Kriter > Dış Politika |

Trump’ın Suudi Arabistan Ziyaretinin Kodları


Suudi Arabistan, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından bu yana dünyanın gündemini oluşturan pek çok terör örgütünün finansal ve fikirsel olarak desteklendiği bir ülke olarak suçlanmaktadır.

Trump ın Suudi Arabistan Ziyaretinin Kodları

Suudi Arabistan, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından bu yana dünyanın gündemini oluşturan pek çok terör örgütünün finansal ve fikirsel olarak desteklendiği bir ülke olarak suçlanmaktadır. Geçen yılın sonlarında ABD Kongresi’nin aldığı karar (Terör Destekçilerine Karşı Adalet Yasası, JASTA) ile Suudi Arabistan cezalandırılmak istendi. Öte yandan Obama dönemi boyunca ABD’nin Ortadoğu’da daha çok İran’a alan açan siyaseti dolayısıyla göz ardı edilen bir ülke oldu. Ayrıca petrol fiyatlarının düşmesinin beraberinde getirdiği ekonomik kriz Suudi Arabistan’ın hem iç siyasetinde sorunlara yol açtı hem de dış politikasındaki aktivizm düzeyini ciddi bir şekilde düşürdü. Ekonomik kriz bir taraftan halkın mutsuzluğu ve sosyopolitik sorunlara yol açarken diğer taraftan da ülkenin petro-dolarlara dayalı dış politikadaki elini de zayıflattı.

Hem iç hem de dış politikada Obama’nın başlattığı bazı süreçleri tersine çevirmeye çalışan ve Ortadoğu’da geleneksel müttefiklerine yöneleceğini açıklayan Başkan Donald Trump sembolik anlamı olan ilk yurt dışı ziyaretini de geleneksel Amerikan müttefiki Suudi Arabistan’a yaptı. İki taraf için de yeni bir başlangıç olarak okunabilen bu ziyareti birkaç husus üzerinden değerlendirmek mümkündür.

Bir kere bu ziyaretle 11 Eylül saldırılarından sonra ötekileştirilmeye başlanan Suudi Arabistan, yeniden ABD tarafından Ortadoğu siyasetinin merkezi ülkelerinden biri olarak kabul gördü. Uzun süredir istikrarını borçlu olduğu Washington ile ilişkilerini düzeltmiş olması Riyad’ın iç siyasi istikrarı bakımından da önemlidir. İki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden rayına oturduğu söylenebilir. Suudi Arabistan ABD’ye bölgede rahat hareket etmenin yollarını açacak ve ekonomik getiri sağlayacak, karşılığında da ABD Suudi Arabistan’ı iç ve dış tehditlere karşı askeri bakımdan destekleyecektir. Ancak bu durumun ne kadar süreceği belli değildir. Diğer bir deyişle bu yakınlaşmanın Trump ile sınırlı kalıp kalmaması tartışılabilir.

İkili ilişkilerin bir de ekonomik boyutunun olduğunu unutmamak gerekir. Sadece bir yıl içerisinde silah satışından 110 milyar dolar gelir elde etmeyi başaran Trump yönetimi toplamda 380 milyar dolarlık anlaşmalar imzaladı. Suudi Arabistan’ın ABD’ye sunduğu en büyük imkanların başında ekonomik kazançlar gelmektedir. Silah antlaşması dışında Suudi Arabistan’ın 2030 ekonomik vizyonu bağlamında özellikle enerji ve yüksek teknoloji konularında iki ülke arasında 200 milyar doları aşan anlaşmalar imzalanmıştır. Bu yüksek meblağlı ekonomik antlaşmalardan dolayı İran’ın dini lideri Ayetullah Hameney yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ı ABD tarafından sağılan bir “sağmal inek” olarak adlandırmıştır.

İkinci olarak Trump yönetimi Suudi Arabistan’ı bölgede İran karşıtı bloğun temel aktörü olarak görmektedir. Obama döneminde önü açılan İran’ın bölgesel yayılmasına karşı Sünni Arap ülkelerine destek verme vaadinde bulundu. 110 milyar dolarlık silah satım antlaşmasını bu bağlamda okumak da mümkündür. Körfez ülkelerine verilen destekle, bölgedeki Arap-Fars güç dengesinde daha dağınık ve kırılgan durumda olan Arap tarafını tutarak ve bir araya getirerek tarafların birbirlerini dengelemesi sağlanmış olacaktır. İsrail’in de bu denklemde Körfez ülkelerine daha yakın durması ABD’nin elini siyaseten daha da rahatlatacaktır. Bu ziyaret sonrasında İran’a karşı yeterince sert bir politika izlemeyen Umman ve Katar gibi ülkelere de müeyyideler uygulanabilir. Zaten ziyaretten hemen sonra Katar’a karşı bir tavır alma söz konusudur. Bazı Körfez ülkeleri Katar medya kuruluşlarının ülkelerinde yayın yapmasına engeller koymaya başladılar. Öte yandan Trump yönetimi, Suudi Arabistan’dan daha önce İran’a karşı kurduğu İslam Ordusu’nu da İslami hareketlere karşı mücadele edecek bir yapıya dönüştürmesini de isteyebilir. Dolayısıyla bu proje ile hem Suudi hem de Amerikan çıkarlarına hizmet etmek mümkün olacaktır.

Üçüncü olarak Arap isyanları ve devrimleriyle birlikte içeriden ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya kalan monarşik rejimler yeniden ABD başta olmak üzere Batılı devletlerin himayesine girmiş oldular. Tunus, Libya, Mısır, Yemen ve Suriye gibi “cumhuriyet” rejimleriyle karşılaştırıldığında Arap isyanlarından daha az etkilenen geleneksel monarşiler bölgedeki halk hareketlerine karşı tedbirler almak zorunda kaldılar. Bugüne kadar daha çok rant dağıtarak kitleleri kontrol altında tutan bu rejimler bugün daha çok dış desteğe muhtaçlar. Trump’ın ziyareti sırasında Riyad’da kurulan Uluslararası Radikalizmle Mücadele Merkezi de el-Kaide ve DEAŞ gibi radikal Selefist örgütlere karşı değil daha çok halk tarafından kabul gören İhvan-ı Müslimin, Islah ve Nahda gibi İslami hareketlere karşı kullanılacaktır.

Körfez ülkeleri 2013-2014 yıllarında ana akım İslami yapıları İran’dan daha öncelikli bir tehdit olarak gördüler. İhvan’ı bir terör örgütü olarak ilan edecek kadar ötekileştirmişlerdi. Trump’ın İslam karşıtı söylemi dikkate alındığında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile birlikte bu hareketlere karşı baskıcı bir siyaset izlemeleri beklenebilir. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’nun geleceği için yatırım yaptığı Suudi ikinci veliahtı Prens Muhammed bin Selman ile BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayid’in bu konuda Trump yönetimi ile yakın çalışacağı beklenebilir. Çünkü bölgedeki toplumsal ve dinsel hareketlere karşı mücadele etme konusunda benzer söylemlere sahip olan bu iki prens dış aktörlere dayalı siyaseti tercih etmektedir. Arap isyanları sırasında ana akım İslami hareketlere ve Türkiye’ye yakın duran Katar yeniden cezalandırılmak istenecektir. 2014 yılında Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn tarafından Katar’a karşı uygulanan baskıya benzer bir karşı siyasi saldırı gelebilir. Katar’ın İslami hareketlere, özellikle İhvan ve HAMAS’a verdiği destek dolayısıyla cezalandırılması istenmektedir. Kısacası ABD ve birlikte hareket ettiği Ortadoğu ülkeleri terörle mücadeleyi sadece radikal Selefist örgütlere karşı değil aynı zamanda belki daha çok ana akım ve geleneksel İslami yapılara karşı bir mücadele olarak yürütecekleri anlaşılmaktadır.

Dördüncü olarak Körfez ülkelerinin yanına Mısır ve Ürdün gibi Sünni Arap ülkelerini de alarak, bölgesel sorunların çözüme kavuşturulması için bölgesel inisiyatifler alınmasını savunan Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini de kısıtlamak amaçlanmaktadır. Son zamanlarda Türkiye’nin desteklediği bütün devlet ve devlet dışı aktörlerin Batılı ülkeler ve bölgedeki destekçileri tarafından ötekileştirilmeleri dikkate şayandır. Özellikle BAE yönetimi ve veliaht prens Muhammed bin Zayid’in Türkiye karşıtı tavrı, Körfez’den Kuzey Afrika ve Somali’ye uzanan bir düzlemde karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin söylemi bölge halklarının menfaatlerini merkezde tutmasını ve bölge ülkelerinin küresel güçlere bağımlılıklarının azalmasını amaçladığı için hem halklarından kopuk bir şekilde ülkelerini yöneten monarşi rejimlerinin hem de bölgenin bağımlılığının devamını isteyen Batılı ülkelerin muhalefetiyle karşılaşmaktadır.

Netice itibarıyla Trump yönetimi ilk yurt dışı ziyaretini Riyad’a yaparak gerçekleştirdiği ikili ve çok taraflı görüşmelerle pek çok kazanç elde etmeyi amaçlamıştır. Trump Tahran’a karşı bir blok oluşturmak, Riyad ile yüksek meblağlı ekonomik antlaşmalar imzalamak, bölgesel güvenlik yapısını kendi menfaatleri doğrultusunda yeniden yapılandırmak ve radikalizm ile terörizme karşı mücadelesine destek toplamak istemiştir. Bugünden sayılan alanlarda ne kadar fayda sağlayacağını kestirmek pek mümkün değilse de bu ziyaretin bölge siyaseti bakımından çok önemli sonuçlara yol açacağı aşikârdır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası