ABD’nin uzun yıllardır sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı devam ettirdiği adlandırma politikası, 24 Nisan 2021’de Başkan Joe Biden’ın 1915’te yaşanan olayları “soykırım” olarak nitelendirmesiyle, Türk-Amerikan ilişkilerinde zaten son yıllarda sorunlu olan ilişkilere yeni bir boyut kazandırdı. Fakat her şeye rağmen gerek Beyaz Saray’dan yapılan resmi açıklamada kullanılan son derece özenli diplomatik dil gerekse Türkiye’nin siyasi tavrına bakılırsa sanki olması gereken bir şey vardı ve oldu bitti havası oluştu. Bunun sebebi makro açıdan bakılınca her iki tarafın aslında bu konuyu büyük bir güvenlikleştirme iklimine sokarak zaten var olan sorunları daha da büyütmek istememeleriyle izah edilebilir olsa da işin özü, krizlerin sadece ötelenmesinden başka bir şey değildir.
Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya bakılınca Osmanlı dönemi vurgusunun ağırlığı, hiçbir yerinde Türkiye ifadesinin geçmemesi ve sonrasında Türkiye ile ilişkilere zarar vermek amacının olmadığı şeklindeki diplomatik açıklamalar; sanki geçmişte yaşanmış ve günümüze doğrudan bir etkisi olmayan bir olayın tanımlanması şeklinde sunulmak istenmiş havası vermektedir. Bu şekilde kullanılan ince diplomatik metnin hukuki açıdan Türkiye için ileride sorun oluşturmamak amacı gözetilerek mi yapıldığı, yoksa doğrudan Türkiye’yi hedef almamak amacıyla mı bu şekilde kelimelere döküldüğü bilinmese de Beyaz Saray’ın açıklama metninde iki defa geçen “soykırım” ifadesi çıkarılsa önceki yıllardaki açıklamalardan çok bir farklılık göstermemektedir. Fakat her şeye rağmen Reagan döneminden beri ilk defa başkan düzeyinde yapılan sözde soykırım tanımlaması, ikili ilişkilerde yeni gerilimlerin önünü açmıştır. Peki bundan sonra Türkiye-ABD ilişkileri ne olacak? Sözde soykırım ifadesinin kullanılması ne anlama geliyor? Türk-Amerikan ilişkilerinde neleri yeniden organize etmek gerekir?
Çok Boyutlu Kriz
Bu soruları analiz ederken en az beş noktanın özellikle altını çizmek gerekir. Birincisi ve öncelikle vurgulanması gereken nokta Türk-Amerikan ilişkilerinin çok boyutlu derin bir krizde olduğu gerçekliği bir yana, bunun ana sorumlularının tek başına ne Erdoğan ne de Biden olduğudur. İki ülke arasındaki ilişkiler çok ciddi yapısal bir kırılma geçirmekte olup, bu dönüşüm her iki liderin iktidarda bulunma süreleriyle sınırlı değildir. Dolayısıyla Ermeni iddiaları konusunda Biden’ın tavrını iki liderin birbirlerinden ne kadar uzak oldukları şeklindeki basitleştirilmiş yaklaşımlar üzerinden okumak yerine, iki ülkenin gelecek tasavvurlarının farklılaşması ve artık çıkarların çatışmasıyla ilişkilendirmek daha doğru ve gerçekçi bir resim verecektir. İlişkileri sadece liderler üzerinden açıklayanlar, değişen dünya ve bölgesel siyaseti yanında iki ülkenin iç politikalarındaki dönüşümlerini ve yeni rol tanımlamalarını göz ardı etmektedirler.
İkincisi, Türk-Amerikan ilişkileri bundan sonra, aynen son on yıldır olduğu gibi, daha çok konu bazlı ve mikro ölçekli ilişkiler üzerinden yürümeye devam edecektir. Zaten var olan S-400, F-35, FETÖ liderinin iadesi, Halkbank davası gibi sorunlara bir de Ermeni iddiaları eklenince bu durum artık ikili ilişkilerin ana belirleyicisi olacaktır. İnsanların diline pelesenk ettiği stratejik ortaklık, müttefiklik ve diğer süslü fakat içi boş tanımlamaların ikili ilişkilerin doğasını açıklamada artık hiçbir anlamı yoktur. İki ülke arasındaki ilişkileri halen bu kavramlar üzerinden okumaya çalışanlar, Soğuk Savaş mantığından çıkamamış olanlardır. Ayrıca belirtmek gerekir ki eskiden kullanılan çeşitli süslü tanımlamalar, geçmişte de bir tarafın diğer taraf üzerinde yüksek etkisini gizlemek ve ilişkileri daha eşitmiş gibi göstermekten öte çok fazla bir anlam taşımıyordu. İlişkilerde son yıllarda yaşanan ana kriz, bu durumun özden bozulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Üçüncü gerçeklik ise yapısal ve sistemik boyutu görmezden gelerek, Türk-Amerikan ilişkilerinin uzun zamandır anlaşılamaz olduğunun artık daha da keskinleşmesidir. Yapısal dönüşümler, hem çok boyutlu hem de çoğu zaman ilişkiler yüzeysel olarak öne çıkan sorunlar üzerinden okunduğu için görmezden gelinebilir veya net olarak fark edilmeyebilir. Fakat Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin yapısal anlamdaki krizi, kısa vadede ortadan kalkmayacak ve geleceğe yönelik her iki tarafın da farklı bir vizyona sahip olduğu gerçeği, güç dengesi dikkate alınınca daha uzun süre ikili ilişkileri şekillendirmeye devam edecektir. İşin özünde Amerika tarafı daha çok soğuk savaşvari bir ilişki tarzını yeniden tesis etmek ve Türkiye üzerindeki etkisini sorgusuz bir şekilde devam ettirmek isterken; Türkiye, içeriği, boyutu ve güç dengesinin yeniden tanımlandığı günümüz jeopolitik gerçekliğini yansıtan daha eşitlikçi bir ilişki talep etmektedir. ABD’nin dış politika yapımında küresel anlamda Soğuk Savaş mantığını terk etmesi aslında kısmen Donald Trump’ın başkanlığı döneminde gerçekleşmiş fakat kurumsallaşmamıştı. Joe Biden yönetiminin dış politika yaklaşımının özü, Soğuk Savaş mantığına dayalı ilişkilerde köklü bir değişiklik yapmak yerine yüzeysel anlamda bazı değişikliklerle, Amerikan hegemonyasını dünya siyasetinde yeniden tesis etmek üzerine kuruludur. Bu yaklaşımı dolayısıyla Amerika, sadece Türkiye ile ilişkilerinde değil diğer bütün müttefikleriyle aynı krizi yaşıyor. S-400 konusunda Türkiye’ye karşı çok sert durmasının sebebi sırada Hindistan gibi ABD’nin müttefiki diğer ülkelerin Rusya’dan benzer alımlar yapmasının önüne geçmektir. Dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerde kendilerince verilecek tavizlerin diğer ülkeler açısından örneklik teşkil etmesinden korkmaktadır. Fakat Biden yönetiminin muhtemelen zamanla farkına varacağı şey neredeyse bütün müttefiklerin ABD siyasetinde dört yıl sonra neler olabileceğini göremediği için Biden’ın pozitif yaklaşımlarına arka planda bir şüpheyle bakmasıdır.
Dördüncüsü, Ermeni olaylarının Biden tarafından “soykırım” olarak tanımlanması, dış politika açısından siyasal olarak son yıllarda gittikçe ilişkilerde yaşanan kırılmaları ve krizlerin sorumlusu olarak gördüğü Türkiye'yi cezalandırmayı amaçlarken; iç politika açısından Ermeni diasporasının çok uzun yıllardır yaptığı lobicilik çalışmalarına kredi vermektir. 1915’te yaşanan acıları hukuki bir terimle isimlendirme bir siyasal duruşun ötesine geçmeyecek olsa da Amerika iç politikası açısından Biden-Harris için seçmene verilmiş bir sözün tutulması olarak gözükmektedir. Türkiye-ABD arasındaki ikili ilişkiler açısından ise bu tanımlamanın yeni bir kriz alanı oluşturmak dışında hiçbir katkı sağlayamayacağı ve var olan hiçbir sorunu da çözmeyeceğinin herkes farkındadır.
Türkiye Lobicilik Yaklaşımını Resetlemeli
Beşincisi, Türkiye’nin ABD’deki lobicilik faaliyetlerinin ve diasporanın rolünün ciddi şekilde tartışmaya açılma vakti gelmiştir. Türkiye, hangi açıdan bakılırsa bakılsın ABD'de lobi faaliyetlerine sıfırdan başlamalı veya yeni bir perspektifle olaya bakmalıdır. Türkiye'nin ABD'de bir lobisi olduğunu söyleyenler, görünürde haklı olsa bile bu lobinin etkisi parayla çalışan telefon kulübeleri gibidir. İster lobicilik şirketlerine isterse doğrudan Türklerin kurduğu kurumsal oluşumlara Türkiye'den gelen maddi destek, ne kadar çok olursa, bu kulübe faaliyet göstermekte; kaynağın azaldığı durumlarda ise etkisi kalmamaktadır. Bu ilginç bağımlılık yerel dinamikler üzerinden şekillenmesi gereken lobiciliğe ket vurmaktadır.
Dışarıdan destekli veya dışarıya bağımlı lobiciliğin başarılı olmadığının en iyi göstergesi Türkiye'nin ABD'deki diasporaya yönelik yaklaşık elli yıldır takip ettiği yanlış politikadır. Biden’ın Ermeni iddialarını tanımasını sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti dönemi dış politikası üzerinden okuyanlar büyük resmi ihmal etmektedirler. Ermenilerin sözde soykırım iddialarına karşı durmak sadece Erdoğan’ın meselesi değil Türkiye Cumhuriyeti’nin meselesidir. Diplomatlarımızı şehit eden ASALA terör örgütünün çökertilmesindeki başarı hem Ermeni lobisinin sözde soykırım iddialarına yönelik söylemsel birlik oluşturmada hem de bunu dışarıya anlatmada aynı başarıyı tekrarlayamamış ve en temelinde lobicilik olarak başarısız olmuştur. İşte sırf bu yüzden Amerika’daki lobicilik ve diaspora aynen Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kendi yağıyla kavrulmalı, kendi kendisini finanse etmeli ve en önemlisi kendi ajandasıyla uzun vadeye yayılmış bir plan çerçevesinde hareket etmelidir. Bunun için ilk ve en önemli öncelik Türkiye'den gelebilecek her türlü maddi kaynağın net bir şekilde kesilmesidir. Bu kaynak bir şekilde az veya çok akmaya devam ettiği müddetçe ABD'de otantik ve etkili bir Türk diasporasının ve dolayısıyla da lobiciliğin olması mümkün gözükmemektedir.
ABD’deki Türklere ait diaspora kurumlarının çoğu, geniş sosyal tabanlara sahip organizasyonlar olmaktan ziyade, üst yönetimlerin kendi ihtirasları, egoları ve en temelde de kendi ajandaları üzerinde şekillenmekte olup, etki açısından bakıldığında bir kartvizitten öteye anlam taşımamaktadır. Bu durum özellikle Türkiye’den giden veya bu konuyla ilgilenenlerin gözünü boyamakta ve büyük beklenti içine sokmaktadır. Halbuki çoğu diaspora kurumunun göz boyayıcı faaliyetleri görmezden gelinirse siyasal etki açısından son derece zayıf ve hatta etkisiz olduğu herkesin bildiği fakat görmezden geldiği bir gerçektir.
Biden’ın Açıklaması Sansasyonel
Bunlar dikkate alınınca Biden’ın sözde Ermeni soykırımını tanıması, ikili ilişkilerde gelecekteki ilişkileri belirleyicilik açısından çok büyük bir gelişmeden ziyade, sansasyonel bir adımdır. Bu adımlar iki ülke arasındaki yapısal sorunları çözmeyecek, sadece karşılıklı güvene daha fazla zarar verdiği için ortak bir dil kurulmasını zorlaştıracaktır. İkili ilişkiler, bundan sonra makro yaklaşımlar yerine tekil gelişmeler üzerinden ilerleyecek olduğu için, ne tekil gelişmeler üzerinden yaşanan gerilimlerde felaket tellallığı yapmak ne de iş birliğinin fazla olduğu pozitif tekil ilişkilerde balayı havası oluşturmak gerekir. Yapılması gereken şey Türk-Amerikan ilişkilerinin değişen ve dönüşen yeni doğasının farkında olarak küresel çapta çapraz dış politika geliştirmektir. Özellikle iş birliği ve rekabet alanını farklı kıtalar üzerinde genişletmek ve doğrudan ilişki yanında yer yer vekaletvari ilişkilerle yeni alanlar açmak, Türkiye’nin ciddi şekilde bir dış politika ögesi olarak düşünmesi, planlaması ve dikkate alması gereken en soğukkanlı yaklaşım olacaktır.