Kriter > Dosya > Dosya / Enerjide Dönüşüm |

Küresel İklim Değişikliği ve Enerji Verimliliği


Artan sıcaklıklar, yağış örüntülerindeki değişiklikler, eriyen buzullar, sıklıkla patlayan fırtınalar her yerde. Bunların, tarımsal üretim gibi iklime duyarlı insan faaliyetleri üzerinde yıkıcı etkileri var ve bu etkiler, doğrusal olmayan bir yapıya sahip. Başka bir ifadeyle, önlem alınmazsa her şey daha da kötüye gidecek, geri dönülemez bir noktaya varılacak. Peki, ne yapılabilir?

Küresel İklim Değişikliği ve Enerji Verimliliği

Kamusal malların teorisi (the theory of public goods) 1954’te bugünkü ana akım iktisadın kurucularından Paul Samuelson tarafından geliştirildiğinde, şu anda en büyük küresel problemlerden biri (belki de en önemlisi) olan iklim değişikliği, henüz çok dikkat çeken bir mesele değildi. Oysa günümüzde, iklim değişikliğini iktisadi bir perspektiften ele alırken başvurduğumuz ilk araç kamusal mallar kuramı oluyor.

Kamusal mallar kuramına göre, bir kamusal malın iki önemli özelliği var: Tüketiminde rekabetin olmaması ve kullanımının dışlanamaz olması. Küresel iklim değişikliği, bu iki özelliğe de sahip ve bu yüzden küresel iklimi konuştuğumuzda aslında bir kamusal malı veya dışsallığı tartışıyoruz. Burada dışsallıktan kastımız aslında küresel bir negatif dışsallık: Küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkileri tüm dünyaya yayılmakta. Artan sıcaklıkları, yağış örüntülerindeki değişiklikleri, eriyen buzulları, daha sıklıkla patlayan fırtınaları dünyanın her yerinde görüyoruz. Bütün bunların, tarımsal üretim gibi iklime duyarlı insan faaliyetleri üzerinde yıkıcı etkileri var ve bu yıkıcı etkiler, doğrusal olmayan ve birikimli bir yapıya sahip. Bir başka ifadeyle, önlem alınmazsa her şey daha da kötüye gidecek ve geri dönülemez bir noktaya varılacak. Peki, ne yapılabilir?

 

Antropojenik İklim Değişikliği ve Ulusların İş Birliği

Dünya üzerinde daha önce de küresel ve yerel ölçekte iklim değişiklileri yaşanmış. Örneğin, eski Mısır medeniyetinin zayıflamasının nedeninin, iklim değişikliği neticesinde artan kuraklık ve bozulan tarımsal üretimin olduğu uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Bugünkü yaşadığımız iklim değişikliğini, yeryüzünde daha önce yaşananlardan ayıran temel husus, günümüzde yaşamakta olduğumuz iklim değişikliğinin temelinde insan faaliyetlerinin olması. Yani, aslında antropojenik bir iklim değişikliği yaşıyoruz. Modern zamanlarda görülen küresel iklim değişikliğinin temel nedeni insan eylemleri neticesinde muazzam ölçüde artan sera gazı emisyonları. Dolayısıyla, buradaki temel mantık şunu söylüyor: Küresel iklim değişikliğini önlemek istiyorsan sera gazı emisyonlarını azalt.

Peki ama onlarca ülkenin olduğu, bu ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin ve önceliklerinin birbirinden farklı olduğu, hatta bazılarının birbiriyle kavgalı olduğu bir dünyada, küresel bir negatif dışsallığı düzeltmek o kadar kolay mı? Biliyoruz ki küresel dışsallıklarla başa çıkmak, büyük ülkelerin ortak eylemini gerektirir. Bununla birlikte, mevcut uluslararası hukuka göre, bazı ülkelerin diğer ülkelerden küresel dışsallıkları düzeltme veya yönetme sorumluluğunu paylaşmalarını talep edebileceği bir yasal mekanizma mevcut değil. Silah zoruyla ülkeleri iklim değişikliğiyle mücadele etmeye zorlamak ise akıl dışı bir çözüm! Zira burada esas mesele, ülkeleri bedavacılıktan -yani emisyonları azaltma işini başka ülkelere bırakıp kendi ulusal çıkarlarını koruma eğilimine girmekten- ziyade iş birliği içinde davranmaya ikna etmek. Bir başka deyişle, küresel iklim değişikliğinin çözümü ancak iş birliğine dayalı çok uluslu politikaların tasarlanması ve uygulanmasıyla mümkün.

Geçmiş deneyimimiz ise küresel dışsallıklarla başa çıkmak için yapılan anlaşmaların çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandığını gösteriyor. 1997’de imzalanan Kyoto Protokolü ve 2015’te imzalanan ve 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması bu başarısızlıkların birer örneğini teşkil ediyor. Bu durumu sadece aşağıdaki grafiğe bakarak bile söyleyebiliriz. Bu grafikteki mavi çizgi, dünyada üretilen her bir dolarlık “satın alma gücü paritesiyle uyarlanmış gayri safi yurtiçi hasıla” için kilogramlık karbondioksit emisyonunu gösteriyor. Biz buna kısaca karbon yoğunluğu grafiği de diyebiliriz. Kırmızı çizgi ise karbon yoğunluğunun yıllara göre nasıl bir trend izlediğini belirtiyor. Grafikten de görüleceği üzere, 1990’dan bu yana karbon yoğunluğu azalıyor; yani gerek 1997’de Kyoto Protokolünden sonra gerekse 2015’te Paris Anlaşmasından sonra dünya ekonomisi karbon yoğunluğunda yapısal bir kırılma mevcut değil.

ŞEKİL 1. DÜNYA EKONOMİSİ KARBON YOĞUNLUĞU (1990-2018)

 

Karamsar Tabloyu Tersine Çevirmek

Şu ana kadar söylediklerimizi, iklim değişikliğinin küresel bir negatif dışsallık olduğu, bu dışsallığın çözümünün ulusların iş birliğini gerektirdiği, ancak geçmiş iş birliklerinin arzu edilen sonuçları getirmeyerek başarısız olduğu şeklinde özetleyebiliriz. Bu haliyle, çizdiğimiz tablo biraz karamsar olabilir. Yine de bu durum, neler yapılabileceği hakkında akıl yürütmenin ve politika geliştirmenin önünde bir engel değil.

Öncelikle artan sera gazı emisyonlarının kökenine odaklanalım. Bu emisyonların üçte ikisi enerji sektöründen, yani enerji tüketiminden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, enerjiden kaynaklı emisyonları azaltabilirsek iklim değişikliğinin etkilerini yavaşlatma ve dahi tersine çevirme şansımız olabilir. Bu noktada, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansının (International Renewable Energy Agency - IRENA) öngörüleri bize bir çerçeve sağlayabilir.

IRENA’nın raporuna göre yenilenebilir enerji; enerji verimliliği ve nihai tüketimin elektriklileştirilmesi (örneğin elektrikli arabalara geçiş) gibi enerjiden kaynaklı karbondioksit emisyonlarında gerçekleşmesi gereken düşüşün yüzde 90’ından fazlasını sağlıyor. Geriye kalan kısım ise kömürden doğal gaza geçiş, karbon tutma, nükleer enerji ile elektrik üretimi gibi unsurlar sayesinde gerçekleşecek. Biz bu üç ana faktörden -yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, nihai tüketimin elektriklileştirilmesi- ikincisine, yani enerji verimliliğine odaklanalım ve bu konuyu biraz daha detaylı ele alalım.

 

Enerji Verimliliğinin Katkıları

Enerji verimliliğini en basit haliyle “aynı enerji hizmeti için daha az enerji kullanımı” olarak tarif edebiliriz. Bu tanımdaki “enerji hizmeti” kavramı, enerji kullanılarak gerçekleştirilen ulaştırma, ısıtma, soğutma, aydınlatma gibi işlevlerdir. Mesela, arabayla aynı yolu gitmek için daha az benzin harcayabilirsek, enerji verimliliğini yakalamış oluruz. Öte yandan, arabayı hiç kullanmamak suretiyle enerji tasarrufu yapmak, enerji verimliliğinde bir artış anlamına gelmez. Bu daha ziyade “enerji korunumudur” (energy conservation). Bir başka deyişle, enerji verimliliğindeki artışlar, bir enerji hizmeti sunulurken tüketilen enerjinin azaltılması ile ilgilidir ve bu artışlar enerji korunumundan farklıdır.

Yaptığım bu basit tanımın ardından, enerji verimliliğindeki artışların karbondioksit emisyonlarını nasıl etkilediğine dair katkıda bulunduğum bilimsel çalışmalardan birtakım bulgular sunmak istiyorum.

Küresel karbon emisyonları salgın öncesi seviyesine yaklaşıyor, İNFO

Şu anda Boston Üniversitesi’nde akademik faaliyetlerini sürdüren Bahar Çelikkol Erbaş ile yaptığımız ve uluslararası prestijli bir dergi olan Energy dergisinde yayınladığımız “How effective are energy efficiency and renewable energy in curbing CO2 emissions in the long run? A heterogeneous panel data analysis” başlıklı çalışmamızda, ekonomik yapıdaki değişimleri de göz önünde bulundurarak yenilenebilir enerjinin ve enerji verimliliğinin karbondioksit emisyonları üzerindeki uzun vadeli etkilerini araştırdık. Bu çalışmamızda ulaştığımız sonuçlar, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi ülkeler için, enerji verimliliğinin iki katına çıkmasının uzun vadede karbondioksit emisyonlarının yüzde 55 azalması ile ilişkili olduğunu gösterdi. Dahası, yenilenebilir enerji kullanımı, imalat sektöründen hizmet sektörüne geçiş, nüfus artışı gibi ülke bazında karbondioksit emisyonlarını etkileyen diğer faktörler ile kıyaslandığında, enerji verimliliğinin karbondioksit emisyonlarını azaltmada uzun vadede en büyük etkiye sahip olduğunu gördük. Bu bulgularımız, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) gibi enerji ve çevre ile ilgili uluslararası kuruluşların tahminleri ile de tutarlılık içindeydi.

 

Türkiye’nin Enerji Verimliliği Hangi Düzeyde?

Sonrasında, benim de doktora tezi jürisinde yer aldığım Muhammed Şehid Görüş, doktora tezinin bir bölümünde benzer bir araştırma tasarımını kullanarak verileri güncelledi ve yeni verimlilik endekslerini hesapladı. Türkiye’nin enerji verimliliğinin evrimini gösteren bu enerji verimliliği endekslerine aşağıdaki grafiklerde göz atalım. Bu grafikte 1971 baz yıl olduğundan 1 değerini almakta. Endeks değerinin 1’in altında düşmesi, verimlilik artışlarına işaret ediyor. Buna göre, Türkiye’de enerji verimliliğinin 1971-2018 arasında arttığına şahitlik ediyoruz. 2018 için endeks değeri 0,675. Bu da yaklaşık yüzde 30’dan fazla bir enerji verimliliği artışına karşılık geliyor. Öte yandan, bu endeks değeri, OECD ülkeleri arasında farklı konularda Türkiye ile aynı sıralamalarda olan Şili ve Meksika gibi ülkelerde de neredeyse aynı.

ŞEKİL 2. TÜRKİYE İÇİN ENERJİ VERİMLİLİĞİ ENDEKSİNİN GELİŞİMİ (1971-2018)

 

Sonuç

Enerji verimliliği, karbon emisyonlarının azaltılmasında, dolayısıyla küresel bir dışsallık olan iklim değişikliğinin etkilerinin hafifletilmesinde önemli bir role sahip. Gerek Türkiye’de gerekse pek çok ülkede enerji verimliliğinin artırılması için politikalar geliştiriliyor, teşvikler veriliyor, araştırmalar yapılıyor. Çevresel faydalarının yanı sıra, enerji verimliliği pek çok ekonomik etkiye de sahip: Enerji verimliliğindeki artışlar üretimi artırıyor, işsizliği azaltıyor ve ekonomik büyümeye pozitif katkıda bulunuyor. Bütün bu faydalarına rağmen, enerji verimliliğini artırıcı teknolojilere yeterince yatırım yapılmıyor. Yani, gerçekleşmesi gereken optimal enerji verimliliği artışları ile gerçekleşen enerji verimliliği artışları arasında önemli bir fark var. Buna da “enerji verimliliği boşluğu” (energy efficiency gap) ya da “enerji verimliliği paradoksu” diyoruz. Bu enerji verimliliği paradoksunu çözmek, sadece küresel bir dışsallığı düzeltmeye katkıda bulunmakla kalmayıp bunun da ötesine geçerek pek çok pozitif ekonomik etkiyi doğuracak. Enerji verimliliği boşluğunun doldurulmasının yolu ise politika yapıcıların ve karar alıcıların ekonomik literatüründen gelen içgörüleri dikkate almasından geçiyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası