Kriter > Dış Politika |

Vekalet Savaşlarının Kurbanı: Yemen


Ortadoğu’da başlayan ve halen tüm hızıyla süren vekalet savaşları birçok ülkede dramatik sonuçlar yarattı. Devam etmekte olan iktidar mücadelesi ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin de etkisi ile birçok ülkede kaotik bir ortama zemin hazırladı.

Vekalet Savaşlarının Kurbanı Yemen

Ortadoğu’da başlayan ve halen tüm hızıyla süren vekalet savaşları birçok ülkede dramatik sonuçlar yarattı. Devam etmekte olan iktidar mücadelesi ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin de etkisi ile birçok ülkede kaotik bir ortama zemin hazırladı. Geleneksel savaşlardan farklı olarak üçüncü bir ülkede ve vekiller aracılığı ile yürüdüğü için çatışmaların bir iç savaşa dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.

Ortadoğu’da bugün çatışmaların karakteri bu açıdan birbirine benzemektedir. 2003 işgali sonrası Irak, 2011 isyanları sonrası Suriye, Yemen ve Libya birbirini andırıyor. Yemen için de geçerli olan bu tablo ülkeyi insani krizlerle baş etmenin mümkün olmadığı bir noktaya getirdi. Ülke İran ve Suudi Arabistan’ın mücadele alanına dönüşmüş durumda. ABD’nin El-Kaide üzerinden yaptığı müdahaleler de bu tabloda katalizör işlevi görüyor.

İç Savaşın Bilançosu

1962-1968 ve 1990-1994 yılları arasında iç savaşların yaşandığı Yemen bugün benzer bir durumla karşı karşıya. İran destekli Husilerin bütün ülkeyi kontrol etmeye dönük hırslı siyasetine karşılık Suudi öncülüğündeki operasyonun bilançosu çok ağır. Kızılhaç komitesinin bildirdiği rakamlara göre ölü sayısı beş bini aştı, yaralı sayısı ise kırk bine yakın. Bir milyondan fazla insan yer değiştirmek zorunda kaldı. Daha kötü durumda olan ve iş bulma umuduyla ülkeye gelen Sudanlıların yüzde 90’ı ülkelerine geri dönmek zorunda kaldı. Dahası en az on bin Yemenli de Cibuti’ye göç etmiş durumda. İnsani kriz bu kadar derinleşmemişken dahi çatışmalardan etkilenmeyen tek bir ailenin bile kalmadığını ifade eden Komite Başkanı Peter Maurer Yemen’deki durumu “insan eliyle üretilmiş bir felaket” şeklinde tanımlıyor.

Günümüzde ise ülkenin eğitim ve sağlık kurumları büyük ölçüde işlevselliğini yitirmiş durumda. Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli gözlemci grupların zaman zaman yayımladıkları raporlara göre ülkenin 24 milyonluk nüfusunun üçte ikisi açlıkla karşı karşıya ve temiz suya erişimi yok. 3,3 milyon insan kıtlık bölgesinde yaşıyor. 2 milyon çocuk yetersiz beslenmeden etkilenmiş durumda. En az 160 sağlık kurumu ve binası saldırıya uğramış. Şehirlerde çöp yığınları var.

Lağım suları açıktan akıyor. Son altı ay içinde bu şartlarda ortaya çıkan kolera salgını yaklaşık 600 bin kişiyi etkiledi. 2 bin kişi bu hastalığın etkisiyle hayatını kaybetti. Buna karşın Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar ise güvenlik riski gerekçesi ile bu insani krize yönelik yeterli müdahalede bulunamadıklarını açıklıyor. Suudi Arabistan’ın ablukayı kaldırdığına yönelik açıklamasına karşın henüz BM ya da bir başka insani yardım kuruluşunun yardımları ülkeye ulaştırılabilmiş değil.

Bu tabloyu yaratan temel etken ne açlık ve kuraklık gibi doğal afetler ne de geleneksel anlamda ülkenin bir başka devletle giriştiği savaş. Bu insani dram ve yıkımlar İran-Suud vekalet savaşının bir sonucu. Bu tespiti yapmak yalnızca bu iki aktörü eleştirmek için değil aynı zamanda doğru teşhisin krizi çözmenin ilk adımı olması açısından önemlidir.

Buraya Nasıl Gelindi?

2011 yılının başında Yemen’de ayaklanmalar başladıktan birkaç ay sonra Ali Abdullah Salih’in iktidardan ayrılmak zorunda kalması ülkenin yumuşak bir geçiş süreci yaşayacağına dair iyimser bir hava estirdi. Salih’in iktidardan ayrılması da geçiş sürecinin başlaması da Suudi Arabistan’ın etkisi altında yaşandı. Suudi Arabistan’ın oynadığı bu rolün yumuşak bir geçiş için hem olumlu hem de olumsuz tarafları vardı. Olumlu tarafı sürecin güçlü bir aktörün gölgesinde gerçekleşecek olmasıydı. Riskli tarafı ise İran gibi tarihsel bir hasmın devreye girmesi için zemin hazırlama potansiyeli idi. Nitekim Suudilerin bölgesel düzeyde yaşanan değişim karşısında takındığı pozisyon, İhvan’ı güvenlikleştirmeleri ve özelde Yemen’e odaklanmamaları İran’ın bu ülkede bir mobilizasyon yürütmesinin önünü açtı. Nihayetinde kötü senaryo gerçekleşti.

BM’nin gözetimi altında geçiş sürecinin bir müzakere platformu olarak belirlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nda (UDK) neredeyse bütün taraflar temsil edildi. Salih iktidarından kalma Genel Halk Kongresi de bu platformda kendisine yer buldu. Burada amaç geçiş sürecinin kapsayıcı bir şekilde planlanması ve herhangi bir aktörün marjinalleşmesinin önüne geçmekti. Otuz dört yıllık iktidar birikimine sahip yapıların hükümet içinde yer alması geçiş sürecinin baltalanma ihtimalini barındırıyordu. Nitekim çok geçmeden bu ihtimal gerçekliğe büründü. Salih’in kontrolündeki Genel Halk Kongresi, Husilerle çatışmalar tekrar alevlenince çoğu zaman görevlerini aksattı ve Husilerin birçok yerde avantaj kazanmasına zemin hazırladı. Bir süre sonra da Salih döneminde çatıştıkları Husilerle iş birliği yaptılar.

Geçiş sürecinin temel mekanizması olan UDK bütün siyasi tarafların, kadınların ve gençlerin temsil edildiği bir platform olarak belirlendi. Bir sene boyunca yürütülen müzakereler sonunda 21 Ocak 2014’te UDK kararlarının uygulanması için bir bildiri yayımlandı. Bildiride mevcut Cumhurbaşkanı Hadi’nin görev süresinin bir yıl uzatılması, parlamento seçimlerinin yapılması ve danışma meclisinin Kuzey ve Güney’den otuzar üye olması kaydıyla yeniden oluşturulması ve UDK’de alınan kararların içinde bulunacağı yeni anayasanın oluşturulması için yeni bir çerçeve belirlenmesini içeren bir dizi karar tasarısı açıklandı. Ancak Husiler sonuç bildirisini tanımadı ve çatışmalar yeniden başladı. Farklı aşiret ve mezheplerden katılımlarla Hizbullah benzeri bir yapılanmaya liderlik eden Husiler “Ensarullah” örgütünü kurdu. Böylece hem geniş tabanlı bir askeri yapılanmaya gidilmiş oldu hem de mezhepçilik suçlaması aşılmaya çalışıldı. Ocak 2014’te güneye ilerlemeye başlayan Husi/Ensarullah ve müttefikleri eski rejim güçleri ile birlikte yaklaşık bir yıl içinde başkent Sana’yı ele geçirdi ve kısa bir süre sonra en güneydeki Aden’in sınırlarına dayandı.

Aden’e geçerek yönetimi elinde tutmaya çalışan Hadi 25 Mart’ta BM’ye bir mektup yazarak Güvenlik Konseyinden Yemen’de Husilerin ilerleyişini durdurmaya “gönüllü ülkeler”in askeri müdahalesine yetki veren bir karar almasını istedi. Eski müttefikinin İran’ın kontrolüne girmesini ciddi bir tehdit olarak gören Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Mısır’la birlikte Yemen’e operasyon başlattı.

“Kararlılık Operasyonu” adı altında başlayan harekatın birkaç ay içinde sonuç alması planlanmıştı. Ancak iki yılı aşkın bir süredir devam etmesine rağmen Husilerin ele geçirdiği birkaç bölgenin yeniden kontrol edilmesi dışında önemli bir ilerleme sağlanamadı. Başkent Sana bile henüz kontrol altına alınmış değil. Dahası Husiler Riyad’ı vurabilecek füzelere bile sahip oldu. Devrik lider Salih’e bağlı güçlerin taraf değiştirerek yeniden Suud tarafına geçtikleri haberleri gelse de henüz bu doğrulanmış değil. Doğru olsa bile sahada önemli bir değişime yol açması beklenmemelidir.

Vekalet Savaşından İnsani Krize

Bir sınırı Aden Körfezi’ne, bir sınırı geniş okyanus sularına, diğer sınırı da tamamen Suudi Arabistan’a bakan Yemen’de iç savaşın muhtemel senaryolar içinden en kötüsüne doğru gittiğini söylemek abartı olmayacaktır. Çatışmaların sona ermesi için şu üç ihtimalden birinin gerçekleşmesi gerekir:

  • Taraflardan birinin galip gelmesi ve şartlarını karşı tarafa dayatması
  • İki tarafın da savaşın maliyetini kaldıramayacak noktaya gelmesi
  • Üçüncü bir gücün devreye girerek tarafları uzlaştırması.

Ancak Yemen’de bu üç senaryodan hiçbiri gerçekleşmiş değil. Taraflardan birinin ezici üstünlüğüne dair bir emare yok. Savaşın maliyeti de şimdilik taraflar için katlanılabilir düzeyde. Üçüncü bir güç olarak ne BM ne de ABD’nin sorunun çözümü için yeterli bir inisiyatif üstlenmemiş olduğu ortada. Savaşın uzaması da bir insani kriz üretmesi de bu durumla doğrudan ilgilidir. Dahası DEAŞ’ın da ülkede varlık göstermeye başlaması savaşın kilitlenmesinin bir sonucudur.

Kısacası Yemen’de yaşanan çatışma henüz üst limitlerine ulaşmamış bir vekalet savaşıdır. Ne yerel ne de esas aktörler herhangi bir sebep dolayısıyla savaşı sona erdirecek bir noktaya gelebilmiştir. Bu tabloya bakıldığında Yemen’in oldukça kaotik bir duruma düştüğünü söylemek mümkündür. Birbirini besleyen sorunlar yumağı temel düzeyde iki katmanlı bir sorun yaratmış durumda: askeri/siyasi ve insani kriz. Askeri krizin yukarıda özetlenen parametrelerden dolayı çözülmesi zor görünüyor. İnsani krize müdahale ise öncelik sıralamasında en yukarıda duruyor ve bütün taraflar sorumluluk taşıyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası