Kriter > Dosya > Dosya / 100. Yıl |

Türkiye-ABD İlişkisinin 100 Yılı


Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi genel olarak incelediğimizde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ortak tehdit algısına dayalı bir stratejik ortaklık oluşturulmuş olduğunu görmekteyiz. Özellikle 1960-1980 arasında iki ülke arasında yaşanan deneyimlerin ise mevcut karşılıklı güvensizliğin zeminini hazırladığını ve tarihi kaygıları öne çıkardığını söyleyebiliriz.

Türkiye-ABD İlişkisinin 100 Yılı

Türk-Amerikan ilişkilerindeki ilk temas, 18. yüzyılın sonuna doğru Osmanlı İmparatorluğu ile ABD arasında, Türk Akdeniz limanlarındaki deniz ticareti ile başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu ile ABD arasında, Akdeniz’deki etkileşimlere ve 1802’de İzmir'e bir Amerikan Konsolosu atanmasına rağmen, 1831’de Amerikan elçiliği açılana kadar resmi bir ilişki kurulamamıştı. Aynı şekilde Osmanlı da ABD’ye diplomatik misyon atama konusunda Avrupa ülkelerine kıyasla daha yavaş davranmış ve ABD’deki ilk Osmanlı Konsolosluğu 1858’de açılmıştı. Bu geleneğe, ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra dört yıl bekleyerek, 17 Şubat 1927'de diplomatik ilişkileri yeniden başlatması sürecinde de tanıklık edilmiştir. Osmanlı döneminde gelişmeye başlayan ikili ilişkiler; zamanla ABD’nin Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetleri, Ermeniler lehine Osmanlı aleyhine politikaları ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından alınmak istenilen silahları vermede gösterdiği isteksizlik ile bozulmaya başlamıştı. Bu ilişki, ABD’nin Osmanlı’nın müttefiki olan Almanya’ya savaş ilan etmesiyle tamamen kesilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Lozan Antlaşması ile Ermeni Meselesi ve Doğu Meselesinin bitirilmesinin sağlanmış olması ve Türkiye-ABD arasında ilişkilerin yeniden tesisi için görüşmeler yapılarak, bir anlaşma imzalanmasına rağmen resmi ilişkiler başlamamıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında diplomatik ilişkilerin tekrar tesisinin gecikmesini, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı’nda her ne kadar tarafsız bir politika benimsediğini söylese de ABD’nin Batılı işgalci devletlere destek vermesi ve Kurtuluş Savaşı sonrası Lozan Antlaşması’na karşı tutumu ile okumak da fayda var. Türkiye ise dış politikasında bu dönemde Kurtuluş Savaşı’nda karşısında olan devletlerle düşmanlığına son vererek barışın sunduğu fırsatlardan yararlanmış, bu ülkelerle olan ilişkisini daha sonra güçlendirecek adımlar atmıştır.

 

Stratejik Tavır

Türkiye’nin, ilk kurulduğu yıllarda benimsediği ve Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta barış, cihanda barış” sözleri ile ifade edilen yaklaşım, Türk dış politikasının ana belirleyici yaklaşımı olmuştu. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1945 arasında barışa, egemenliğe ve ulusal kalkınmaya öncelik veren tarafsızlık ve bağlantısızlık temeline dayalı bir dış politika benimsemiş ve 1920 ile 1955 arasında komşu ülkelerle yapmış olduğu çeşitli paktlar ve dostluk deklarasyonları ile kendi ulusal güvenliğini güvence altına alma politikasını yürütmüştür. Bu bölgesel paktlara rağmen, 1939’a kadar herhangi bir resmi örgüte üye olmayan Türkiye, dış politikasında bağımsız kalmayı başararak, bütün devletlerle dostane ilişkiler sürdürebilmiştir. Bu politikasının devamı olarak da Müttefik kuvvetlerin tüm baskılarına rağmen İkinci Dünya Savaşı'na girmeyi reddetmiştir.

İkinci Kıbrıs Barış Harekatına katılan pilotlar

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 2. Kıbrıs Barış Harekatına katılan pilotlara Türkiye'deki üslerinde komutan tarafından Kıbrıs haritası üzerine brifing veriliyor. (BYEGM/AA, 14 Ağustos 1974)

 

Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkan Sovyet tehdidi, Türk-Amerikan ilişkisinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Sovyet tehdidi, iki kutuplu dünya düzeninde ABD’nin, geleneksel yalnızcılık (izolasyon) politikasından vazgeçerek, Sovyetler Birliği'nin Stalin yönetimindeki komünizmin yayılmacılığını kontrol altına alma politikasına yönelmesine neden olmuştur. Ayrıca, Sovyetler Birliği'nin 1925'te Türkiye ile imzaladığı Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması'nı iptal etmesi ve daha sonra 1945'te Türk Boğazlarında askeri üs kurma ve Kars ile Ardahan'ın geri verilmesini talebi, Türkiye’yi, ittifak kurmasını engelleyen geleneksel tarafsızlık politikasından vazgeçtiği bir sürece yöneltmiştir. Tüm bu gelişmeler, Türk-Amerikan ilişkilerinin gelişmesinde önemli etkenler olarak karşımıza çıkmakta ve iki ülke ilişkisinin, stratejik ortaklığa nasıl evrildiğini göstermektedir. Bu süreçte, Truman Doktrini ile 1947’de Ankara'nın karşı karşıya olduğu tehlikelere dikkat çekilip, Türkiye'nin transatlantik ilişkilerinin tohumları atılmış, aynı yıl Avrupa’da Sovyet etkisini azaltmak için ABD’nin ekonomik yardımından yararlanmak üzere tasarlanan Marshall Planı'na Türkiye de dahil edilmiştir.

Genel anlamda Soğuk Savaş süresince ABD ile Türkiye'yi birbirine bağlayan ortak stratejik tehdidin, Sovyetler Birliği ve güvenlik öncelikli politikalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum, Türkiye’yi NATO'nun güney kanadında önemli bir Batı müttefiki haline getirmiş, aynı zamanda Türkiye’nin Sovyet saldırganlığından korunmasını sağlamış, Sovyetler Birliği'ne karşı bir tampon devlet olarak ABD'nin çevreleme politikasında (containment policy) önemli bir rol oynamıştır.

Her ne kadar Türkiye'nin kendisini Batı'da konumlandırma isteğinin temel nedenlerinden biri Sovyet tehdidi yani güvenlik kaygıları olsa da başka normatif nedenler de vardı. 1839-1876 arasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde Batılılaşma ve modernleşmeyle başlayan Batı'ya yönelim, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra reformlarla devam ederek Türk dış politikasının önemli bir özelliği haline geldi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD Başkanı Roosevelt tarafından demokrasi, kendi kaderini tayin hakkı ve uluslararası kurumlar/örgütler gibi liberal enternasyonalizmin idealleri yeniden canlandırılmıştı. Türkiye, ABD'nin öncülük ettiği bu kurallara dayalı liberal uluslararası düzenin bir parçası olarak kurulan pek çok uluslararası örgütün üyesi olarak liberal değerleri ve onun kurumlarında kendisini 1947 itibari ile konumlandırmıştır.

Ancak bu stratejik ortaklığın, Soğuk Savaş süresince sorunsuz sürdüğü anlamına gelmiyordu. Türk-Amerikan ilişkilerinde 1964 Kıbrıs krizi bir dönüm noktası olmuştur. Dönemin ABD Başkanı Johnson’ın Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonrası Türkiye'yi uyaran mektubu, NATO'nun Türkiye'ye verdiği desteğin sorgulanmasına ve Batı ile ittifakın güvenilirliği konusunda ciddi endişelere yol açtı. 1960 sonrasındaki gelişmeler, Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu. Bunlardan bazılarını; yetersiz Amerikan askeri yardımı, NATO'nun saldırgan ülkeye karşı otomatik nükleer tepki vermeyi taahhüt eden kitlesel karşılık yerine esnek karşılık stratejisini benimsemesi, Küba füze krizi sırasında Jüpiter füzelerinin Türk hükümetine danışılmadan Türkiye'den çekilmesi, Türkiye'deki haşhaş ekimi ve Türkiye’nin 1974 Kıbrıs’a müdahalesi olarak sıralayabiliriz.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ise Truman Doktrini geçerliliğini yitirmiş, ortak tehdidin de ortadan kalkması, ABD-Türkiye ilişkisinin geleceğine ilişkin soru işaretlerini artırmıştı. Ancak dünya düzenindeki bu değişiklik, Türkiye'nin Batı ittifakı açısından jeostratejik önemini değiştirmemişti. Yeni çatışma merkezlerinin ortaya çıkması, Türkiye'nin coğrafi olarak Irak'a, İran'a ve Kafkasya'ya yakınlığı, her türlü krizde iş birliğini vazgeçilmez kıldığından, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmek ABD için yine önemli bir strateji olmuştur.

Genel olarak Türkiye ve ABD arasında ilişkiyi incelediğimizde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ortak tehdit algısına dayalı bir stratejik ortaklık oluşturulmuş olduğunu görmekteyiz. Özellikle 1960-1980 arasında iki ülke arasında yaşanan deneyimlerin, mevcut karşılıklı güvensizliğin zeminini hazırladığını ve tarihsel kaygıları ön plana çıkardığını söyleyebiliriz. Öte yandan krizler ve görüş ayrılıkları, Türkiye ile ABD arasında zaman zaman gerilimlere neden olsa da bu geçici krizler, hiçbir zaman yapısal hale gelmemiştir.

Son dönemdeki gelişmeler, farklı algılar, farklı çıkar ve yaklaşımlar, Türkiye-ABD ilişkileri hakkında soru işaretlerini gündeme getirmektedir. Son yıllarda ABD'nin Türkiye'ye verdiği savunma desteğinin giderek azalması ve en sonunda dolaylı veya doğrudan silah ambargolarına dönüşmesi, Türkiye'yi savunma sektöründe alternatif aramaya zorlayarak ve Rusya'dan S400 füze savunma sisteminin satın alınmasına ve bunu takiben ABD’nin Türkiye'nin Savunma Sanayi Başkanlığı’nı hedef alan Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) yaptırımlarını uygulamasına neden olarak ikili ilişkilerde daha fazla sürtüşmeye yol açan bir gelişme olmuştur. Doğu Akdeniz'de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konusunda ABD’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tezlerine yakın duruşu ve desteği ile ABD'nin Suriye'de PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG'ye verdiği destek ve 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ’nün liderinin Türkiye'ye iade edilmemesi mevzuları da Türkiye-ABD ilişkisinde uzunca bir süredir yer alan ve çözüm bekleyen konulardır.

İki ülke arasında anlaşmazlık konularından bazılarının çözümüne ilişkin kurulan stratejik mekanizmaya rağmen bu anlaşmazlıkların çözümüne yönelik bugüne kadar somut bir gelişme gerçekleşmemiştir. Geçmişte, bu tür farklılıklar bazen transatlantik dayanışmayı zayıflatan çatlaklara neden olsa da transatlantik ortakların ittifaklarını yürütmesinin her zaman bir yolu olduğunu göstermiştir. Türkiye ve ABD'nin ikili konuları dışında bölgesel ve küresel konular da her iki aktörün de müdahil olduğu göz önüne alındığında, Ukrayna'daki savaş ABD ve Türkiye'ye dış politika yaklaşımlarını ve ikili ilişkilerini yeniden gözden geçirme fırsatı sunmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Biden ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Biden ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nin ikinci gün oturumunda sohbet ediyor. (Aytaç Ünal/AA, 12 Temmuz 2023)

 

Yeni Sistem Yeni Strateji

Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi ile ortaya çıkan bu yeni güvenlik ortamı ise ABD'nin Avrupa'dan izolasyonuna son vermesine ve ABD'nin dikkatini yeniden Avrupa'daki savaşa yönlendirmesi ile neticelenmiştir. Bu savaş ile büyük güç rekabetinin Avrupa'ya geri döndüğünü görmekteyiz. Brzezinski'nin (1997) açıkça belirttiği gibi, Doğu Akdeniz ve Karadeniz, büyük güç rekabetinin geri dönüşünden bu yana yeni bir satranç tahtasının merkezinde yer alan karmaşık bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye de Ukrayna'daki savaşın en kritik bölgesinin merkezinde yer almaktadır. Bu da Türkiye'nin stratejik önemini artıran bir gelişme olmanın yanı sıra hem Türkiye’nin hem de ABD’nin dış politika yaklaşımlarını eski kalıpları bırakıp değişen uluslararası ortamda esnek düşünmesinin, fırsatları ve ittifak ilişkilerini buna göre yeniden gözden geçirmeleri için bir fırsat sunuyor.

Ukrayna'daki savaşın bölgesel etkilerinden biri, Türkiye'nin Batı ittifak sistemi ve transatlantik güvenlik açısından stratejik öneminin tanınmasıdır; bu da ABD ile durgunlaşan ilişkileri canlandırabilme olasılığını ortaya çıkarmasıdır. Ukrayna'da savaşın başlamasından bu yana Türkiye ile ABD arasındaki ziyaretler ve telefon görüşmeleri artmasını ve Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden rayına oturması için Ekim 2022'de kurulan stratejik mekanizmanın, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından devreye girmesini bu bağlamda okumak gerekir. Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası ortaya çıkan bu güvenlik ortamı, iyi değerlendirilirse karşılıklı güvenin yeniden tesisi mümkün olabilir.

ABD’nin Rusya ile yakın ilişkide olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni kendi tarafına çekme politikasının 2018’den bu yana ABD açısından olumlu sonuçlandığını görmekteyiz. Ancak bu durumun giderek Türkiye karşıtlığına ve Türk-Amerikan ilişkilerini zehirleyici boyuta gelmesi mevcut sorunların çıkmaza girmesinin ötesinde yeni sorun alanları çıkarması, Türk-Amerikan ilişkilerinde oluşabilecek olumlu havayı olumsuz havaya çevirebilir. Oysa, Türkiye’nin değerli yalnızlık dış politikasını bıraktığı komşu ülkelerle normalleşme çabaları ile ortaya çıkan bu güvenlik ortamında, Türkiye’nin Batılı müttefikleri ile de ilişkilerini iyileştirme ve bunun Türk-Amerikan ilişkilerini olumlu yönde etkileme potansiyeli bulunmaktadır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası