sorununun tekrar uluslararası gündeme taşınmasıyla, İran medyası bu defa da Türkiye’nin Filistin politikasını ve İsrail ile ilişkilerini eleştirmek için “iki yüzlülük” söylemini geliştirmiştir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının şiddetlenmesiyle birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin Filistin halkına yönelik artan destek ifadeleri, İran basınında Türkiye’nin “iki yüzlü bir siyaset” izlediği şeklinde eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilmiştir. Bu eleştiriye paralel olarak, Türkiye’nin İsrail ile olan ticaretini sürdürdüğüne dair yapılan haber ve yorumlar öne çıkarılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’nin Tahran, Tebriz ve Meşhed’deki diplomatik temsilciliklerin önünde, Türkiye aleyhine gösteriler düzenlenmeye çalışılmıştır.
Türkiye-İran İlişkilerinde Filistin Sorunu
İran’ın AK Parti döneminde Türk dış politikasında rahatsız olduğu alanlardan biri de Türkiye’nin Filistin meselesine güçlü desteğidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde, 2009’da Davos Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i İsrail’in Gazze’de ölçüsüz güç kullandığını vurgulayarak eleştirdiği “one minute” olayı, Erdoğan’ın özellikle Arap dünyasında bir lider olarak prestijini önemli ölçüde artırmıştır. Mayıs 2010’da İsrail askerlerinin 9 Türk vatandaşını öldürdüğü Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara filosuna yönelik saldırısı ise Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir kırılma noktası olmuştur. Erdoğan’ın Filistin meselesine aktif olarak dahil olması ve İsrail’e karşı güçlü pozisyonlar alması, İran’ın Filistin meselesindeki rolünü gölgelemiştir. İran, İsrail’e karşı tutumunu Arap dünyasındaki popülerliğini artırma stratejisi olarak konumlandırmaktadır. Ancak, Erdoğan’ın aktif bir şekilde Filistin meselesine dahil olması ve İsrail’e karşı güçlü tavırlar sergilemesi, onun popülerliğinin artmasıyla birlikte İran’ın bölgesel popülerliğinin azalmasına sebep olmuştur.
İslam dünyasında liderlik iddiası taşıyan İran, önceleri Türkiye’deki laik rejimi bir tehdit olarak görürken, artık muhafazakar kodlara sahip AK Parti’yi kendi çıkarlarına bir meydan okuma olarak görmeye başlamıştır. Zira Türkiye’nin Ortadoğu’ya dönüşünü kolaylaştıran AK Parti hükümeti, İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamış, İslam dünyasını koruyucu ve İsrail karşıtı politikaları ile Arap dünyasında popüler hale gelmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin 2006’da başlayan ve 2010’da Brezilya ile nükleer takas anlaşmasıyla sona eren nükleer krize aracılık etme girişimleri bile Tahran’da Ankara’nın bölgedeki nüfuz ve prestijini artırma arayışı olarak değerlendirilmiştir. Kısa süre sonra Eylül 2011’de Türkiye’nin NATO’nun İran sınırına yakın Malatya’daki Kürecik Radar Üssüne izin vermesi üzerine, İran bu gelişmeyi söylemsel bir fırsat olarak görmüş ve Türkiye’yi bir savaş durumunda İsrail’i İran’ın füze saldırılarından korumaya hizmet edecek erken uyarı radarı kurmakla suçlamıştır. Bu dönemde İsrail tarafında ise Türkiye’nin AK Parti yönetimi altında gitgide İran ve Suriye’nin yörüngesine girdiği ve İsrail’in bölgesel düşmanlarıyla (Suriye, İran, Hizbullah ve HAMAS başta olmak üzere) yakın ilişkiler kurarak İsrail’i köşeye sıkıştırmaya çalıştığı yönünde bir söylem dillendirilmeye başlamıştır. İsrailli siyasi elitler “İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Türkiye’yi içine alan yeni bir radikal kuzey cephenin” oluştuğunu iddia ederek Türkiye karşıtı bir pozisyon almışlardır. Bu süreçte İran ve İsrail, Türkiye’ye zıt pozisyonlar atfederek suçlayıcı bir yaklaşım benimserken, her iki ülke de Türkiye’nin bölgede “Neo-Osmanlıcı” politikalara yöneldiğine dair aynı söylemi kullanmışlardır.
Bugün de İsrail’in Gazze’ye saldırıları devam ederken İran, rekabet motivasyonu ile hareket ederek Türkiye’nin politikalarını eleştirmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin davasına yüksek sesli desteği ve İsrail’in eylemlerini sert bir dille kınaması, İran’ın tutumuyla örtüşse de Tahran yönetimi, Türkiye’nin eylemlerini samimi olmaktan ziyade retorik olarak algılama eğilimini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi’ye İsrail’in Filistinlilere yönelik “vahşetine” karşı Türkiye ve İran’ın “ortak tavır” almasını istediğini söylemiştir. Ancak, İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye yapması planlanan ziyaretinin iptal edilmesi, İran medyasına göre, İran’ın Türkiye’ye İsrail’e karşı siyasi açıklamaların ötesinde bir tutum benimsemesi için baskı yapma çabalarından kaynaklanmaktadır. Haberlere göre İran, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini yeniden gözden geçirmesini, tüm siyasi ve ticari ilişkilerini kesmesini ve Filistin’i destekleyen pratik bir duruş sergilemesini istemektedir. Ziyaretin iptali, İran basınında Türkiye karşıtı bir propagandaya dönüşürken, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü geciken bir açıklama ile sorunun New York’ta bulunan İran heyetinin vize konularındaki gecikmeler nedeniyle yaşandığını söylemiştir. Açıklamayı yapan sözcü, “Bazı bölge ve İslam ülkelerinin Siyonist rejim ile ilişkilerinde sahip oldukları caydırıcı araçları, Filistin halkına destek için kullanmaları beklenmektedir. Bu beklenti ahlaki ve insani ilkelerle uyumludur ve Filistin halkının arzularını yansıtmaktadır” diyerek yeni soru işaretleri uyandırmayı da ihmal etmemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’i daha sert eleştirmeye başlaması, İran medyasında Erdoğan’ın tutarlılığını sorgulayan ve Türkiye’nin ikili oynamakla suçlanan eleştirel haber ve yorumların artışına neden olmuştur.
Erdoğan Karşıtlığı Eleştirilerin Çok Ötesinde
İran medyası, özellikle Erdoğan’ın İsrail’in Batı’ya borçlu olduğu ve Türkiye’nin İsrail’e borcu olmadığı yönündeki açıklamalarını vurgulayarak, Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini tutarsız ve Erdoğan’ın siyasi duruşunu iki yüzlü olarak nitelendirmiştir. Ayrıca, Türkiye’deki İsrail protestolarına dikkat çekilmiş ve Erdoğan’ın hem Filistin’e destek gösterme hem de tabanını memnun etme amacıyla ikili bir strateji izlediği öne sürülmüştür. 28 Ekim Cumartesi günü Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen “Büyük Filistin Mitingi” sonrası İran medyası, Türkiye’yi daha sert bir şekilde eleştirmeye başlamıştır. Tasnim, Tabnak, ISNA, ILNA, Diplomasi-yi İrani, Cam-ı Cem vb. yayın organlarında çıkan haber ve yorumlar, Türkiye’nin Filistin’e sağladığı desteğin samimiyetini sorgulayarak, Erdoğan’ın açıklamalarını ve eylemlerini eleştirmiştir. ISNA Haber Ajansı attığı başlıkta, “Erdoğan Gazze’nin kanlı suyunda balık avlıyor” diyerek eleştirilerin çok ötesine gitmiştir.
Bazı haber sitelerinde ise Türkiye’nin Filistin’e verdiği desteğin sembolik ve etkisiz olduğu iddia edilmiş, Türkiye ile İsrail arasındaki ekonomik bağlara vurgu yapılmıştır. Ayrıca, Erdoğan’ın stratejisinin İslam dünyasındaki liderlik yarışında avantaj elde etmeyi ve kutuplaşmış Türk toplumunu birleştirmeyi amaçladığına dair imalarda bulunulmuştur. İran medyası, eleştirilerini Türkiye’nin İran petrolünü İsrail’e sattığına dair iddialarla doruğa ulaştırmıştır. Ayrıca Erdoğan ailesinin ve bazı AK Partililerin İsrail ile ticaret ortağı olduğu yönünde de iddialar dillendirilmiştir. Bu iddialar Türk medyasına atfedilerek, Türkiye’nin Filistin’i destekleme konusundaki kararlılığının sorgulanmasını kışkırtmıştır. Tarih, İran’ın Türkiye’yi İsrail ile iş birliği yapmakla eleştirdiği bir döngüyü tekrarlamaktadır. Aynı zamanda İsrail de Türkiye’yi İran’ın yanında olmakla suçlamaktadır. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, yaptığı bir açıklamada, “Türkiye Cumhurbaşkanı gerçekleri çarpıtmakta ve bir kez daha tarihin yanlış tarafında durmaktadır. İsraillilere yönelik 7 Ekim katliamını yücelten İran, Lübnan, Suriye ve Yemen’in yanında” ifadelerini kullanmıştır. Sonuç olarak İran ve İsrail’in Türkiye’nin pozisyonunu değerlendirirken ortaya koydukları çelişkili eleştiriler bir kenara bırakıldığında, gerçek şudur ki Türk devleti ve halkı, Filistin’in yanındadır.