Washington-Tahran gerilimi İran’ın petrol ihracatının sıfırlanmasının hedeflendiği 2 Mayıs’tan itibaren tırmanışa geçmiş ve yepyeni bir safhaya ulaşmıştır. Taraflar her gün birbirlerine ağır ifadelerle yüklenmekte ve tehdit içerikli bir dil kullanmaktadır. Artık askeri çatışmayı da içerecek şekilde artan gerilimin geniş çaplı bir savaş doğurabileceği beklentileri de çoğalmıştır. Bu beklentilerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışmalı olsa da bu noktaya gelene kadar yaşanan bir dizi gelişme olayları takip edenlerin savaş konusundaki tedirginliklerini haklı çıkarma noktasında önemlidir.
Tahran’a yönelik temel stratejisi ekonomik yaptırımlar uygulamak olan Washington bu stratejiyi askeri baskıyı da kapsayacak şekilde genişletmeye karar vermiştir. 8 Nisan’da Devrim Muhafızlarını Yabancı Terör Örgütleri listesine alan ABD yönetimi Mayıs’ta USS Abraham Lincoln uçak gemisini mahiyetindeki taarruz gücüyle birlikte Körfez’e göndermiştir. Aynı ay içerisinde USS Arlington amfibi çıkarma gemisi ve bir Patriot bataryasını da bölgeye sevk eden ABD son olarak Haziran’da bin askerini daha Ortadoğu’ya gönderme kararı almıştır.
ABD tarafındaki bu gelişmelere son zamanlarda Körfez bölgesinde yaşanan saldırılar eşlik etmektedir. 12 Mayıs’ta BAE’nin Füceyre Limanı’ndaki petrol tankerlerine saldırı yapılmış ve Suudi Arabistan’a ait iki petrol tankeri zarar görmüştür. Saldırı sonrası ABD’li yetkililer İran’ı sorumlu olarak işaret etmişler ancak Tahran suçlamaları reddetmiştir. ABD Başkanı Trump İran’ın herhangi bir saldırı eylemine girişmesi halinde bunun “çok büyük bir sorun” olacağını söyleyerek Tahran’ı uyarmıştır. 14 Mayıs’ta ise Suudi Arabistan’daki bir petrol boru hattına başkent Riyad yakınlarında bir İHA saldırısı düzenlenmiştir. Saldırıyı İran’ın destek verdiği Yemenli Husiler üstlenirken saldırının zamanlaması ve hedefi göz önüne alındığında devam eden Suudi Arabistan ve Husi güçleri arasındaki çatışmanın mı yoksa İran-ABD gerginliğinin mi bir parçası olduğu tartışmalıdır.
Bu gelişmelerin ardından 13 Haziran’da Umman Körfezi’nde iki petrol tankerine daha saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırının Trump’ın isteği üzerine ABD ile İran arasında ara buluculuk yapmak üzere İran’a gelen Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin ziyareti sırasında gerçekleşmesi dikkate değerdir. ABD saldırılar için yine İran’ı suçlarken Tahran ise suçlamaları reddetmiştir. Bolton’un saldırıyı İran’ın gerçekleştirdiğine ilişkin güçlü kanıtlara sahip olduklarını söylemesine karşılık İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif “B Takımı” olarak adlandırdığı Bolton, Pompeo, Netanyahu, Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid’in saldırıların arkasında olduğunu iddia etmiş ve yeni planlarının “diplomasiyi sabote etmek” olduğunu söylemiştir. Buna ek olarak İran medyasında yayımlanan bir ses kaydında saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen Halkın Mücahitleri Örgütü üyelerinin kendi aralarında saldırıya ilişkin konuşmaları yer almaktadır. Kayıtta ayrıca saldırının Suudi Arabistanlı yetkililerle koordinasyon içerisinde düzenlendiği bilgisi geçmektedir.
İran-ABD gerilimini bir üst perdeye taşıyan önemli gelişmelerden bir diğeri 19 Haziran’da yaşanmıştır. Bu tarihte İran, hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle ABD hava kuvvetlerine ait bir RQ-4A Global Hawk tipi İHA’yı düşürmüştür. ABD ise İHA’sının uluslararası hava sahası içerisinde olduğunu iddia ederek İran’ı suçlamıştır. Düşürülen İHA’nın değerinin 100 milyon doların üzerinde olması ABD’nin ciddi bir karşılık verebileceği beklentisini gündeme getirmiştir. Olay üzerine Trump “İran çok büyük bir hata yaptı” diyerek saldırı beklentilerini yükseltmiştir. Ancak daha sonra başka bir açıklama yapan Trump, İran’a saldırı emri verdiğini fakat yüz elli kişinin saldırı sonucunda öleceğini öğrendiğinde kararından vazgeçtiğini söylemiştir. Böylelikle bu olay sonucunda da savaş beklentisi havada kalmıştır.
İHA düşürülmesinin savaşa sebep olabileceği beklentisi daha çok son zamanlarda tırmanan gerilimle ilgilidir. Aslında İran 2011’de de ABD’ye ait RQ-170 tipi bir İHA düşürmüş ve düşürdüğü İHA’yı sergilemiştir. Bu durum bırakın savaşı, uyarı mahiyetinde sınırlı bir askeri angajmanı dahi doğurmamıştır. Dahası 1988’de ABD bir İran yolcu uçağını düşürmüş ve 290 kişinin ölümüne neden olmuştur. ABD bu olay sonrası özür bile dilememiştir. Dolayısıyla iki ülke arasında sınırlı çatışmalar yaşansa da bunun savaşa dönüşebilmesi için başka koşulların da olması gerekmektedir.
Savaş Seçeneği
Savaşın şu an için güç bir ihtimal olmasının temel sebeplerinden biri Trump’ın bu seçeneği tercih etmek istememesidir. İlk olarak Trump’ın iş adamı mantalitesinden dolayı savaşa sıcak bakmadığı bilinmektedir. Bunun haricinde de Trump’ın İran ile savaşmamak için güçlü gerekçeleri bulunmaktadır. Öncelikle 2020 başkanlık seçimleri öncesi böyle bir maceraya girişmek ikinci dönem planlarına zarar verecektir. Tam da seçim maratonuna girdiği ve ikinci dönem için başkan adaylığını açıkladığı bir dönemde Trump böyle bir risk almak istemeyecektir. Bunun yanı sıra İran ile savaş ihtimali şu anda Demokratların da Trump’a yönelik eleştirilerinin ana kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Bernie Sanders gibi demokratlar İran ile savaşa şiddetle karşı çıkmaktadır. Senatodaki Demokratlar Trump’ın herhangi bir savaş kararı için Kongrenin onayını alması gerektiğini savunurken Trump ise bu türden bir zorunluluğunun bulunmadığını söylemektedir. Bu tartışmanın uzayacağı ve Demokratların Senato ile Kongre üzerinden de Trump’ı İran konusunda kısıtlamaya çalışacakları tahmin edilebilir. Ek olarak ABD kamuoyunun da İran ile savaşa gönüllü olmadığına ilişkin araştırmalar dikkat çekmektedir. ABD’li Hill-HarrisX şirketinin yaptığı bir kamuoyu araştırmasına göre “İran’ın son dönemlerde Körfez’deki düşmanca tavırlarına uygun yanıt ne olmalı?” sorusuna araştırmaya katılanların yalnızca yüzde 3’ü savaş yanıtını vermiştir.
Öyleyse yaşanan saldırılar ne anlama gelmektedir ve ABD-İran ilişkilerini hangi yöne sürükleyecektir? Bu noktada iki saldırı tipinden bahsetmek mümkündür: Birincisi failinin İran ya da İran destekli olduğu belli olan ve petrol siyasetiyle dolaylı ilişkiye sahip saldırılardır. Husilerin düzenlediği saldırıyla ABD’nin İHA’sının düşürülmesi buna örnektir. Diğeri de faili belli olmayan ve doğrudan petrol siyasetine ilişkin rasyonaliteye sahip saldırılardır. Füceyre Limanı ve Umman Denizi’ndeki petrol tankerlerine yapılan saldırılar da bu tipe örnektir. Dolayısıyla petrol sevkiyatını hedefleyen saldırıların faillerinin karanlıkta kalması ilginçtir.
Petrol tankerleri saldırılarından kimin sorumlu olabileceğine yönelik farklı hesaplar ve olası sonuçlara ilişkin farklı tahminlerde bulunulabilir. Trump için savaş seçeneğinin olası olmadığını düşünen İranlı karar alıcılar Körfez’de tansiyonu yükseltmek marifetiyle ABD’yi kendi ellerinin mümkün olduğunca güçlü olacağı bir anlaşma zeminine çekmeye çalışıyor olabilirler. Saldırıların kontrollü olması ve can kayıpları yaşanmaması bu ihtimali güçlendirmektedir. İranlı yetkililerden zaman zaman gelen “Hürmüz Boğazı’nı kapatırız” ve “Biz petrol ihraç edemezsek kimse edemez” türünden açıklamalar düşünüldüğünde bu saldırıların Tahran’ın güç gösterisi olabileceği ihtimali de akıllara gelmektedir. Nitekim ABD’ye ait İHA düşürüldüğü zaman Devrim Muhafızları HavaUzay Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızade’nin otuz beş kişilik mürettebata sahip başka bir uçağın daha İHA’ya eşlik ettiğini ancak onu düşürmediklerine dair açıklaması da yine İran’ın güç gösterisi olarak okunabilir.
ABD’nin saldırıları bir “false flag” operasyonu olarak gerçekleştirip savaş için gerekçe oluşturmaya çalıştığı yönündeki argüman ise Trump’ın tüm gelişmelere rağmen savaş düğmesine basmaya direnmesi karşısında geçerliliğini yitirmektedir. Bir diğer ihtimal ise İsrail gizli servisinin saldırıların arkasında olabileceği ve ABD’yi İran’a saldırmaya yönlendirmek için bunu yapabileceğidir. Elbette böyle bir savaş durumu İsrail’i mutlu edecektir. Ancak bu ihtimal karşısında Suudi Arabistan ve BAE’nin de memnuniyet duyacağını söylemek gerekmektedir. Dolayısıyla çok bilinmeyenli bir denklem ortada durmaktadır.
Ara Bulucular
ABD yönetimi son olarak 24 Haziran’da İran dini lideri Ali Hamaney’e ve Hamaney’in bürosuna bağlı varlıklara yaptırım uyguladığını açıklamıştır. Hamaney’in bürosunun değişen tahminlere göre toplam değeri 100-200 milyar dolarlık mal varlıklarını kontrol ettiği bilinmektedir. Ancak ABD’nin kararı Hamaney yurt dışına çıkmadığı ve kontrol ettiği varlıkların önemli bir kısmına önceden zaten yaptırım uygulandığı için semboliktir. Fakat bu yine de yaptırımların önemsiz oldukları anlamına gelmemektedir. Her ne kadar rejim değişikliği peşinde olmadıklarını beyan etseler de Trump yönetiminin İran’ın dini ve siyasi yaşamının merkezinde yer alan en önemli figürünü yaptırım listesine alarak İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucu kodlarını sorunsallaştırdığı görülebilir. Önümüzdeki günlerde Cevad Zarif’in de yaptırım listesine alınabileceği iddiası gerçekleştiği takdirde ABD hem müzakereler için formel yolları kapatmış olacak hem de İran’ın diplomatik kapasitesine darbe vuracaktır.
Zarif’e yaptırım uygulanması diplomasiye alan bırakmayacak bir hamle şeklinde yorumlanabilecek olsa da anlaşma zamanının geldiğine emin olduğu anda Trump’ın İran ile konuşmak için bir formül bulmakta güçlük yaşamayacağı söylenebilir. Japonya Başbakanı Abe’nin oynamaya niyetlendiği ara bulucu rolüne talip olabilecek başka aktörler bulmak zor olmayacaktır. Örneğin Umman’ın geçtiğimiz dönemlerde İran ve ABD arasında ara buluculuk faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. İki ülkeyle ilişkileri bulunan Türkiye’nin de bu konuda öne çıkma ihtimali bulunmaktadır. Ancak elbette Trump’ın bu adımları İran’ı daha agresif ve uzlaşmaya kapalı bir noktaya sürükleyebilir. Bu durumda ABD de İran siyasetini revize etmek durumunda kalacaktır. Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında tıpkı İran’ın Körfez’de ABD’yi test ettiği gibi ABD’nin de yaptırımları bir ekonomik silah olarak kullanarak İran’ı test ettiği söylenebilir.
Trump’ın İran ile yeni bir anlaşma için müzakerelere başlamak istediği bilinmektedir. Kendisi de sıklıkla müzakere isteğini dile getirmektedir. Dolayısıyla savaşın düşük bir ihtimal olduğu bu ortamda Trump, İran’ı müzakere masasına oturtmak için ekonomik yaptırımları kullanmaya devam edecektir. İran’ın da ABD’yi geri adım attırmak için Körfez’de tansiyonu yükseltecek hamleleri sürdüreceği öngörülebilir.