Kriter > Siyaset |

Büyük Türkçe Sözlükte Olmayan Bir Kelime: İslamofobi


Polonius sorar: “Elinizde ne var efendimiz?” Hamlet yanıt verir: “Kelimeler, kelimeler, kelimeler.

Büyük Türkçe Sözlükte Olmayan Bir Kelime İslamofobi

Polonius sorar: “Elinizde ne var efendimiz?”

Hamlet yanıt verir: “Kelimeler, kelimeler, kelimeler...”

Bendenizin de elinde kelimeler var. Milli Eğitim Bakanlığının 1995 yılında bastığı Örnekleriyle Türkçe Sözlük’ün ikinci cildi. Parmaklarımı İslam ile İslav arasında birkaç kez gezdiriyorum. Aradığım kelimeyi bulamıyorum.

Kelimeler özellikle kavramlar da insanlar gibidir. Doğarlar, büyürler, gelişirler, değişirler ve yaşlanırlar. Severler, sevilirler... Bazen unutulur bazen hatırlanırlar. Bu yüzden vazgeçmiyorum aramaktan. İnternetten Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlük’üne bakıyorum. Bulamayınca Büyük Türkçe Sözlük’e geçiyorum, maalesef orada da yok. İşin tuhafı Bilim ve Sanat Terimleri Sözlüğü’nde de yok.

Devlet büyüklerimiz, politikacılarımız, sanatçılarımız, akademisyenlerimiz ve aktivistlerimizin kullanmaktan yoruldukları; hakkında kitaplar, makaleler, tezler ve raporlar yazılmış bir kavram, evet bu sözlüklerde yok. Aziz Nesin’in Yaşar’ı gibi... Yaşar ne yaşar ne yaşamaz.

Bizim Yaşar yani İslamofobi hakkındaki yarım yamalak bir tarife Wikipedia’da rastlıyorum. Şöyle yazmış, oraya yazma yetkisi olan bir dostumuz:

“İslamofobi, kelime anlamı olarak ‘İslam korkusu’ demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürülegelen ön yargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.”

Adeta bir türlü... Korku mu, irrasyonel nefret mi, ayrımcılık mı, kin besleme mi, düşmanlık mı? Hepsi birden mi? Öyleyse neden fobi diyoruz? Anlayacağınız kafamda deli sorular...

Irkçılık Sonrası Toplum Palavrası

Sondan başlayalım... İngiltere menşeli meşhur Chattam House geçtiğimiz günlerde ilginç bir anket açıkladı. 10 farklı ülkede yaşayan 10 binden fazla Avrupalıya sormuşlar: “Müslüman mültecilerin ülkenize gelmesi yasaklansın mı?” Katılımcıların yarısından fazlası, “Evet, yasaklansın, gelmesinler” demiş. Çeyreğinden fazlası da çekimser kalmış.

Kimileri için bu sonuç şoke edici kimileri için ise sadece malumun ilanı... Sizin de şöyle “Batılı” arkadaşlarınız olmuştur. Ne zaman oturup iki çift lakırdı etmeye çalışsanız kendi toplumunu övmeye, sizin toplumunuzu yermeye çalışan, “Efendim, biz artık ‘ırkçılık sonrası toplum’ evresine geçtik” falan diyerek böbürlenen, geçmişte yaşanan kölelik, soykırım gibi bazı trajik olguların bir daha asla tekerrür etmeyeceğini iddia eden... Sanırım artık bu insanların ne kadar gerçeklerden kopuk ve öngörüsüz olduklarını anlıyorsunuz.

Düşünün! Bu arkadaşlarınızın yaşadığı ülkelerde sadece son on yılda, sonuncusu geçen hafta olmak üzere yüzlerce cami kundaklandı. Namaz kılan, cami bahçesinde oturan masum insanlar otomatik silahlarla saldırıya uğradı. Müslümanlara yönelik terör olaylarında ölen masum insanların sayısı giderek artıyor ve bunların doğru düzgün bir kaydı bile tutulmuyor. Almanya’daki Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) davasında olduğu gibi bu cinayetlerin bir kısmında resmi kurumların en azından ihmalinin olduğu ortaya çıkıyor.

Bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar kendilerini her geçen gün daha fazla tehdit altında hissediyor. Yaşam tarzlarını gerçekleştiremiyor, taciz ediliyor. Irkçı söylemleriyle temayüz eden siyasi parti ve liderlerin oy oranları inanılmaz bir hızla yükseliyor. Yabancı düşmanı politikalar bırakınız yüksek sesle telaffuz edilmeyi, birer birer uygulamaya konuluyor.

“Müslüman Sorunu” mu?

Anne Norton, “20. yüzyıldaki ‘Yahudi sorunu’nun yerini, 21. yüzyılda ‘Müslüman sorunu’ aldı” diyordu. Yazarın biraz da ironik şekilde “sorun” olarak tanımladığı olgu, Yahudilerin on hatta yüzyıllar boyunca maruz kaldıkları sistematik haksızlıklardı. Lanetlenmiş ve kovulmuşlardı.

Özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler aşağılandı, dışlandı, medeni ve sosyal hakları kısıtlandı, kriminalize edildi, sürüldü, diri diri yakıldı ve nihayet soykırıma uğradı. Bunlar dünyanın gözü önünde yaşandı. Bu yüzden Norton’un bu benzetmesi son derece ürkütücü ama üzerinde önemseyerek düşünmeye değer!

Üç Kırılma Noktası Artı İki Nokta

İşte, artık evrensel bir nitelik kazanmış olan bu duygu durumunu tarif etmek için “İslamofobi” kavramı kullanılıyor. Müslümanlara yönelik önyargılar ve saldırıların artması “İslamofobinin yükselişi” olarak yorumlanıyor.

Yükselişine geçmeden önce kavramın ortaya çıkışına kısaca göz atalım. Üç kırılma noktasından söz ediliyor: 1979’daki İran Devrimi, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 2001’de New York’taki ikiz kulelere yapılan saldırı.

Devrimden sonra İran’ın Batı’dan kopması ve içe kapanması hayal kırıklığına yol açıyor. Bilahare komünizmin çökmesi Batı’yı yeni bir öteki arayışına itiyor. Medeniyetler arası çatışma tehlikesine işaret eden tezler, politikacıların açıklamaları ve bazı sivil/sivil olmayan toplum kuruluşlarının çalışmaları İslam’ın Batı’yı tehdit ettiğini ima eden, Müslümanları potansiyel düşman olarak lanse eden bir ideolojik zemin oluşturuyor. Ve ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında oluşan kırılgan ortam medya tarafından manipüle edilerek toplumların bilinçaltına kaygı, korku, nefret ve düşmanlık tohumları ekmek için kullanılıyor.

Pek tabii bu üç nokta yeterli değil.

Afganistan ve Irak’ın işgali, sonrasında başlayan ve Arap Baharı adı verilen olaylar Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeleri istikrarsız ve güvenliksiz hale getiriyor. Bu ortamda üreyen ve radikalleşen terör örgütlerinin sergilediği vahşet, bilinçli ve toptancı bir kampanya ile bütün Müslümanlara mal edilmek isteniyor.

“Göçmen sorunu” bu algıyı iyice güçlendiriyor. Geçmişte yaşanan iş gücü göçlerini gerek ekonomik gerekse kültürel anlamda dönüştürmeyi başaramamışken şimdi de yeni bir mülteci dalgasının ortaya çıkması kaygı, nefret gibi duyguları iyice sertleştiriyor.

İslamofobi Neyin Fobisi?

Bu duygular giderek artan bir yoğunlukta sözlü, fiziksel ve yasal saldırılara hatta resmi politikalara dönüşüyor. Bu yüzden politikacılarımız, sanatçılarımız, akademisyenlerimiz, gazetecilerimiz ve yazarlarımız boşu boşuna “Tıpkı ırkçılık gibi, tıpkı antisemitizm gibi İslamofobi de bir insanlık suçu olmalıdır” demiyor.

Diyorlar demesine fakat düşünmek gerekir: Acaba İslamofobi kavramı bu ihtiyaca ne kadar cevap veriyor. Bence vermiyor.

Fobi kısaca “irrasyonel korku” demek. İslamofobi dediğimizde ne yapmış oluyoruz? İslam’ı bu “mantıksız korku”nun nesnesi haline getirmiş oluyoruz. Peki, Müslümanların küresel düzeyde maruz kaldıkları sistematik ayrımcılık ve şiddeti herhangi bir korku türü ile izah etmek mümkün mü? Elbette hayır.

Bugün yaşananlar korku ya da kaygı gibi kavramlarla izah edilebilecek boyutları çoktan aşmış ve bilinçli bir düşmanlığa dönüşmüştür. İnsanların Müslüman olmaları dolayısıyla maruz bırakıldığı ayrımcılık, nefret, kin, düşmanlık ve şiddeti sıradan bir psikolojik patoloji düzeyinde tanımlamak meseleyi anlamamıza, gidişatı görmemize engel olur.

Bahusus bu kavramı bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullandığımızda “İslamofobik” tavır ve eylem sahiplerini mazur göstermiş oluruz. Çünkü kavramın doğası gereği onlar da kurbandır, hastadır, çaresizdir ve başka türlü davranmak ellerinde olmadığı için bir bakıma masumdur.

Haksız mıyım? Örümcek fobisi, kapalı yer fobisi, karanlık fobisi gibi bir şey mi bu?

Müslüman Düşmanlığı/Karşıtlığı

Tarihi süreç bize İslamofobinin ne kadar zayıf ve kullanışsız, argo tabirle “ezik” bir kavram olduğunu gösterdi. Anlatmaya çalıştığım etimolojik, sosyolojik ve kriminal saldırıyı göğüslemekte başarılı olamadı.

İslamofobi sıradan insanların anlayıp kullanabileceğinden daha sofistike bir kavramdı. Günlük hayatta kendisine yer bulmakta zorlandı.

Yerine, bazı meslektaşlarımızın önerdiği gibi “İslam karşıtlığı” ya da “İslam düşmanlığı” kavramlarını ikame etmek de durumun vahametini açıklamadı. Çünkü soyut niteliği nedeniyle pek çok insan bu kavramları üzerine alınmadı, kendisini de kapsadığını düşünmedi. Hem bir insanlık suçundan söz edeceksek, bu suçun gerçek insanlara karşı işlenmesi gerekmez mi?

Hatırlayalım. Antisemitizm suçlamasının bu kadar güçlü ve yüz kızartıcı olmasında İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajedi kadar tanımın doğru yapılması, sade olması ve “semit” vurgusunun da etkisi vardı. İslamofobi ise bir savunma psikolojisinin ürünü ve böyle bir güce hiçbir zaman ulaşmadı.

Fobi genellikle marjinal bir duruma işaret etmek için kullanılır. Oysa bugün marjinallik eşiğini çoktan aşmış bulunuyor. İslamofobinin günümüzde kullanım değerini kaybetmesinin bir nedeni de bu kavramı kullanarak anlatılmak istenen duygu durumunun artık inanılmaz boyutlarda yaygınlaşması ve kimi toplumlarda adeta bir vasat haline gelmiş olması.

Irkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, nefret söylemi gibi diğer kavramlar da yaşananları anlatırken bize yardımcı olabilir; ama Müslümanlara uygulanan şiddetin ve ötekileştirmenin giderek daha bilinçli ve sistematik hale gelmesi bence yeni ve daha güçlü bir kavram kullanmamızı gerektiriyor.

Bu kavramın odak noktasında da yaşanan sorunların geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki muhatapları olması gerektiğini düşünüyorum. İnsanları, bu durumda Müslümanları merkeze alan bir kavram...

Bence bu kavram “Müslüman düşmanlığı/karşıtlığı” olmalı.

Aranızdan bazıları eminim şöyle düşünüyordur: “Hocam, icat çıkarmaya gerek yok. İslamofobi kavramı uzunca bir süredir kullanılıyor. Bu kavrama akademik ve politik düzeyde çok ciddi yatırımlar yapıldı. Anlamı, şiddet olaylarını da kapsayacak şekilde genişledi. Yeni bir kavram yerleştirmek zor ve enerji kaybına yol açar.”

Elbette katılmıyorum. Neticede sözlüklerde bile kendine yer bulmakta zorlanan bir kelimeden söz ediyoruz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası