Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni tip koronavirüsü (Covid-19) pandemi ilan etmesinin (11 Mart 2020) üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen virüs, her gün milyonlarca insanın canını yakmakta. Bu salgın hastalıkla başa çıkabilmek için 300’ün üzerinde tedavi çalışması ve 250’nin üzerinde klinik ve klinik öncesi aşamada aşı çalışması dünyanın dört bir yanında hız kesmeden devam etmekte. Güvenilirlikleri, yan etkileri ve yeni mutasyonlara karşı etkinlikleri çokça tartışma konusu olsa da çeşitli ilaç firmaları tarafından bir yıldan daha kısa sürede geliştirilen ve devlet otoritelerince hızla onaylanarak uygulamasına başlanan aşılar ise topluma umut aşılıyor. Küresel çapta aşı dağıtımının ve aşılamanın olabildiğince etkin, hızlı, güvenli ve aynı zamanda adaletli bir şekilde gerçekleşmesiyle, salgının etkisini hafifletmesi bekleniyor. Ancak birinci dalgada ülkeler arasında maske, tulum, tıbbi malzeme ve cihazlar üzerinden gerçekleşen mücadelenin bir benzerinin aşı cephesinde de yaşanması filizlenen umutları törpülemekte. Gelişmiş ülkelerin, diğer ülkeleri hiçe sayarak ve aynı zamanda aşı tedarik zincirinde baskıya neden olacak şekilde aşı stoklaması ise “aşı milliyetçiliği” tartışmalarını gündeme getirmiştir.
Aşı milliyetçiliği, hükümetlerin öncelikli olarak kendi toplumlarının sağlığını korumak ve nüfusunu aşılamak amacıyla diğer hükümetlerden önce ilaç firmalarıyla ikili anlaşmalar gerçekleştirerek yüksek dozda hatta bazı durumlarda gereğinden çok daha fazla miktarda aşıya erişim sağlama isteği olarak tanımlanmaktadır. Şimdilerde sıklıkla duyulan aşı milliyetçiliği yeni ortaya çıkan bir kavram da değildir. 2009’da H1N1 (domuz gribi) salgını sırasında küresel aşı kapasitesinin 1-2 milyar doz arasında gerçekleşeceği tahmin edilirken tek başına Amerika Birleşik Devletleri’nin 600 bin doz grip aşısı için firmalarla masaya oturması, diğer gelişmiş ülkelerin firmalarla ön alım için anlaşmalar gerçekleştirmesi ve bu aşıyı ilk geliştiren ülke olan Avustralya’nın ihracat yasağı tedbiri alması, aşı milliyetçiliğinin yakın dönem örnekleridir. Bunun öncesinde ise çiçek hastalığı ve çocuk felci aşılarının temininde ancak gelişmiş ülkeler yeterli stok yaptıktan sonra gelişmekte olan ülkelere sıra gelmesi de aşı milliyetçiliğinin bir diğer örneğidir.
Aşı Yarışında Aslan Payını Sırtlananlar
Karşı karşıya bulunulan koronavirüs salgınında ise aşı milliyetçiliği, aşılar henüz klinik aşamada iken ABD, İngiltere, Kanada ve Avrupa Birliği (AB) tarafından gelen ön alım anlaşmaları ile başladı. Güncel nüfusu 382,2 milyon olan ABD, Oxford/AstraZeneca, Janssen, Moderna, Novavax, Pfizer/BioNTech ve Sanofi aşılarından oluşan kombinasyonla 1,5 milyar doz aşıyı garantilemiş ve 1,96 milyar doz aşıyı da opsiyonlamıştır. AB ise Pfizer/BioNTech, Moderna, CureVac, AstraZeneca, Johnson&Johnson ve Sanofi firmalarının aşılarını içeren bir kombinasyonla nüfusunun yaklaşık iki katını aşan 2,6 milyar dozluk aşı siparişi vermiştir. AB çeşitli ilaç firmaları ile aşı tedariki için ikili anlaşmalar yürüttüklerini de ayrıca belirtmiştir. Her bir kişiye yaklaşık 5 doz aşının düştüğü İngiltere ek alım için opsiyonladığı aşılarla birlikte toplamda 519 milyon doz aşıya sahiptir. Kanada’nın ise nüfusunun beş katını aşılayacak miktarda aşı sipariş ettiği biliniyor. Elindeki fazla dozlarla “aşı diplomasisi” yürüten İsrail ise bu dozları son dönemde sıkı ilişkiler geliştirdiği Çekya, Macaristan, Guatemala ve Honduras’a göndereceğini belirtti. Öte yandan dünyadaki koronavirüs aşı üretiminin yaklaşık yüzde 27’sini gerçekleştiren ABD’nin bu aşı ihracatından aldığı pay ise yüzde sıfır!
