Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 Kasım’da milletin gönlündeki Atatürk’e vurgu yaptığı konuşmanın ardından Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm konuları ülke gündeminde kendine yeniden yer buldu. Erdoğan’ın CHP’nin elinde dogmatik bir ideoloji haline dönen Atatürkçülüğü eleştirdiği ve Atatürk’ü “CHP’nin tekelinden kurtarmak”tan söz ettiği konuşma farklı biçimlerde yorumlandı. Cumhurbaşkanının konuşmasından bu yana çeşitli mecralarda tartışılan Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm’in ne olduğunu, nasıl oluştuğunu, Türk siyaset ve toplumu için ne ifade ettiğini Şükrü Hanioğlu ile konuştuk.
SÖYLEŞİ: MEHMET AKİF MEMMİ
PROF. DR. ŞÜKRÜ HANİOĞLU KİMDİR?
Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Ekonomi alanında tamamladı, siyaset bilimi doktorasını aynı üniversitede yaptı. Doktora tezini İttihad ve Terakki Cemiyeti kurucu üyelerinden Abdullah Cevdet üzerine yazdı.
Son dönem Osmanlı politika ve diplomasi tarihi ve Türk siyaset hayatı konularında İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Deniz Harp Okulu ve Columbia, Wisconsin, Michigan ve Chicago üniversitelerinde dersler verdi; seminerler yönetti. Ahmet Ertegün Vakfı Başkanlığı, Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Program ve Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu.
“Son dönem Osmanlı, erken dönem Türk entelektüel, diplomatik ve siyasal tarihine farklı bir bakış açısıyla yaklaşan uluslararası düzeyde üstün nitelikli çalışmaları” nedeniyle 2010 yılında TÜBİTAK Özel Ödülü’ne layık görüldü. Hanioğlu, 2012 yılında ise Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür. Sabah Gazetesi yazarıdır.
Atatürkçülük nedir, bütün bir ideolojiden bahsedebilir miyiz, Kemalizm ile Atatürkçülük arasında fark var mı?
“Atatürkçülük/Kemalizm” Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün değişik konularda dile getirdiği görüşler, vecizeler ve uyguladığı siyasetlerin kullanımı ile inşa edilmeye çalışılan bir ideolojidir. Atatürk’ün böylesi bir ideolojinin kurucusu olma amacı taşımaması ve bir siyasetçi olarak 1919-1938 yılları arasında çelişkili söylemler kullanması nedeniyle bu ideolojiyi değişik biçimlerde inşa etmek mümkündür. Örneğin Mustafa Kemal’in İstiklal Harbi sırasında kullanmak zorunda kaldığı söylemlerden hareketle İslamcı ya da sosyalist bir Atatürkçülük inşa olunabilir. Ancak bu söylemler aracılığıyla bütünlüğü olan, derinlikli ve kapsayıcı bir ideoloji inşa etmek mümkün değildir. Bunun temel nedeni ise bunların bir “ideoloji” tesisi için dile getirilmemiş olmasıdır. Atatürk, Auguste Comte ya da Karl Marx gibi kuram geliştiren bir düşünür olmamasının yanı sıra Lenin gibi belirli bir kuramı (Marksizm) siyasete dönüştüren bir kişilik de değildir.
Kemalizm ile Atatürkçülük arasında özü açısından bir farklılık yoktur. 1980 Darbesi sonrasında cunta liderleri kamuoyunda yıpranmış olduğunu düşündükleri Kemalizm yerine Atatürkçülük kavramsallaştırmasını öne çıkarmaya çalışmışlardır. Onları “Atatürkçü” görmeyen kesimler de ilginç bir şekilde bu kullanım ile kendilerini farklılaştırmaya gayret etmişlerdir. Son tahlilde her iki kullanım da lider kültüne dayalı bir ideoloji inşa edilmesi çabasına atıfta bulunur.
Atatürk’ün Farklı Siyasetleri Araçsallaştırılıyor
Atatürk’e değer vermek ve sevmek ile Atatürkçülük aynı anlama mı geliyor?
Atatürk’e değer vermek ve sevmek ile Atatürkçülük ya da Kemalizm birbirinden farklı yaklaşımları ortaya koymaktadır. Bir kurucu liderin saygı görmesi ile onun etrafında oluşturulan kült üzerinden siyaset üretmek ve toplumu şekillendirmeye çalışmak farklıdır. Başka bir örnek üzerinden açıklamaya çalışırsak George Washington ABD’de kurucu lider olarak saygı görür. Ancak artık tarihselleştirilmiş bir kişilik olan Washington’ın vecizeleri, siyasetleri ya da Veda Konuşması (Farewell Address, 1796) benzeri metinlerden yola çıkılarak Washingtoncılık adına günlük siyasetler şekillendirilmeye çalışılmaz. Türkiye Atatürk’ün farklı siyasetlerinin meşrulaştırma amacıyla araçsallaştırılması nedeniyle bu eşiği henüz aşamamıştır.
“Post-Kemalist dönemde” Atatürkçülük (ve tartışmaları) 2017’de Türkiye için ne anlama geliyor?
Türkiye birkaç kez post-Kemalizmin eşiğine gelmesine karşılık o döneme tam anlamıyla girememiştir. Bu eşiği aşamama bir anlamda siyasetimizin rüştünü ispat konusunda yetersiz kalması anlamına gelmektedir. 2017 yılında siyasetlerin “yanılmaz kurucu lider kültü” üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılması birkaç yıl önce ötesine geçtiğimizi düşündüğümüz bir eşiği aşmada bir kez daha başarısız olduğumuzu ortaya koymaktadır. Post-Kemalizme geçiş için Atatürk’ün tarihselleştirilebilmesi gereklidir.
Hiçbir Zaman Monolitik Bir Atatürkçülük Olmadı
Atatürkçülük ve Atatürk algısı nasıl değişti? 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın failleri için bu algı aynı mıdır? Burada Bursa nutkunun farklı amaçlarla kullanılması akla geliyor. Dünden bugüne CHP’nin tutarlı bir Atatürk’ü olduğundan bahsedebilir miyiz?
Atatürkçülük farklı biçimlerde inşa edilebileceği için değişik dönemlerde farklı Atatürkçülükler geliştirilmiştir. Örneğin 1960 darbecileri siyasetlerini seküler milliyetçi bir Atatürkçülük ile meşrulaştırmaya çalışmışlar, 12 Eylül cuntası ise bunu Türk-İslam sentezi ile bağdaştırmaya çalışmıştır. Buna karşılık 28 Şubat ve günümüz ulusalcılığı yaşam tarzı üzerinden tanımlanan bir Atatürkçülük biçimlendirmeye gayret etmiştir. Bir araç olması nedeniyle Atatürkçülük zamanın ruhuna ve inşa edenlerin tercihine göre farklı biçimlerde yeniden üretilebilmektedir. Bu biçimler arasında “gerçek Atatürkçülük” üzerine yaşanan rekabet de bu olguyu ortaya koymaktadır.
Tüm Atatürkçülükler gibi CHP’nin Kemalizmi de farklı biçimlerde inşa edilmiştir. Bu alanda monolitik bir CHP Atatürkçülüğünden de bahsetmek zordur. Örneğin 1930’lu yıllarda Kadro mecmuasının temsil ettiği “sol” ve Ülkü dergisinin savunduğu “sağ” Kemalizmler farklı tezleri savunmuşlardır. 1970’li yıllara gelindiğinde Bülent Ecevit “sol Kemalizm”e yeni bir şekil vermiş, Turhan Feyzioğlu liderliğindeki sağ Kemalistler ise buna savaş açmışlardır. Mücadeleyi kaybeden Feyzioğlu CHP’den ayrılarak sağ Kemalizmi farklı partilerde örgütlemeye çalışmıştır. 1960 sonrasında CHP’nin sol Kemalizmini yeteri kadar “sol” bulmayan ve Yön dergisi tarafından savunulan “sosyalist vurguları güçlü” bir diğer Kemalizm ise gençlik örgütlenmeleri üzerinde etkili olmuştur. Dolayısıyla belirli bir dönemde de monolitik bir Atatürkçülük olduğunu söylemek doğru değildir.
Atatürk kültü nasıl oluştu?
Atatürk kültü onun yaşamı sırasında inşa edilmeye başlanmıştır. Yaşayan lider kültü o dönem için doğal bir gelişmeydi. Yaşadığı dönem ve akabinde Washington etrafında da böyle bir kült oluşturulmuştu. Atatürk’ün vefatı sonrasında iki savaş arası dönemin totaliter rejimlerinden etkilenen Tek Parti idaresi, Lenin-Stalin ikili kültlerini anımsatan “yanılmaz kurucu lider-onu en iyi anlayan yaşayan lider” çift kültüne sarılmıştır. 1951 yılında yayımlanan 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ve Celal Bayar’ın söylemine karşılık bu kült 1950 sonrasında bir ölçüde aşınmıştır. 1960 Darbesi ise onun yeniden tahkimine neden olmuştur. Bu kült Atatürk’ün tarihselleştirilebilmesini önlemekte, siyasetimize sınırlamalar getirmektedir.
Atatürk’ü Cumhuriyet’in Kurucusu Olarak Tarihselleştirmek Gerekiyor
Türkiye’nin geleceğinde nasıl bir Atatürk imajı görünüyor? Kavga mı yoksa uzlaşma figürü mü olacak?
Bu bize bağlıdır. Şahıs kültünü ortadan kaldırmadığımız, siyasetin Atatürk’ü bir meşrulaştırma aracı haline getirmesini bir kenara bırakmadığımız, onun bir devlet kurucusu olmakla beraber “yanılmaz” olmadığını, tez ve siyasetlerinin yoktan var olunmadığını kabul etmediğimiz sürece Atatürk etrafındaki tartışma sürecektir. “Atatürk’ü uzlaşma figürü haline getirme” arzusu da son tahlilde bir “Atatürkçülük” biçimidir. Atatürk’ü “kutsal” bir şahsiyet, düşünce ve siyasetlerini de “inanç” haline getirmek yerine Cumhuriyet’in kurucusunu tarihselleştirmek gereklidir. Toplumumuz mensuplarını birleştiren pek çok ortak paydaya sahiptir. Dolayısıyla Atatürk’ü bir ortak payda haline getirme, onun üzerinden uzlaşmaya çalışma çabası anlamlı değildir. Yukarıda verdiğimiz örnek üzerinden bir karşılaştırma yapacak olursak Washington ABD vatandaşları için bir “uzlaşma figürü” ve bir “ortak payda” değildir. Ancak kendisi tarihselleştirilmiş bir devlet kurucusu olarak toplumda saygı görmektedir. Bu ikisini birbirinden ayırmak gereklidir.
Atatürk Çalışmaları Şahıs Kültünden Olumsuz Etkileniyor
Türkiye’de Atatürk çokça konuşuluyor ama Atatürk çalışmaları ne durumda? Yine dünyada durum nasıl? Mesela dönemin diğer liderleriyle karşılaştırmalı çalışmalar yapılıyor mu?
Atatürk’ün entelektüel biyografisi konulu kitap yazmış bir kişi olarak Türkiye’deki Atatürk çalışmalarının mevcut şahıs kültünden olumsuz biçimde etkilendiğini düşünüyorum. Bu fazla da şaşırtıcı değil. Çünkü tarihsel bir kişiliğe “yanılmazlık”, “kutsallık” ve “yoktan var etme” benzeri nitelikler atfettiğiniz zaman onu tarihselleştirmeniz, düşünce ve siyasetlerini objektif biçimde tahlil edebilmeniz fazlasıyla zorlaşıyor. Bunun yarattığı temel sorun Atatürk’ün “etkilenmeyen” ve “her alanda doğruyu görerek yoktan var eden” bir lider olarak kavramsallaştırılmasıdır. Bu onun diğer liderlerle karşılaştırılması kadar düşüncelerinin kaynaklarına inilmesini de zorlaştırmaktadır. Eşsiz, kimseden etkilenmeyen bir filozof kral kültü yaratıldığında karşılaştırma ve analiz mümkün olamamakta ve “kutsama” eğilimi ön plana çıkmaktadır.
Kitaplarınızın yayın süreciyle ilgili yeni bir gelişme var mı?
Atatürk’ün entelektüel biyografisi üzerine İngilizce kaleme aldığım çalışma Almanca, Fransızca, Farsça ve Çinceye çevrildi. Gelecek ay da Ukraynaca tercümesi yayımlanacak. Ben bu çalışmayı Türkçeye çeviriyorum. Bunun yanı sıra gazete yazılarımı da birkaç cilt halinde yayımlamak istiyorum. Dilerim bu projeleri kısa sürede hayata geçirmek mümkün olur.