Türkiye 24 Haziran’da kendi geleceğine şekil verecek bir seçime gidiyor. Seçmenler beş yıllık dönem için Türkiye’yi yönetecek ekibi seçecekler. Bazı dönemlerde seçimler küresel konjonktürün etkisiyle sadece o seçim döneminin değil on yılların kaderini şekillendirir. 24 Haziran seçimi dünyanın içinde bulunduğu bu çalkantılı atmosferde işte böyle bir tabloyu işaret ediyor. Ortadoğu’da yükselen tansiyon sıcak çatışmaya doğru giderken ve küresel güçler arasında kartlar yeniden karılırken Türkiye’nin bu atmosferde tercih edeceği politikalar Türkiye dışındaki bölge aktörlerini ve küresel güçleri yakından ilgilendiriyor. Özellikle 2009 sonrası bağımsızlaşan Türk dış politikası ABD eksenli Ortadoğu projeksiyonlarında büyük bir problem olarak görülüyor. Suriye, İran ve İsrail’e ilişkin AK Parti tarafından dizayn edilen bağımsız dış politika yaklaşımları her geçen gün ABD’yi biraz daha rahatsız ediyor. Rahatsız etmekle de kalmıyor Türkiye’nin izlediği politikalar ABD’ye hem ekonomik hem de küresel düzeyde siyasi bir maliyet üretiyor.
Öte yandan bağımsız dış politika izlemenin Türkiye’ye de maliyetleri oluyor. Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi istikrarsızlaştırma hamlelerini Türk dış politikasındaki tercihlerden bağımsız düşünmek mümkün değil.
Türkiye böylesi sarsıcı maliyetleri vatandaşlarının siyasal istikrar ısrarı ve saldırılar karşısında kenetlenmesiyle göğüsledi. Seçmenler dış kaynaklı gördükleri türbülanslara mevcut iktidarı güçlendirerek cevap verdi. Bu destek iktidara izlediği dış politikada daha da kararlı ve cesur davranma imkanı verdi.
Son dönemde küresel çatışma ve gerilimler daha da sertleşirken ve Türkiye hem siyasi hem de ekonomik anlamda küresel güç merkezleri tarafından baskılanırken 24 Haziran seçimleri bağımsız dış politika tercihlerinin geleceğini yakından ilgilendiriyor.
Seçmen bundan önce olduğu gibi bu seçimde de yürütme ve yasamada AK Parti ve adayı Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinde konsolide olursa başta Ortadoğu krizleri olmak üzere dış politika konularında bağımsız politikalara kararlılıkla devam edilmesi imkanı doğacaktır. Böylesi bir durumda Erdoğan’ın bölgesel sorunlara ilişkin sürdürdüğü proaktif politikanın ve liderliğin 24 Haziran seçim zaferiyle çok daha etkin bir noktaya gelmesi ve Ortadoğu arenasında Türkiye’nin elini güçlendirmesi beklenebilir.
Türk dış politikasına etkisi her geçen gün azalan küresel güçlerle beraber bölge halkları ve yönetimleri de 24 Haziran seçim sonuçlarını yakından takibe almış durumdalar. Özellikle Suriye, İran, İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkelerin yönetimleri 24 Haziran’da Türkiye’deki seçmenlerin sandıktaki tercihlerinin kendileri için de büyük önem taşıdığının farkındalar.
Trump'ın ABD'nin İran ile nükleer anlaşmadan ayrılacağı ve 2015'te askıya alınan İran yaptırımlarının yeniden uygulanacağına ilişkin kararına birçok ülke ve uluslararası kuruluş tepki gösterdi.
24 Haziran ve Türkiye’nin Suriye Politikası
Türkiye ile ABD arasında Suriye merkezli politik ayrışma stratejik ortaklık konseptini de bitirecek derinlik kazanmış durumda. Türkiye için ulusal güvenlik sorunu olan PKK terör örgütü ve uzantılarının ABD tarafından silahlandırılarak Kuzey Suriye’de düzenli orduya dönüştürülmesi bu kırılmanın en görünür hali. AK Parti iktidarı krizin başından bu yana izlediği politikada 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yeni bir faza geçti. Suriye krizinin en büyük maliyetini üstlenen Türkiye 15 Temmuz sonrası ordudan FETÖ mensuplarının tasfiyesi ve siyasi iradenin kararlılığıyla sınır ötesi askeri operasyonlara başladı.
24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile başlayan askeri müdahale 20 Ocak 2018’de Afrin’in özgürleştirilmesini hedef alan Zeytin Dalı Harekatı (ZDH) ile devam etti. Suriye krizinde askeri varlığını sahada ortaya koyan Türkiye masada da güçlendi. Askeri operasyonlar Cenevre, Astana ve Soçi gibi çözüm arayışlarında Türkiye’nin elini güçlendirdi.
Fakat AK Parti iktidarının Suriye’de askeri varlık gösterme stratejisine hem içeriden hem de dışarıdan direnç geldi. ABD, planlarını akamete uğrattığı için bu yeni durumdan rahatsız olurken iç politikada ise CHP askeri operasyonların Türkiye’yi kaosun bir parçası yapacağı tezini işledi. CHP sınır ötesi operasyonlara genel politika tercihi olarak karşı bir duruş sergilerken spesifik olarak iki itiraz getirdi:
Ana muhalefet FKH’de ÖSO unsurlarıyla birlikte hareket edilmesine ve ZDH’de ise şehir merkezine girilmesine karşı çıktı. ÖSO’nun ABD tarafından eğit-donat kapsamında meşru muhalefet olarak görülmesine; Cenevre, Astana ve Soçi gibi uluslararası çözüm arayışlarında Suriye’nin meşru bir unsuru olarak tanınmasına rağmen CHP pozisyonunu değiştirmedi. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin bundan sonra da ÖSO ile birlikte Suriyelilerin haklarını savunmaya devam edeceğini bir politika olarak ortaya koydu.
CHP’nin diğer itiraz noktası ise PKK/PYD tarafından kontrol edilen Afrin şehir merkezinin özgürleştirilmesi operasyonuna oldu. AK Parti iktidarı ise terör koridoru olarak bilenen Kuzey Suriye’deki hattın kesilmesinin operasyonun ana gerekçelerinden biri olduğunu belirterek şehir merkezine yönelik operasyonda kararlı davrandı.
ÖSO ile askeri operasyonlara karşı çıkan ve Afrin şehir merkezine müdahale edilmesini istemeyen CHP’nin Suriye’ye ilişkin genel yaklaşımı Esed rejimiyle anlaşmak üzerine kurulu. ABD, Esed ile mücadeleyi Suriye politikasının merkezinden çıkardıktan sonra CHP’nin rejimle barışma çabaları yoğunluk kazandı. ABD için önemli olan Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu PKK/PYD unsurlarının varlığını korumak. Düzenli orduya dönüşen bu terör grupları ABD’nin bölgedeki kara gücü görünümde. CHP’nin Afrin’de şehir merkezine girilmemesi talebi ABD’ye bir mesaj niteliğinde okunabilir. Fakat Recep Tayyip Erdoğan’ın perspektifinde PKK/PYD unsurlarına Fırat’ın batısında yaşam şansı tanınmıyor. Erdoğan Afrin’den sonra Münbiç’in PKK/PYD unsurlarından arındırılması konusunda da kararlılığını her platformda vurguluyor. Münbiç’te verdiği sözü tutmayan ABD, Türkiye’nin askeri operasyonlarıyla baskılanmış durumda.
24 Haziran öncesi sandıktan farklı bir sonuç çıkar beklentisiyle ABD’nin konuyu gündemde tutmama eğiliminde olduğu görülüyor. CENTCOM generalleri Beyaz Saraya “Seçimden önce adım atmayız, oyalayalım” mesajını göndermiş durumda.
ABD, 24 Haziran seçim sonuçlarını Türkiye’nin İran ve Rusya ile birlikte yürüttüğü Astana ve Soçi süreçleri perspektifinde de izliyor. ABD yönetimine göre bu süreçler liderlerin (Erdoğan, Putin, Ruhani) merkezinde gelişen süreçler. Beyaz Saray Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerinden zaferle çıkması durumunda bu inisiyatifin bir geleceğinin olabileceğini aksi durumda inisiyatifin dağılacağını öngörüyor.
Sıcak Çatışma Riski ve 24 Haziran
ABD Başkanı Trump’ın İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve Tahran’a ekonomik yaptırımların tekrar başlayacağını açıklaması bölgede yeni bir gerilimin oluşmasına neden oldu. Birçok Avrupa firmasının yanında Türkiye’nin İran ile ticareti de Amerikan yaptırımlarının tehdidi altında. Tahran ile ticaret hacmi nükleer anlaşma sonrası hızla artan Türkiye, İran’a yaptırımlar konusunda AB ülkeleriyle uyumlu bir duruş sergileyerek ABD’ye direnç gösteriyor. Her ne kadar Avrupa, Rusya ve Çin dirense de ABD’nin agresif bir şekilde İran’ı ekonomik ve siyasi çerçeveleme stratejisi bölgesel gerilimi artıracaktır.
Suriye, Lübnan ve Yemen’de devam eden vekalet savaşları yerini asli unsurların sıcak çatışmasına bırakabilir. BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya’nın ABD’yi bu konuda baskılama ve geri adım attırma kabiliyetinden bahsetmek oldukça güç.
ABD’nin yanına Suudi Arabistan ve İsrail’i alarak İran’a karşı sınırlı bir askeri operasyon düzenlemesi de ihtimal dışı değildir. Böylesi bir ortamda İran, Rusya ve Türkiye’nin Suriye özelinde kurduğu üçlü mekanizma Washington’ın Tahran’a karşı askeri planları için caydırıcı bir oluşum olarak değerlendirebilir.
Erdoğan’ın 24 Haziran’da tekrar seçilmesi durumunda kurulan üçlü mekanizma Suriye konusunun yanında diğer bölgesel konulara ilişkin projeksiyonlar da üretme potansiyeli taşıyor. Bölgede yeni bir sıcak çatışma ihtimaline karşı bu mekanizmanın kaosu önleme amacıyla alabileceği inisiyatifleri mevcut.
İsrail ve Arap Rejimlerini Rahatsız Eden Liderlik
Son dönemde ABD’nin öngörülemez dış politika yaklaşımlarından biri de İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanıması oldu. Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) dönem başkanı olarak üye ülkeleri iki kez acil toplantıya çağırdı. İlk toplantının ardından konu yine Türkiye’nin liderliği çerçevesinde BM Genel Kurulu’na geldi ve yapılan oylama neticesinde ABD uluslararası arenada yalnızlaştı. Bu süreçte İslam ülkelerinin mobilizasyonunu sağlayan en önemli etkenin Erdoğan’ın liderliği olduğunu vurgulamak gerekiyor.
ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’te açıldığı gün dünyadan pek çok eleştiri olmasına rağmen İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Twitter hesabından sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan bir paylaşım yapması Erdoğan’ın liderliğinin önemini gösteren bir başka durumdur. İsrail yönetimi her platformda Erdoğan’ı hedefe koyarak bu liderliğe karşı açıktan cephe almış durumda. 24 Haziran’da İsrail’in işgalci politikalarına karşı uluslararası kamuoyunu harekete geçiren Erdoğan’ın yeniden seçilmesi İsrail açısından bir kabus senaryosu görünümünde.
Fakat ilginçtir ki Erdoğan’ın seçilmesi bölgede sadece İsrail’in kabusu değil. Aynı zamanda Kudüs konusunda Arap toplumlarındaki öfkeyi ve tepkiyi yansıtamayan bazı Arap rejimleri de Türkiye’nin liderliğinden rahatsızlık duymakta. Türkiye’nin çağrısı üzerine İİT Kudüs toplantısına katılım konusunda isteksiz bir tablo çizen bu rejimlerin en son isteği kendilerini baskılayan ve Arap sokaklarının kahramanı olan Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerini zaferle sonuçlandırması olacaktır.
Türkiye 24 Haziran’da sadece kendisinin değil dost ve düşmanlarının da geleceğine yön verecek bir seçime gidiyor.