Yüksek gelirli ülkeler, vatandaşlarını saniyede bir aşılamakta iken Afrika’ya kıta nüfusunun sadece yüzde 1,7’sini aşılamaya yetecek kadar aşının ulaştığı belirtilmekte. Üstelik bazı Sahra Altı Afrika ülkelerine klinik deneyler hariç, aşı ulaşmadı bile. Dünya nüfusunun sadece yüzde 13’ünü temsil eden yüksek gelirli ülkelerin küresel aşı tedarikinin yüzde 51’ine hakim olduğu bilinmekteyken piyasada kullanılan aşıların etkin olması durumunda bile dünya nüfusunun yaklaşık üçte birinin en az 2022’ye kadar aşıya ulaşamayacağı tahminlere yansıyor.
Ülkeler nüfuslarının birkaç katını aşılayacak kadar aşı stoklamaya devam ederken, aşının piyasada adil bir şekilde fiyatlanmadığı, ülkelerin aynı aşıya farklı ücretler ödediği de dikkat çekiyor. Güney Afrika Oxford/AstraZeneca aşısı için doz başına 5,25 dolar öderken AB ise bu aşıya 2,16 dolar ödüyor. Öte yandan ABD doz başına Pfizer/BioNTech aşısına 19,50 dolar, Oxford/AstraZeneca aşısına 4 dolar ve Sanofi aşısına 10,50 dolar öderken AB’nin bu aşılara ABD’ye kıyasla daha az ödediği (sırasıyla 14,50 dolar, 2,19 dolar ve 9,30 dolar) bilinmekte. Nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını aşılayarak sürü bağışıklığı yolunda ilerleyen İsrail’in ise aşıya ilk ulaşanlardan olmak için Pfizer/BioNTech aşısına doz başına 30 dolar ödediği iddialar arasında. Öte yandan gelişmiş ülkelerin aşırı miktarda aşı sipariş etmesi tedarik zincirlerinde talep kaynaklı baskıya neden olarak aşı dağıtımında gecikmelere ve firmalar tarafından verilen taahhütlerin yerine getirilememesine neden oluyor. Bu durumun ciddileşmesi durumunda en yüksek fiyat teklifini veren ülkelere öncelikli olarak aşı temin edilecek olma ihtimali ise salgının süresini uzatmaktan öteye geçmeyecektir.
Burada altı çizilmesi gereken bir diğer husus ise gelişmiş ülkelerin aşı milliyetçiliği politikalarını bu denli devam ettirmesinin sadece gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde tek taraflı baskı oluşturmayacağıdır. Uluslararası Ticaret Odası (ICC) tarafından yayımlanan araştırmanın sonuçlarına göre gelişmekte olan ülkelerin aşıya erişim sağlayamaması halinde küresel ekonominin 1,5-9,2 trilyon dolar arası zarar göreceği tahmin edilmekte. Beklenen zararın ABD’de 45 milyar-1,38 trilyon dolar arasında, İngiltere’de 8,5-146 milyar dolar arasında ve Almanya’da ise 14-248 milyar dolar arasında olacağı öngörülüyor. Diğer yandan salgının “dünyanın fabrikası” olarak nitelendirilen ve küresel tedarik zincirinde önemli bir paya sahip olan Çin’de ortaya çıkması özellikle medikal, otomotiv ve teknoloji sektöründe çeşitli aksamaların yaşanmasına ve bazı durumlarda ise üretimin durmasına neden oldu.
Küresel tedarik zincirinde yaşanan kırılmalar, gelişmiş ülkelerin (başta Çin olmak üzere) diğer gelişmekte olan ülkelere ne derece bağımlı olduklarını fark etmesini sağlamanın yanı sıra üretimde ve mal tedarikinde çeşitlendirme stratejisinin gerekliliğini de göz önüne serdi. Bu nedenle gelişmekte olan ülke ekonomilerinin, bu kırılgan sistemde önemli bir aktör olduğunun ve yetersiz aşıdan dolayı bu aktörlerden birinin bile devre dışı kalması durumunda tüm sistemin bundan olumsuz etkileneceğinin farkına varılmalıdır. Gelişmiş ülkeler aşı milliyetçiliğinin sıfır toplamlı bir oyundan bile daha kötü sonuçlar üretebileceğini göz önüne alarak daha kapsayıcı bir yol haritası oluşturmalıdır. Zira dünya üzerindeki her bir birey için aşı temin etmenin toplam tahmini maliyeti koronavirüsün ekonomide oluşturduğu tahribatın yüzde 1’inden daha azdır.
Küresel ve yükselen güçler arasındaki kur ve ticaret savaşları üzerinden yürüyen hegemonya mücadelesi, yakın zamanda teknoloji ve uzay savaşları üzerinden devam etmektedir. Ancak koronavirüsle başlayan ve özellikle küresel ısınma sonucu buzulların erimesine bağlı donmuş halde bulunan zararlı bakteri ve virüslerin yeni salgın hastalıklara sebebiyet verme tehdidi, hegemonya savaşının artık sağlık ve aşı cephesinde de hızlanarak süreceğinin göstergesi. Ancak burada unutulmaması gereken nokta aşı ve ilaç dağıtımında adalet ve eşitlik sağlanmadığı, gerekli uluslararası dayanışma ve iş birliklerine etkin bir şekilde başvurulmadığı sürece küresel bağışıklığın ne bugün ne de gelecek için mümkün olmayacağıdır.