Kriter > Dış Politika |

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?


ABD ordusu bunu “güvenlik mekanizması” diye tanımladı. Bu konuda dışişleri ilk zamanlar güvenli bölge dese de daha sonra diplomatlar da buna “güvenlik mekanizması” demeye başladı. Pentagon’da “güvenli bölge kurulacak mı?” diye bir soru sorduğunuzda “güvenlik mekanizmasının” üzerinde çalışıldığı yanıtını alıyorsunuz.

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli

Çinli askeri stratejist Sun Tzu, “Taktiksiz strateji zafere gidebilecek en yavaş yoldur. Stratejisiz taktik ise yenilgiden önce çıkarılan gürültüdür” diyor. Bu veciz sözün ilk kısmı Türkiye’nin, ikinci kısmı ise ABD’nin uzunca bir süre Suriye’de izlediği politikayı ortaya koyuyor. Suriye, ABD ulusal menfaatleri açısından kıymeti harbiyesi olmayan bir ülkedir. Diğer bir ifade ile İsrail’in güvenliğine zarar vermediği sürece ABD’nin üzerine strateji kurabileceği bir ülke değildir. Bundan dolayı da Suriye iç savaşına ABD hep izleyici olarak kaldı. Eski Başkan Barack Obama ülkedeki sivil katliamları ve dahi kimyasal saldırıları birkaç güçlü kınama ile geçiştirdi. Bununla birlikte ABD 2012’den başlayarak Suriye’de önce rejime karşı daha sonra ise DEAŞ ile mücadele kapsamında strateji olmaksızın sadece belirli taktiksel adımlar attı. Bu süreçte de özellikle de YPG/ PKK ile ilişkilerini “alım-satım” (transactional) olarak niteledi. Yani doğrudan bir strateji ve uzun dönemli hesaplar yoktu.

Diğer taraftan Türkiye’nin ise stratejisi belliydi: muhalifler desteklenerek devrimin başarılı olması sağlanmaya çalışılıyordu, kapılar açık tutularak sivillere yardım ediliyordu. Tüm bunlar Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanarak yapılmaya çalışılıyordu. Taktiksel anlamda Türkiye’nin stratejisi uzunca bir süre düzensiz birlikler olan muhalifler üzerinden yürüdü. Türkiye doğrudan bölgede herhangi bir müdahalede bulunmadı. Bu da stratejiyi yavaşlatan bir süreç oldu. Bunun elbette ki birçok nedeni vardır. İmkan ve kabiliyetin yanı sıra iç ve dış politikadaki birçok dinamik bazen avantaj bazen de dezavantajları beraberinde getirir. Ama temelde taktiksel anlamda Türkiye, Fırat Kalkanı Harekatı’na kadar zayıf kaldı.

İşler Rusya’nın 2015’te Suriye’ye resmen müdahale etmesi ile değişti. Rusya’nın Suriye savaşına resmen müdahil olduğu aynı hafta Obama Suriye muhalefetine verdiği desteği kesti ve bu desteği PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye çevirdi. Türkiye’nin tepkisini dindirmek için de önce Suriye Arap Koalisyonu daha sonra ise Suriye Demokratik Güçleri diye bir isim uyduruldu. Hedef Fırat’ın doğusunu Rusya’ya kaptırmamaktı. Nitekim aynı dönemde de Rusya ile hava unsurlarıyla Suriye hava sahasında güvenli bir şekilde ayrışmayı sağlamak üzere bir mutabakatla “ayrışma kanalı” adında bir iletişim düzeneği kuruldu. Ancak Suriye’de ABD’nin elinde kala kala, milyonlarca dolar harcadığı Fırat’ın doğusu kalmıştı.

Bu süreçte, ABD Kongresi Pentagon’u Suriye’de anlaşılır bir strateji sunmamakla suçluyordu. ABD yönetimi de strateji olarak Kongre’ye Fırat’ın doğusunu gösteriyordu. Rakka operasyonunda CENTCOM’un birkaç taktiksel hamle ile Türkiye’nin Rakka planını devre dışı bırakmasından sonra Trump’ın resmi olarak YPG’nin de silahlandırılmasına yönelik talimat vermesi Pentagon’un kafasını strateji konusunda netleştirdi.

Fırat’ın doğusu -Deyrizor da dahil- ABD’nin etki alanı olarak kalacak şekilde ABD’nin Suriye’deki ayağını oluşturan bir kurgu devreye sokuldu. Ancak Washington’da halen yanıtını bulamamış iki soru var: ABD’nin oradaki taktiksel adımları nihayetinde nasıl bir siyasi stratejiye evrilecek? Bu adımların ABD menfaatleri ve ulusal güvenliği açısından ne tür sonuçları olacak? Bu sorulara henüz net bir yanıt yok. Pentagon’un kurgusu ise ancak Rusya’nın ve Esed rejiminin eninde sonunda ABD tarafından Cenevre’de kurulan masaya dön mesi ve o masada YPG/PKK’nın da olması ile işe yarayabilir ki bu da olmadı. Ne Cenevre masası işledi ne de YPG o masaya getirilebildi. Diğer taraftan, güneyden İran ve Rusya Deyrizor konusunda, kuzeyden ise Türkiye kendi sınır boylarında bir terör koridoru oluşturma girişimi olarak nitelediği bu kurgu konusunda rahatsız. Dolayısıyla anlamlı bir stratejinin kurgulanması ve bu sıkışmışlık Trump’ın Suriye’den çekilme talimatını beraberinde getirdi. Ancak Pentagon ve CENTCOM bu çekilme sürecinin tamamlanmasına müsaade etmedi, çünkü milyonlarca dolar yatırım yaptığı ve halen ellerinde iş gören bir örgütü bir anda terk etmek ABD’ye bir şey kazandırmayacaktı.

Burada, Washington ile Ankara’nın Suriye’nin kuzey doğusunda bir güvenli bölge veya ABD’nin tabiriyle “güvenlik mekanizması” kurma çabalarını ele alacağımız için Türkiye ile ilgili kısmı biraz daha detaylandırmakta fayda var. Türkiye 2016’da Cerabulus ve Azez arasındaki bölgede Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlattı. Harekatın çapının El Bab ilçesine varması ABD’de kaygıya neden oldu, çünkü ABD’nin YPG’nin Münbiç ile Afrin’deki güçlerini birleştirme planı akim kaldı. Daha sonra ise Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatması ABD açısından kritik bir öneme sahipti. Çünkü Türkiye, bölgede taktiksel kabiliyetini bu iki harekatla gösterdi. Diğer taraftan Ankara, YPG/PKK’nın ABD yardımı ile ele geçirdiği Münbiç ilçesine yönelik de harekat hazırlığı yapıyordu. ABD Türkiye ile bu aşamada Münbiç Yol Haritası anlaşmasını yaptı. Bu yol haritası üç adımdan oluşuyordu: YPG/PKK’nın ilçeyi terk etmesi, Türkiye’nin ABD ile bu bölgede ortak devriyeler yapması ve YPG/PKK ile ilişkili kişilerin yerel meclislerden temizlenerek bu meclislerin ortak bir çaba ile yeniden kurulması. ABD göstermelik olarak YPG’nin ilçeyi terk ettiğini açıkladı. Daha sonra ise Türkiye ile ABD Münbiç yakınlarında ortak devriyeler gerçekleştirdi ancak ilçedeki yapı ve YPG/PKK’nın varlığı devam etti. Doksan günde yapılması planlanan Münbiç Yol Haritası’nın uygulanmaya başlaması bile aylar aldı. ABD burada tam tamına klişe olan “Bir anlaşmayı hayata geçirmek istemiyorsanız onu sürece yayın” taktiğini kullandı.

 

Güvenli Bölge

Münbiç Yol Haritası süreci Suriye’nin kuzeydoğusunda kurulması planlanan güvenli bölgenin akıbetine ilişkin çok önemli bir ipucu veriyor. Münbiç Yol Haritası henüz hayata geçmedi. Diplomat ve askerlerin masada aldığı kararlar sahada bir türlü pratiğe dökülemedi. İki devlet bir anlaşma yapıyor ama bir devletin sahadaki unsurları bu anlaşmayı uygulatmıyor. Peki bu nasıl olabiliyor? Bu sorunun cevabı Amerikan ordusunun retorik konusundaki ustalığında yatıyor. Bunun en çarpıcı örneği ABD Başkanı Trump’ın verdiği çekilme planının akim kalmasıdır. Devlet başkanı kendi ordusuna Suriye’den çekilme talimatı verdi ve söz konusu talimat sürece yayılarak devreden çıkarıldı.

Amerikan ordusu diplomasi konusunda Dışişleri’nden daha güçlüdür. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi Dışişleri Bakanlığı siyasi bir organizasyon olması dolayısıyla daha sık el değiştiriyor. Diğer taraftan Pentagon ise siyaset dışı bir kurum ve çok daha yavaş el değiştiriyor. İkincisi diplomasiyi kurgulayan Dışişleri olsa da bunun sürdürülebilirliği Pentagon icraatları ile sağlanıyor. Başkentlerdeki diplomatlar en nihayetinde sahadaki işleri askerin operasyon alanlarına göre düzenliyor, asker ile iç içe çalışıyor ve sahaya da asker daha hakim. Üçüncüsü Pentagon bütçesi Dışişleri bütçesinin on katından fazla. Pentagon’un yıllık bütçesi 600 milyar doların üzerinde. Pentagon bütçesindeki Muhtemel Dış Operasyonlar Fonu bile 65 milyar dolar iken Dışişleri’nin yıllık bütçesi 52 milyar dolar. Dördüncüsü Pentagon’un basınla ilişkileri Dışişleri’nden daha güçlü. Basınla sahada çalışmalar yapan Pentagon algı üretiminde oldukça başarılı. Beşincisi lobilerin Dışişleri’nden çok Pentagon ile ilişkileri savunma sanayisinden dolayı daha güçlü. Bunlar ve bunlara benzer birçok olgu dış politikada Pentagon’un daha çok söz sahibi olmasını sağlıyor. Bunlar dikkate alındığında Türkiye’nin aslında karşı karşıya olduğu kurum çok boyutlu bir güce sahip olan Pentagon’dur. Türkiye’ye burada avantaj sağlayacak tek şey ise Ankara’nın Suriye’nin doğusuna müdahale etme konusunda kararlılık göstermesidir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında Ankara’da temmuzda üzerinde mutabakat kurulan güvenli bölge anlaşması aslında başından itibaren problemliydi. Ancak bununla birlikte kullanılan dil konusunda da sorun var. Türkiye bunun için “güvenli bölge” ifadesi kullanırken ABD ordusu bunu “güvenlik mekanizması” diye tanımladı. Bu konuda Dışişleri ilk zamanlar güvenli bölge dese de daha sonra diplomatlar da buna “güvenlik mekanizması” demeye başladı. Böylece retorik Amerikan devletinde Pentagon’un kullandığı dil üzerinden belirlendi. Pentagon’da “Güvenli bölge kurulacak mı?” diye bir soru sorduğunuzda “güvenlik mekanizmasının” üzerinde çalışıldığı yanıtını alıyorsunuz.

 

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?

Başkan Recep Tayyip Erdoğan güvenli bölgeyle ilgili olarak bütün hazırlıkların tamamlandığını ve ABD’nin stratejik ortak olduğunu vurguladı. Aynı zamanda Washington’ın terör örgütlerine destek vermeye devam ettiğini belirtti.

Güvenli bölge güvenlik mekanizmalarından biridir, dolayısıyla güvenlik mekanizması denildiğinde sadece güvenli bölge anlaşılmaz. Bundan “tampon bölge” de anlaşılabilir veya doğaçlama bir yöntemle ortak bir gözlem veya kontrol düzeneği de anlaşılabilir. Güvenli bölge, tanım olarak belirli bir alanda kontrol sağlanarak o bölgeye yönelik saldırı veya operasyon yapacak dışarıdaki unsurları caydırmak üzere kurulan ve bir veya birden çok ülke güvenlik güçleri ile etrafı hava, kara ve denizden sarılı bölge demektir. Türkiye aslında tam olarak bunu kastediyor. Ankara bu tanımla Suriye’nin kuzey doğusunda Türkiye sınırları boyunca 30 kilometre derinliğindeki alanın PKK ve türevlerinden temizlenip Türkiye’nin tek başına veya Türkiye ile ABD’nin ortak olarak bu alanı kontrol etmesini kastediyor. Ancak Pentagon “güvenlik mekanizması” ifadesi ile bu tanımı veya güvenli bölgeyi kastetmiyor. Pentagon, bu anlaşma ve mekanizmayı Türkiye’nin sınırındaki güvenlik endişelerine hitap etmek, SDG adını kullanan YPG’yi korumak ve DEAŞ ile mücadelenin devamını sağlamak olarak tanımlıyor. Dolayısıyla burada doğrudan bir güvenli bölge anlamı çıkarmak imkansız.

ABD’nin bu anlaşmaya yönelik anlayışını ise en net biçimde DEAŞ ile Mücadele Görev Gücü Direktörü Chris Maier ortaya koydu. Maier, bölgede YPG siperlerinin yıktırıldığını ancak örgütün halen bölgede faaliyet gösterdiğini açıkladı. YPG mensuplarının yerel meclislerdeki varlığına değinmek istemeyen Maier, ABD’nin YPG ile ilişkilerinin devam edeceğini ifade etti.

ABD’li diplomat aynı zamanda, örgüte silah verilmeye devam edildiğini de açıkça söyledi. Maier’in en kritik açıklaması ise şu oldu: “Güvenlik mekanizmasının temel amacı, hem Türkiye ile müşterek bir çalışma ile onların güvenlik kaygılarını çözmek, hem de SDG’nin güvenliğini sağlamaktır. Bizim onlarla (SDG) ilişkimizin geçmişi de orada amacımızın DEAŞ ile mücadele olduğunu onlara yeni riskler getirmek olmadığını gösteriyor. Bununla şunu kastediyorum, siperlerin kaldırılması kuzeydoğu Suriye’deki halkın daha az güvende olduğu anlamına gelmemeli, çünkü Türkiye ile çalışırken Türkiye’nin Suriye’ye girme fikrinin önemli ölçüde gerilediği konusunda ikna olduk.” Bu açıklama aslında Türkiye’nin talep ettiği veya kastettiği hiçbir unsuru içermiyor. Bilakis ABD orada Türkiye ile YPG arasında bir çatışma yaşanmaması için kendi askerlerini de devreye soktuğu bir mekanizmanın peşinde. Bunun yanı sıra, Pentagon söz konusu mekanizmanın derinlik ve uzunluklarına ilişkin de hiçbir şey belirtmiyor. Örneğin güvenli bölgenin Münbiç, Kobani ve Kamışlı’yı kapsayıp kapsamadığı veya ABD’nin üslerinin olduğu bu bölgelere giriş izni verip vermeyeceği de tartışma konusu.

 

Senaryolar ve Sonuçlar

Burada güvenli bölge anlaşmasının akıbetini ABD açısından ele alacak olursak, ABD bir taraftan Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna girme konusundaki kararlılığından dolayı kaygılı diğer taraftan ise hali hazırda devam eden İdlib gibi krizlerin kendilerine zaman kazandırdığını hesap ediyor. Bu hesap anlaşmanın yapıldığı zaman tuttu. Rusya ve Esed rejimi İdlib’de büyük saldırılar düzenledi; onlarca sivil ölürken binlerce sivil ise Türkiye’nin yolunu tuttu. Türkiye’nin o taraftan sıkışmışlığı ABD’ye taktiksel bir kazanım sağladı. Fakat ABD’nin dikkate almamakta ısrar ettiği bir nokta var. Fırat’ın doğusu şu aşamada Türkiye için en büyük stratejik hedeftir. Suriye’de durum nereye evrilirse evrilsin Türkiye en nihayetinde o bölgeye müdahale etmek zorunda. O bölgede Türkiye’nin kontrolü olmadığı sürece Türkiye orası üzerinden ulusal güvenlik sorunları yaşar. Dolayısıyla ABD’nin hesapları en nihayetinde gelip Türkiye’nin bu kararlılığına takılacaktır.

Diğer bir konu da askeri anlamda ABD’nin şu anda kontrol ettiği bölgenin uzun dönemde savunulmasının imkansız olmasıdır. Toroslar ile Fırat’ı kontrol etmeyen hiçbir gücün o bölgedeki varlığı anlam ifade etmez. Fırat şimdilik kontrol altında ama ABD ile köprüler atıldığında o bölgenin Türkiye tarafından kontrol altına alınması Afrin’den çok daha kısa sürer. Dolayısıyla o alanda, uzun dönemli bir strateji ile kısa zamanda politik bir kazanım sağlanamadığı takdirde atılan her taktiksel adım sadece boşa harcanmış demektir.

Ayrıca ABD’nin orada giriştiği kısa dönemli taktiksel faaliyetler nihayetinde stratejik bir hezimete gidiyor. YPG/PKK’nın Haseke, Deyrizor, Rakka, Münbiç gibi Arapların çoğunlukta olduğu bölgelerin güvenliğini YPG/PKK’nın eliyle sağlamaya çalışması ve örgütün bu bölgeler de dahil Arap nüfusa karşı adeta savaş suçları işlemesi nihayetinde Irak’ta olduğu gibi stratejik bir çöküş getirecektir. PKK ile ilişkisini inkar etmeyen ve PKK’nın zorba taktiklerinin aynısını uygulayan bir örgütün ipine bağlanmış bir stratejinin başarılı olması imkansızdır.

 

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?

Güvenli bölgenin tesis edilmesi amacıyla yürütülen çalışmalarda ABD’nin, YPG’nin ilçeyi terk ettiğini açıklamasına rağmen, YPG sınır hattında varlık göstermeye devam ediyor, 12 Eylül 2019

Türkiye açısından ABD ile yapılan anlaşmanın izdüşümlerine gelince, bu anlaşma Münbiç anlaşmasından ne ölçüde farklı bu net değil. Münbiç anlaşmasından kaynaklı sözlerini yerine getiremeyen ABD’nin bu anlaşma kapsamında verdiği sözleri tutması için bir sebep yok. Türkiye bölgeye yönelik operasyon hazırlığı yaptıkça ABD diplomatik adımlar atarak süreci soğutmaya çalışacak. Tutamadığı noktada sınırlı bir operasyon alanı sağlayacaktır. Çünkü ABD Suriye’de fiili durumlara göre evrilen bir politika izleye gelmiştir. Türkiye bölgeye girme konusunda geciktikçe YPG/PKK uluslararası politik kazanımlar elde etmeye çalışıyor. Bu kazanımları geri toparlamak oldukça zordur. Bu nedenle Türkiye güvenli bölge kurulmasını sağlamalı ve bu bölgede etkin güç olmak konusunda harekete geçmelidir. Stratejisini taktikle beslemelidir.

Sonuç olarak ABD’nin bölgede attığı neredeyse tüm adımlar taktiksel ve bunu besleyen net bir strateji yok. Şayet çok farklı faktörler devreye girmez de bu şekilde devam ederse orada ABD için uzun dönemde başarısızlık kaçınılmazdır. PKK’nın uluslararası politik kazanımlarının önüne geçip bölgede farklı bir dinamik ortaya çıkmaması için de Türkiye’nin kararlı bir şekilde Fırat’ın doğusuna girme planını devreye sokması gerekir. Bunun içinde stratejik adımların yanı sıra taktiksel adımlar atmalıdır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası