Kriter > Dosya |

Parlamenter Sistemin Ürettiği Krizler


16 Nisan 2017’de yapılan referandumdan evet çıkması halinde tarihe karışacak siyasete müdahale biçimlerinden ikisi “parti bölme” ya da “milletvekili transferi” yoluyla hükümet kurma ya da düşürme olacak.

Parlamenter Sistemin Ürettiği Krizler

Bazı Cumhurbaşkanları Ve Bazı Başbakanlar

Sahne 1

18 Eylül 1937 gecesi köşkte bir tatsızlık olduğu belliydi. Konuklar sofradan erken gönderildi. Salih Bozok ve Kılıç Ali kapıda beklerken Atatürk ve İnönü hususi bir görüşme için çekildiler. Gerisini Kılıç Ali’den dinleyelim:

“Önce Atatürk’ün sesi duyuldu: ‘Neydi o sofradaki afra tafranız Paşa Hazretleri? Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin bakalım!’ İsmet Paşa çok yavaş sesle konuşuyordu. Dediklerini iyice duyamıyordum. Tek tük kulağıma ‘hükümet işleri’, ‘azarlanmak’ gibi kelimeler çarpıyordu.

Atatürk’ün sesi tekrar yükseldi: ‘Ne demek hükümet azası? Ya benim Devlet Reisi olarak görevim nedir? Yaaa! Demek öyle! Siz bildiğiniz gibi işleri yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcübaşısı olacağım! Öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği? Böyle mi memleket idare edeceksin?’

Yine İsmet Paşa konuşmaya başladı.

Hükümeti savunmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Atatürk on dakika kadar kendisini dinledi, sonra: ‘Siz yorulmuşsunuz Paşa!... Sinirleriniz bozulmuş!... Yalnız sinirleriniz olsa yine de zarar vermez ama düşünce selametini de kaybetmişsiniz! Acele dinlenmeğe ihtiyacınız var! Size izin veriyorum, yerinize kimin vekalet edeceğini yarın ajanstan öğrenirsiniz!’...”

Ertesi akşam Ankara Garı’nda bir kez daha buluştular. Mustafa Kemal ve maiyeti II. Tarih Kongresi’ne katılmak için İstanbul’a gidecekti. İnönü de heyeti uğurlamak üzere oradaydı. Rayların üzerine kara bir duman çöküp kalkış sireni istasyon taşlarında yankılanırken Atatürk, İnönü’yü kolundan tutarak trene sürükledi: “Sen de bizimle beraber geleceksin Paşa!”

Atatürk belki de İnönü’nün kendisi yokken bir işler çevirmesinden, idareyi ele almasından endişe ediyordu. Neticede 13 yıldır başvekildi; bürokrasiye ve orduya hakim olmuştu.

Şevket Süreyya Aydemir’in anlattığına göre tren hareket ettikten bir süre sonra Atatürk, “Bizi Paşa’yla yalnız bırakınız” der. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arkadaki salonda konuşurken daha doğrusu Cumhurbaşkanı, Başbakan’a kendisini azlettiğini söylerken ajans o beklenen haberi geçer:

“Başvekil Malatya mebusu İsmet İnönü’ye talep ve ricası üzerine Reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay mezuniyet verilmiş ve Başvekalet vekaletine İktisat Vekili Bayar vekaleten tayin edilmiştir.”

Bir buçuk ay bitmez. Mustafa Kemal, İsmet’i bir daha başvekalete getirmez. Artık sofrasına bile davet etmez. Yalnız çevresindekilerden ona hürmet etmelerini ister.

Atatürk ile İnönü’nün bir süredir geçinemediği sır değildir. Birbirlerine “İsmet büyük adamsın, hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış. Ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylesem inanır mısın?” tarzında mektuplar yazmışlarsa da memleketi kimin idare edeceği konusunda anlaşamamış, çift başlılık sorununu aşamamışlardı.

Sahne 2

Yıllar yılları kovalar. Bu defa İsmet İnönü Cumhurbaşkanı “seçilmiş”, tankların namlularını Meclise doğrultan Fevzi Çakmak sağ olsun; kovularak ayrıldığı köşke Milli Şef olarak geri gelmiştir. Gidişi suskun ama dönüşü muhteşem olmuştur. Çankaya’daki Atatürk büstünü depoya kaldırmış, paraya kendi resmini bastırmış, Nutuk’u adeta yasaklamıştır.

1946 yılında başbakanlığa kendisi gibi Atatürk tarafından “kovulmuş” olan Recep Peker’i getirir. O Peker ki İnönü’nün adeta düşünce ikizidir. 1936 yılında faşizmi incelemek üzere İtalya’ya gönderilmiş, dönüşünde “faşist konsey” kurulmasını teklif eden bir rapor yazmıştır.

Bu rapor Mustafa Kemal tarafından, “Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raporları okumadan imzalıyor” denilerek reddedilmiştir.

Çeşitli mahfillerde İnönü’nün, “Koskoca memleket rakı sofrasından mı idare edilecek?” dediği işitilince, sahibini dövmeyen kedisini döver sözünü haklı çıkarırcasına, Recep Peker hemen ertesi gün CHP genel sekreterliğinden gönderilir.

Şimdi devran değişmiş, İnönü bu eski dostunu başbakan yapmıştır.

Vaktiyle kader birliği etmiş olan bu iki kafadarın arasına bir süre sonra kara kedi girer. Cumhurbaşkanı, Başbakan’ın ülkeyi yönetirken kendisine danışmamasından şikayet eder. Hele o yaptığı atamalar yok mudur? Her yere kendi adamlarını doldurup Cumhurbaşkanı’nın altını oymaktadır. Bir zamanlar kendisinin Mustafa Kemal’e yaptığı gibi.

Sonuç aynı olur. Peker hiç de şık olmayan bir şekilde görevden azledilir. Sonuç: Cumhuriyet tarihinin ilk devalüasyonu… Türk lirası ABD dolarına karşı yüzde 116 değer kaybeder.

Sahne 3

1950 seçimlerinde Demokrat Parti (DP) iktidara gelir. Dörtlü Takrirciler (Bayar, Köprülü, Koraltan ve Menderes) uzun münazaralar neticesinde vazifeleri aralarında pay ederler. En yaşlıları Celal Bayar cumhurbaşkanı, en gençleri Adnan Menderes başbakan olur.

Komitacı Celal Bey’in en büyük zevklerinden biri akşamları radyonun başına kurulup müzik dinlemektir. Yine bir akşam aynı maksatla radyonun başına oturmuşken hoparlörden çıkan Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif sesini duyunca kulakları yerinden çıkacak gibi olur.

Telefona sarılıp Başvekili arar. “Bu ne rezalet? Nedir bu yaptığınız? Devletin radyosunu camiye çevirdiniz” diye bağırmaya başlar. Başvekil bütün beyefendiliği ile sessiz kalır.

İşin aslı şudur ki ilk icraatlarından biri ezanın Arapça okunmasını serbest bırakmak olan Menderes hükümet programını ilan ettikten iki hafta sonra İstanbul ve Ankara radyolarındaki Kur’an yasağını kaldırmıştır. Önemli dini günlerde mevlit okutulmasına da izin vermiştir.

Bu telefon konuşmasından sonraki gün Başbakan köşke çıkar ve Cumhurbaşkanı’na istifasını sunar. Bayar halkın teveccühünü kazanmış bir liderin böyle bir sebeple istifasını kabul etmeyi göze alamaz. Gönlünü alarak onu görevine devam etmeye ikna eder.

Fakat on yıllık DP iktidarı boyunca bu gönül kırmalar, gönül almalar, restleşmeler, tartışmalar hiç bitmez. 1960 Darbesi’nden sonra yargılanmak üzere Yassıada’da buluşuncaya dek Bayar’ın icat ettiği sudan sebepler yüzünden kavga etmeye ve çekişmeye devam ederler.

Sahne 4

Eski sistemde işler kolayca şahsileşiyor, senin adamın benim adamım kavgası memleketi kolayca felakete sürüklüyordu. Bazı cumhurbaşkanlarının atandığı ya da kendisini atadığı düşünülürse bu da gayet doğaldı.

Adnan Menderes’in siyasi iddiasını sürdürdüğü vehmedilen ama aslında Menderes’in değil Celal Bayar’ın takipçisi addedilmesi daha doğru olan Süleyman Demirel şapkadan tavşan ve başka şeyler çıkarmakta mahirdir. Çeşitli mahfillerde anlatılan ama pek yazılmayan bir rivayete göre 1973 Mart’ında bir akşam maiyet ve korumalarını atlatıp şapkasını yanına alarak Ankara sokaklarında kaybolur. Karanlıktan istifade ederek emekli amiral ve kontenjan senatörü Fahri Korutürk’ün evine sızar.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri çıkmazdadır. Askerlerin adayı Faruk Gürler Genelkurmay Başkanlığından boşuna istifa etmiş, yapılan bilmem kaç tura rağmen seçilememiştir. Mevcut Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin uzatılması düşünülmüş ama başarılamamıştır.

Ferruh Bozbeyli, Tekin Arıburun gibi isimler üzerinde uzlaşma sağlanamamaktadır. Cevdet Sunay görev süresi bitmek üzereyken böylesine önemli bir kararı veremeyeceği gerekçesiyle partilerin üzerinde ittifak ettikleri Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’ı senatör olarak atamayıp aday olmasına giden yolu kapatmaktadır.

2 Nisan’da Demirel, iki başka isimle birlikte Fahri Korutürk ismini ortaya atar. Ecevit Korutürk’ü hemen kabul eder. 6 Nisan’da yapılan 15. turda bu emekli asker ve diplomat 6. Cumhurbaşkanı olarak seçilir. Görev yaptığı yedi yılda sekiz hükümet kurulur. İkisinin başbakanı Demirel’dir.

Fakat buna rağmen çok iyi geçindikleri sanılmasın.

Sahne 5

Koltuk masada ya da odada durduğu gibi durmaz. İhtiras velinimet tanımaz. Bu hükümetlerden ikincisinde Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında büyük bir atama krizi patlak verir.

Yıl 1977… Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun hükümete karşı hasmane tutumundan dolayı emekliye sevk edilmiştir. Bu göreve atanabilme özelliklerine sahip üç orgeneral vardır: Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Adnan Ersöz, İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Şükrü Olcay ve Üçüncü Ordu Komutanı Ali Fethi Esener.

Demirel bu göreve kendisine yakın olan Orgeneral Esener’i getirmek ister. Korutürk, Esener’in atanmasına ilişkin kararnameyi imzalamaz. Gerekçesi ise kimi zaman memleket idaresinin gizli anayasası haline gelen ve “teamül” adı verilen ucubedir.

Kriz tırmanır ve yaşanan düğüm bu üç paşanın da emekli edilmesiyle çözülür. Gelebileceği en üst mevkie zaten gelmiş bulunan ve emekli olması gereken Kenan Evren, talihin bir cilvesi olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığına kurulur. Bir yıl sonra da Genelkurmay Başkanı olur.

Sonrasını biliyorsunuz… Sonu gelmek bilmeyen Cumhurbaşkanlığı seçimi turları ve 12 Eylül…

Sahne 6

1983 yılında darbeci Kenan Evren demokrasiye dönüşün kefareti olarak cumhurbaşkanı seçilmiş sayılır. Parti kurmasına kerhen izin verilen ama kendisine hiç şans verilmeyen Turgut Özal yapılan ilk seçimlerde muvazaalı partilere karşı büyük bir zafer kazanır. Özal tek başına hükümet kuracak sayıya ulaşmıştır ama Cumhurbaşkanı’nın onu Başbakan yapmayacağı konuşulmaktadır. “İrtica”, “ihanet”, “kabul edilemez”, “seçimler geçersiz sayılabilir” lafları havada uçuşmaktadır.

Seçimlerden sonraki ilk karşılaşmalarında Özal, Türk siyasi tarihinin en ilginç hamlelerinden birini yapar. Tokalaşırken Evren’i tutup kendisine çeker, iştiyakla sarılır, muhabbetle kucaklar ve yanaklarından şapır şupur öper. Bu sıcakkanlılığının bir meyvesi midir bilinmez, Evren lütfen ve mecburen hükümeti kurma görevini Özal’a verir. Fakat yaptığı her şeyi sıkı sıkı denetler, tabir-i caizse “sırtından sopayı eksik etmez.”

Aynı Özal 1989’da, 1960’da darbe ile alaşağı edilen Bayar’dan 39 yıl sonra, Cumhuriyet tarihindeki ikinci sivil cumhurbaşkanı seçilir. Kendi partisi haricindeki bütün partiler seçimi boykot etmiştir. Kendisi için “alışamadık” diyenlere Özal “alışırsınız, alışırsınız” diyerek mukabele eder.

Fakat alışamazlar. En başta yerine bıraktığı Yıldırım Akbulut. Sonra Akbulut’un yerine seçtirdiği Mesut Yılmaz. Ülkede hükümet kurulamaz hale gelir. Yapılan seçimler Demirel’in bilmem kaçıncı kez geri dönüşü ile neticelenir.

Demirel hükümet işlerini filan bir kenara bırakıp cumhurbaşkanı ile uğraşmaya başlar.

Onu koyun güdememekle, hayali icraatlarını baltalamakla suçlar. “Devlette çift başlılık olmaz” naralarıyla Özal’ı devirmek, başaramazsa devre dışı bırakmak için çok yönlü kulis ve kumpas kampanyaları yürütür, siyasi literatüre “by-pass” gibi terimler armağan eder.

Olan memlekete olur. Ekonomik ve siyasi kararlar alınamaz. Ülkenin mali yapısı çok uzun süre düzelmemek üzere bozulur.

Sahne 7

Özal’ın ölümünün ardından köşke çıkmak da Demirel’i rahatlatmaz. Çekişmeli bir kongre sonrasında partinin başına Tansu Çiller geçer. SHP ile koalisyonu devam ettirir fakat Demirel’in bakanlarının çoğunun kabinedeki görevlerini devam ettirmez. 20 kişiden 17’sini değiştirir.

Bunu kendisine yönelik bir tasfiye hareketi olarak gören Çankaya’nın kurdu Cumhurbaşkanlığı yetkilerini suistimal ederek hükümeti sabote etmeye başlar. Bir yandan da parti içindeki adamları marifetiyle ortalığı karıştırmaktadır.

Olaylar o kadar çirkinleşir ki Demirel bir ifadesinde: “Bayan olmasa Tansu Hanım’ı camdan atardım” demeye kadar vardırır işi. Bu süreçte Türk lirası dolar karşısında yüzde 100 değer kaybeder. Enflasyon zapt edilemez bir canavara dönüşür. İşsizlik ve iflaslar had safhadadır.

Çiller gider, Demirel gitmez. Siyaset sahnesinde 28 Şubat post-modern darbesinin mimarı olarak salınmaya devam eder. Konumu ve tecrübesini adeta bir kaos lordu gibi kullanır. Siyasi hasımlarını ayak oyunlarıyla devre dışı bırakır. Korkuları besleyip askerleri idareye ortak eder.

Bunlar yaşanırken arka planda bankalar hortumlanmakta, memleket soyulmakta,

Sahne 8

1973’te denenen fakat tutmayan formül 2000’de başarılı olur. MHP’li aday Sadi Somuncuoğlu başka bir MHP’li vekil tarafından tartaklanırken Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer beş partinin ortak adayı olarak cumhurbaşkanı seçilir.

Sezer cumhurbaşkanlığı boyunca adeta “hazinenin üzerinde oturan ejderha” gibi davranır. Çankaya’nın yalnızı boş vakitlerini hükümet kararları ve TBMM’den geçen yasa tekliflerine uzun reddiyeler yazmakla geçirir. Nihayet 19 Şubat 2001’de mesele fiziksel bir hal alır.

O gün toplanan MGK’da Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatır. Ecevit medyanın karşısına çıkıp ağlamaklı bir yüz ifadesiyle, “Ben böyle terbiyesizlik görmedim” minvalindeki sözlerle toplantıda yaşananları “sindiremediğini” anlatır.

Borsa yüzde 14,6 düşer. Repo faizleri yüzde 7.500’e fırlar. Merkez Bankası’ndan 7,6 milyar dolar buharlaşır. Devalüasyon olur. O yıl 450 bin, sonraki yıl da 510 bin kişi işsiz kalır. Memleket bir harabeye döner.

Hükümet kurmak imkansız hale gelir ve 2002 seçimlerinde millet bu olayın kendi seçimiyle gelmiş olan bütün taraflarını tarihin çöplüğüne gömer.

Halk tarafından seçilmediği için Sezer Çankaya’da oturmaya ve bu defa da AK Parti iktidarının çalışmalarını baltalamaya devam eder. Milletvekillerinin başörtülü eşlerini resepsiyonlara davet etmemek gibi “mühim” işlerle uğraşır. 67 yasayı, 22 Bakanlar Kurulu Kararını ve 729 müşterek kararnameyi veto ya da iade etmek gibi, herhangi bir çift başlı sistemde dahi kırılması zor rekorlara imza atar.

Hülasa…

Kabul ve itiraf etmek gerekir ki bozuk bir sistem kişileri de ifsat eder. Bırakalım aynı siyasi hareketin fertleri ya da çocukluk arkadaşı olmayı, kardeş olmak bile sistem tarafından üretilen böylesi bir çatışmayı engellemez. Sistemin kötülüğü kişilerin iyi olma ihtimaline teslim edilemez.

Yukarıdaki olayları isimleri ve tarihleri değiştirerek başka bir ülkede yaşanmış gibi anlatsaydım, yahut birer fantastik hikaye tadında yazsaydım, sanırım pek çoğunuz bu kadarını bile absürt bulurdunuz. Trajediler yaşandıktan sonra komediye dönüşür, evet. Fakat bizler bu olayları ve sayısız benzerlerini adeta bir devridaim makinesine hapsolmuşçasına tekrar tekrar yaşadık.

Artık cumhurbaşkanını biz seçiyoruz. Cumhurbaşkanına “hükümet etmesi için” oy veriyoruz. Cumhurbaşkanını memleketin gidişatından mesul tutuyoruz. Bu mesuliyeti tahakkuk ettirmek için gerekli yetkilerle donatıyoruz.

Burada durup şu soruyu sormakta yarar var: Acaba Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki kaç cumhurbaşkanı halkın yarısından fazlasının oyunu alabilirdi? Kaçı yukarıda anlatıldığı gibi davranabilir ve kaçı tekrar seçilebilirdi?

BAZI HÜKÜMET KURMA VE DÜŞÜRME YÖNTEMLERİ

16 Nisan 2017’de yapılan referandumdan evet çıkması halinde tarihe karışacak siyasete müdahale biçimlerinden ikisi “parti bölme” ya da “milletvekili transferi” yoluyla hükümet kurma ya da düşürme olacak.

Demokratik Parti örneği: 1970’te Adalet Partisi (AP) içindeki Demirel muhalefeti şiddetlenmişti. 72 milletvekili önce muhtıra verdiler. 11 Şubat’ta yapılan bütçe oylamasında bu vekillerden 41’i ret oyu vererek hükümetin düşmesini sağladılar. Aynı vekillerin bir kısmı kendileri ayrılarak diğerleri kovularak Demokratik Parti’yi kurdu. AP Cumhuriyet Senatosu’ndaki çoğunluğunu kaybetti. 1971 Muhtırası’na giden kargaşanın yolu böylece açıldı. Parti başkanı Ferruh Bozbeyli 1973’te cumhurbaşkanı adayı olduysa da seçilemedi. Oyları zamanla eriyen parti 1978’de son bir çırpınışla Ecevit tarafından kurulan koalisyon hükümetine girdi. 1980’de kendisini feshedip mallarını Kızılay’a devretti.

Güven Partisi örneği: Cumhuriyet tarihinin en kısa süreli başbakanı Turhan Feyzioğlu’dur. 80 İhtilali’nden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından başbakan ilan edildikten beş saat sonra bu atama geri çekilmiştir. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun dedesidir. 60’lı yıllarda İnönü sonrası CHP’nin genel başkanlığı için adı geçen isimler arasındaydı. Ortanın solu lafları ve Ecevit’in güçlenmesinin ardından genel sekreterlik görevinden istifa etti. 47 milletvekili ve senatörle birlikte Güven Partisi’ni kurdu. Bilahare Cumhuriyetçi Parti ile birleşerek Cumhuriyetçi Güven Partisi adını alan bu oluşum küçük partileri yutarak büyüdü. 1971’de Milli Güven Partisi oldu. Üyeleri kaotik dönemlerde kritik roller üstlendiler. Bunlardan biri olan Ferit Melen önce Nihat Erim hükümetinde bakanlık, sonra da askerler tarafından atanarak başbakanlık yaptı. Parti de hem 1975’teki I. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde hem de 1978’deki Ecevit koalisyonunda yer almak gibi ilginç duruşlar sergiledi.

Güneş Motel vakası: Cumhuriyet tarihindeki en acayip toplu transfer vakası… 1977 seçimlerinden birinci çıkan Demirel tek başına iktidar olamayınca II. Milliyetçi Cephe koalisyonunu kurdu. Bunu hazmedemeyen CHP önce Ankara’da, sonra da Florya’daki Güneş Motel’de “12 kumar borcu olmayan vekil aranıyor” şifresiyle görüşmeler ve pazarlıklar yaptı. 11 milletvekiline kuracağı hükümette bakanlık vermeyi vaat ederek Demirel hükümetinin gensoru ile düşürülmesini sağladı. Karışanların bazılarının bilahare Yüce Divan’da yargılandığı bu pazarlıklarda “derin güçler” de rol oynadı. 1978’de kurulan Ecevit hükümetinde bu 11’lerden 10’u bakan yapıldı.

Demokrat Türkiye Partisi örneği: Süleyman Demirel’in “yancı”sı olarak efsanevi bir siyasi kariyer yapan Hüsamettin Cindoruk en ölümcül hamlelerinden birini 28 Şubat sürecinde yaptı. Çiller’in Erbakan’la yeni bir hükümet kurmasını imkansız hale getirmek için Doğru Yol Partisi’ni (DYP) bölerek Demokrat Türkiye Partisi’ni (DTP) kurdu. DTP hiçbir seçime katılmadan 1998’de kurulan ANASOL-D hükümetinin küçük ortağı oldu. 1999’da girdiği ilk seçimden binde 58 oy alarak “sıfır” milletvekili çıkardı. Tarihin çöplüğüne atıldı atılmasına ama keşke TBMM’deki berber koltuklarının dili olsa da bu süreçte çevresinde konuşulan şantajları, tavuk çiftliklerini, benzin istasyonlarını ve nakit paraları anlatsa.

BAZI TEK PARTİ İKTİDARLARI VE BAZI KOALİSYONLAR

Başbakan Binali Yıldırım tarafından kurulup 24 Mayıs 2016 tarihinde göreve başlayan halihazırdaki hükümet Cumhuriyet tarihinin 65. Hükümeti’dir. 1920-1923 arasındaki 5 İcra Vekilleri heyeti bu sayının dışındadır. İlk Cumhuriyet hükümetinin 1 Kasım 1923’te İsmet İnönü tarafından teşekkül ettirildiği düşünüldüğünde 64 hükümetin ortalama görev süresi 1 yıl, 5 ay, 13 gündür.

64 hükümetin 18’i 1950 yılındaki ilk gerçek seçimlerden önce kurulmuştur. Bunları dışarıda bıraktığımızda geride kalan 46 hükümet bakımından da sonuç pek değişmemektedir. Ortalama ömür 1 yıl, 5 ay, 8 gündür.

46 hükümeti temsil ve hükümet kurma biçimi açısından tasnif ettiğimizde şunları görürüz:

- 22 tek parti hükümeti kurulmuştur. Siyasi partilerin devamlılığı açısından baktığımızda bu aslında sadece 4 döneme tekabül eder. Çünkü bu 22 hükümet içerisinde 1950- 1960 arasında Adnan Menderes tarafından kurulan 5, 1965-1971 arasında Süleyman Demirel tarafından kurulan 3, 1983-1991 arasında Özal ve takipçileri tarafından kurulan 4, 2002-2016 arasında Tayyip Erdoğan, selefleri ve halefleri tarafından kurulan 6 hükümet mevcuttur.

- Bu dört dönemin dışında kurulan tek parti hükümetleri zaten güvenoyu alamayarak düşmüş olduklarından “azınlık hükümeti” olarak değerlendirilmeleri daha doğru olacaktır. Süleyman Demirel’in 1979’da kurduğu azınlık hükümeti ise darbe ile devrilmiştir.

- 14 koalisyon hükümeti kurulmuştur. En uzun ömürlü koalisyon hükümeti 28 Şubat sürecinin zorlamasıyla 3 yıl, 5 ay, 22 gün yaşayan DSP-MHP-ANAP hükümetidir. Hitamında bu üç partinin ikisi baraj altında kalarak adeta tarihe karışmıştır.

- Koalisyonların yaygın olduğu 1970- 1980 arasında hükümetlerin ömrü ortalama 10 aydır. Benzer bir niteliğe sahip 1991-2002 arasındaki dönemde ortalama ömrü 16 ay olan dokuz hükümet kurulmuştur.

- Geride kalan 66 yılda doğrudan darbe hükümeti olarak değerlendirilebilecek 3 hükümet vazife icra etmiştir. Darbeciler ya da vesayet odakları tarafından dolaylı yollardan teşekkül ettirilen ve teknokratlar hükümeti, uzlaşma hükümeti, geçici hükümet gibi kavramlarla tavsif edilen partisiz hükümetlerin sayısı 5’tir. Bu hükümetlerde bazı parti mensuplarının yer almış olması durumu değiştirmez. Tavanda kurulmaları ve herhangi bir siyasi tabana sahip olmamaları nedeniyle bunlara “tabansız hükümet” de denebilir.

- Oluşan tıkanıklıkları aşmak üzere 1990 sonrasında iki seçim hükümeti kurulmuş, bunlara Bülent Ecevit ve Ahmet Davutoğlu başkanlık etmiştir.

- Beş yılda bir yapılması gereken seçimler, sistemin mütemadiyen tıkanması nedeniyle ortalama 3,5 yılda bir yapılmıştır.

Türkiye’de şu ana kadar yapılan demokratik seçimlerde halkın yarısından fazlasının oyunu almayı iki kez Demokrat Parti ve bir kez de Adalet Partisi başarmıştır. 1950’den 2016’ya kadar kurulan 46 hükümetten sadece beşi (4 Menderes, 1 Demirel) yüzde 50’nin üzerinde bir seçmen kitlesini temsil etmiştir. AK Parti yüzde 49,5 ve yüzde 49,8’lik oranlarla buna en çok yaklaşan parti olmuştur.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kabul edilirse bütün hükümetler halkın yarısından en az bir fazla oy alarak seçilebilecek ve hükümetlerin ömrü ciddi bir tıkanma olmadığı takdirde beş yıl sürecektir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası