Kriter > Dosya > Dosya / Küresel Sistem ve Türkiye |

Küresel Tahakküm Düzeni ve Birleşmiş Milletler: Reformsuz Olmaz


Tahakkümcü niteliği çok belirgin olan mevcut küresel sistemin sacayaklarından birisi olan Birleşmiş Milletler’in bu haliyle kalması, mevcut küresel adaletsizliğin devamına hizmet edecektir. İnsanlığın ortak beklentisi, dünyada daha adil ve barışçıl bir uluslararası düzenin tesis edilmesidir. Bunun önemli bir unsuru, BM Güvenlik Konseyi bünyesindeki daimi üyelik ve veto mekanizmalarının iptal edilmesidir.

Küresel Tahakküm Düzeni ve Birleşmiş Milletler Reformsuz Olmaz

76. Genel Kurul çalışmalarının başlamasıyla birlikte, Birleşmiş Milletler’in (BM), bu temsil gücü en yüksek organı, 14 Eylül 2021 itibariyle yeni çalışma yılını açmış bulunuyor. Devletlerini temsilen liderlerin katılacağı üst düzey oturumlar ise 21-30 Eylül arasında gerçekleşti. Adil bir dünyada yaşamadığımız herhalde herkesin malumu. İkinci Dünya Savaşı’nın galibi olan (büyük) devletler (ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği, Çin, Fransa), 1945’te BM örgütünü kurarken, “minareyi çalan kılıfını hazırlar” atasözüne uygun olarak, 11 devletten oluşması öngörülen Güvenlik Konseyi içinde (şimdi 15) kendilerine daimi üyelik ve veto hakkı gibi birtakım imtiyazlar verdiler.

1945 sonrası dönemde zaman içinde bir “dünya düzeni” şekillenmiştir. Dünya, bu düzenin, ABD’nin (ve Avrupalı ortaklarının) liderliğinde BM ile siyasi ayağının, IMF ve Dünya Bankası ile finansal ayağının vücut bulduğuna, NATO’nun zuhuruyla askeri bir kurumsallık kazandığına, kapitalizm ve emperyalizm yoluyla iktisadi olarak yeryüzünün her yanına tedricen nüfuz etmeyi başardığına şahitlik etti. Bu tahakkümcü yapı içinde Sovyetler Birliği ve Çin, yalnızca BM Güvenlik Konseyi içinde belli bir ağırlığa sahipken, ABD liderliğindeki Batılı devletler grubu, hem İkinci Dünya Savaşı hem de Soğuk Savaş sonrasındaki “Yeni Dünya Düzeni’nin” fikri ve ideolojik arka planını, normatif ve kurumsal çerçevesini, başlıca hedeflerini, bu hedeflerin hayata geçirilmesi için zaruri görünen vasıtaları ile kendi menfaatlerine ve stratejilerine uygun eylem planlarını oluşturdular. Soğuk Savaş döneminde bir Üçüncü Dünya ülkesi için bu kapitalist-emperyalist ağın “dışında” kalmak ya da ülke kaynaklarını emperyalist güçlere peşkeş çekmeyi reddeden millici politikalar izlemek, Vietnam, Küba ve Musaddık dönemi İran’ı gibi pek çok acı örneğin ifşa ettiği üzere, hakim güçlerin gazabına davetiye çıkarmak anlamına gelmekteydi. Nitekim bu devletlerin/yönetimlerin, başka aktörlerle eşit ve onlar gibi egemen devlet olma haklarının, fiiliyatta, genellikle, ABD ve onunla iş birliği içindeki Batılı ve bazen de Batılı olmayan iş birlikçi devletlerce ellerinden alındığı ya da alınmak istendiği gözlenmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde bu saldırganlık daha cüretkar bir noktaya evirilmiş, Amerikan emperyalizmi ve iş birlikçisi İngiltere işi, Afganistan’ı (2001) ve Irak’ı (2003) işgale kadar götürmüştür.

 

BM Dünya İçin Değişmeli

Tahakkümcü niteliği çok belirgin olan mevcut küresel sistemin sacayaklarından en önemlisi BM’nin bu haliyle kalması, mevcut küresel adaletsizliğin devamına hizmet edecektir. İnsanlığın ortak beklentisi, dünyada daha adil ve barışçıl bir uluslararası düzenin tesis edilmesidir. Bunun önemli bir unsuru, BM Güvenlik Konseyi bünyesindeki daimi üyelik ve veto mekanizmalarının iptal edilmesidir. Bu gayri adil yapının veto yetkisi verdiği daimi üyeler, menfaatlerinin olmadığı durumlarda, başta savaşlar ve saldırganlıklar, küresel güvenlik krizleri karşısında harekete geçmekten uzak kalırken, uluslararası düzeyde barış ve güvenliğe yönelik birçok tehdidi aslında kendileri oluşturmaktadır. Bugün bile, en başta, ABD-İngiltere ikilisinin, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki emperyalist (silahlı ya da silahsız) müdahalelerinin BM tarafından görmezlikten gelinmesi ve hatta bazı durumlarda Güvenlik Konseyi eliyle bu işgallerin ve müdahalelerin bu saldırganlıkların sonrasında geriye dönük olarak yasallaştırılması, nadirattan değildir. Öte yandan, BM’nin uluslararası barış ve güvenliğe zarar veren temel kriz alanlarını ve uyuşmazlıkları hal çaresine kavuşturma hususundaki sicilinin de bozuk olduğunu belirtmemiz gerekir. Ne yüzyıllık Filistin Sorunu ne de söz gelimi Keşmir Sorunu, bugün “kangren olmuş sorunlar” niteliğini kaybetmiş görünmektedir.

Öte yandan, Çin ve Hindistan gibi bazı istisnai (ve kendine özgü) örnekler bir yana bırakılırsa, dünyada zengin devletler/toplumlar ile yoksul devletler/toplumlar arasındaki mesafe azalmak bir yana, bugün de artmaya devam ediyor. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında yoksulluk, yeterli miktarda gıdaya ve suya ulaşamama, eğitim imkanlarından ve sağlık hizmetlerinden mahrumiyet, büyük bir nüfus için önemli bir sorun oluşturuyor. Nükleer silahların ortadan kaldırılması ve küresel silahsızlanma konusunda bugüne dek çok az bir mesafe alınabildi. Küresel ısınmanın ve diğer çevresel felaketlerin önlenmesi hususunda, çevre kirliliğine karşı, en başta buna en çok sebebiyet veren ABD ve Çin gibi güçlerin direnişi nedeniyle, etkili tedbirlerin alındığını söylemek mümkün değildir. Bunların yanı sıra, mütehakkim Batılı güçlerin ve onların güdümündeki bir kısım devletlerin, BM içinde ve başka uluslararası platformlarda insan hakları konusundaki ikiyüzlülükleri ve ilkesiz tutumları, bugün de devam etmektedir. Nitekim bunlar hakim güçlerin küresel çıkarlarıyla “uyumlu” hareket eden devletlerin insan hakları ihlâllerini genelde görmezden gelirken, “uyumsuz” devletlerin (örneğin İran ve Küba) bu alandaki ihlalleri ise, bu ülkelerin daha fazla uluslararası baskıya maruz bırakılması amacıyla özellikle gündeme getirilmektedir.

BM
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ABD (Tayfun Coşkun/AA)

 

Daimi Üyelerin Veto Hakkı Kaldırılmalı

Bu ve benzeri nedenlerle BM’nin kapsamlı bir reforma tabi tutulması ve böylece BM Güvenlik Konseyi’nin daha temsili, şeffaf ve hesap verebilir bir kurum haline getirilmesi büyük önem taşıyor. Soğuk Savaş sonrasında Güvenlik Konseyi özelinde BM’de reform yapılması konusundaki ilk girişim, 1993’te, Güvenlik Konseyi’ne ilişkin Hakkaniyetli Temsil Meselesi ve Güvenlik Konseyi Üyeliğinin Arttırılması hususunda açık-uçlu bir Çalışma Grubu’nun oluşturulması ile başlamış oldu. Hem BM’nin geleceği hem dünya halklarının gözündeki meşruiyeti hem de uluslararası sistemik ve bölgesel düzeyde ortaya çıkan devasa küresel sorunların çözümü açısından, BM bünyesinde bir reformun çoktan elzem hale geldiği açıktı. Ne var ki, onca zamandır devam eden reform tartışmaları ve çabaları ciddi bir ilerleme kaydedemedi; dahası, süreç bir müddet sonra adeta kilitlendi. Bunun başta gelen nedeni ise, bir yandan Güvenlik Konseyi içindeki Daimi Üyeler’in sahip oldukları imtiyazları başkalarıyla paylaşma hususundaki isteksizlikleri, bir yandan da, “değişim” isteyen devletlerin reformun muhtevasına ilişkin “ortak bir irade” ortaya koyamamaları idi.

BM’nin bugün de yakın geçmişte olduğu gibi bir reforma ihtiyacı olduğu açıktır. BM bünyesinde yapılacak kapsamlı bir reformun hangi hususları ve kurumları kapsayacağı önemli bir soru olarak karşımızdadır. Geçmiş reform çabalarının bıraktığı mirasa ve bu hususta uzmanlaşmış olan kişi ve çevrelerin görüş ve önerilerine bakıldığında, çok kaba olarak bu reformun muhtemel içeriği hakkında bir fikir edinmek mümkündür. Kuşkusuz, en başta, Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkı ile bütünleşmiş daimi üyelik statüsünün kaldırılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararların siyasi olarak Genel Kurul’un denetimine, yargısal olarak da Uluslararası Adalet Divanı’nın denetimine açılması, büyük önem taşımaktadır. Güvenlik Konseyi’nin daha adilane bir yapılanma içine girmesi, Konsey’in uluslararası toplum nezdindeki meşruiyetini ve etki gücünü artıracaktır. BM’nin en temsili ve şeffaf organı olan Genel Kurul’un bazı alanlarda daha fazla yetki sahibi kılınması, reform sürecinin önemli bir unsuru olacaktır. Bu bağlamda, reform sürecinde, tüm üye devletlerin içinde yer aldığı Genel Kurul’un özellikle insan hakları ve kalkınma sorunları konusunda alacağı kararların, somut ve sarih bir içeriğe sahip olması halinde, “bağlayıcı” olması hususunda devletlerin önemli bir bölümü arasında bir kanaat oluşması mümkün olabilir. Yine, reform çabaları çerçevesinde BM’nin harcamalarını karşılamak üzere bağımsız gelir kaynaklarına sahip kılınması ve böylece örgüte yüksek aidat veren ABD (BM’nin elde ettiği toplam aidatın yüzde 22’si) gibi bazı ülkelerin, bu örgüte aidatlarını ödemeyeceklerine ilişkin zaman zaman gündeme gelen finansal tehditlerinin de önüne geçilmiş olacaktır.

 

Bu Düzen Mutlaka Değişmeli

BM’ye yönelik olarak hayata geçirilecek olan reformlar, küresel düzeyde zuhur eden sorunlarla baş etme hususunda BM’yi daha fazla sözü dinlenen ve saygı duyulan bir örgüt haline getirecektir. Böylece, bir bütün olarak, insanlık, küresel düzeyde sürdürülebilir kalkınmayı ve barışı tesis etme yolunda önemli bir mevzi kazanmış olacaktır. Güvenlik Konseyi özelinde ise bu reformlar, reelpolitike en fazla yaslanmış olan bu organı, temsil gücü daha yüksek, ilkeli ve şeffaf bir konuma getirerek, bu organın krizler karşısında daha fazla etkili olmasını sağlayacaktır. Bu reform çabalarının başarılı olması halinde, hiç kuşku yok ki, hem üye devletler hem de devlet-dışı başka aktörler, bugün olduğundan daha fazla BM ile dayanışma içine girecek; devletler BM üyeliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirme konusunda daha büyük bir isteklilik sergileyecektir. Reforma tabi tutulmuş olan bir BM’nin küresel sistem ve mevcut uluslararası ilişkiler düzeni içinde daha “merkezi” bir rol oynayacağı ise izahtan varestedir.

“Bu düzen değişmeli!” diyenlerin sesinin daha fazla çıkması gereken bir tarihi dönemeçte, aslında haklı olduğu için güçlü sayılması gereken dünyanın bütün mazlumları ve onların sözcüleri, daha adil bir Birleşmiş Milletler için uzun soluklu yürüyüşlerine elan devam ediyorlar. Eğer onlar kazanırsa, kazanan tüm insanlık olacak!

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası