İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER)
Son yıllarda Afrika kıtasına yönelik analizlerin ana omurgasını, kıta ülkelerinde küresel güçler arasında sergilenen güç rekabeti oluşturmaya başladı. ABD, AB, Çin, Hindistan, Türkiye ve Rusya gibi aktörlerin Afrika’ya yönelik eğilimleri bir gerçeklik olmakla birlikte bazı bölgesel aktörler de esasında Afrika kıtasında zaman zaman dikkat çeken nüfuz alanları oluşturma hamleleri gerçekleştiriyorlar. Bu minvalde özellikle son yıllarda İsrail’in Afrika kıtasında yürüttüğü girişimler oldukça dikkat çekiyor.
İsrail’in Afrika kıtasının sahip olduğu potansiyele olan ilgisini, dışişleri bakanlığı görevi yürüten Golda Meir’in 1958’de gerçekleştirdiği 5 haftalık Afrika turu ve 60’ların ortasında başbakan sıfatıyla Levi Eshkol’un Senegal, Fildişi Sahilleri, Liberya, Kongo, Madagaskar, Uganda ve Kenya’yı kapsayan uzun Afrika turuna kadar geri götürmek mümkün. Bu yıllarda İsrail kısa sürede 32 Afrika ülkesi ile diplomatik ilişki tesis etmiş ve bu dönemde diplomasi, askeri ve ticari alanlarda kurulan iş birlikleri üzerinden BM’ye dahil olan yeni Afrika ülkelerini yanına çekip, Afrika ülkelerinin kendi tezlerine desteğini sağlamaya ve Arap alemine karşı elini güçlendirmeye çalışmıştı. Ne var ki İsrail, 1973’te gerçekleştirdiği Yom Kippur Savaşı’nın hemen ardından Afrika kıtasında büyük bir izolasyonla karşılaştı ve kıta ülkeleri ile ilişkileri birkaç ülke ile sınırlı kaldı.
İsrail’in Derine Sızışı
Son 10 yılda Afrika kıtasına dış politikasında daha öncelikli bir yer açan İsrail, 1973’ten sonraki kırılmayı telafi etmek ve Afrika kıtasında nüfuz alanları oluşturmak için yoğun bir mesai gerçekleştirdi. 2009’da İsrail dışişleri bakanlığı görevini yürüten Avigdor Lieberman, Afrika kıtasında İsrail’in her zaman önceliğinde yer alan Etiyopya, Gana, Kenya, Nijerya ve Uganda’yı kapsayan bir Afrika turu gerçekleştirirken, başbakanlık görevini yürüten Benjamin Netanyahu 2016 Temmuz’unda dört ülkeyi kapsayan ilk Afrika turuna çıkmıştı. Uganda, Kenya, Etiyopya ve Ruanda’nın ziyaret edildiği bu Afrika turu vesilesiyle 30 yıl aradan sonra ilk kez bir İsrail başbakanı Afrika kıtasına ayak basmıştı. “İsrail Afrika’ya; Afrika İsrail’e geri dönüyor” söylemini kullanan Netanyahu’nun diplomatik girişimleri neticesinde Güney Afrika ve Cezayir’in başını çektiği 23 ülkenin itirazına rağmen Temmuz 2021’de İsrail, Afrika Birliği nezdinde gözlemci statüsü elde etti. Afrika ülkeleri arasında kamplaşmaya yol açan bu durum kısaca kıtada İsrail’e ılımlı bakan kesimler olduğu kadar karşı çıkanların da bulunduğunu gösteriyor.
İsrail’in Afrika kıtasına giderek artan ilgisi, kıta ülkelerinin potansiyelinden mümkün mertebede faydalanmayı hedefliyor. Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yapılan oylamalarda 54 oya sahip olan Afrika ülkeleri, İsrail’in BM’de ihtiyaç duyduğu oy desteğine erişim açısından önemli görülüyor. Bu motivasyonun yanında İsrail karşıtı Müslüman-Arap unsurları bertaraf etmek, kıtadaki stratejik lokasyonları kullanmak, kıta ülkelerinin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarından faydalanmak, İsrail ürünlerinin kıtada pazarlanması, Afrika ülkelerinin hava sahasının kullanılması, İsrail yapımı silah teknolojilerinin kıtada denenmesi ve satılması gibi farklı amaçlar da güdülüyor. Bu minvalde İsrail’in Togo, Etiyopya, Kenya, Uganda, Eritre, Kamerun gibi ülkelerle kurduğu stratejik iş birlikleri oldukça dikkat çekici.
Yahudiler ve Yahudileşmiş Topluluklar Kıtanın Her Yerinde
Afrika kıtasını Arap Yarımadası ile bütünleştiren Süveyş Kanalı, Nil Havzası, Kızıldeniz, bu deniz üzerindeki adalar ve özellikle de İsrail deniz taşıtlarının kullandığı Akabe Körfezi’nin kontrol ve güvenliği, jeopolitik bağlamda İsrail için öncelikli meseleler arasında. Bu nedenle Mısır, Sudan, Eritre, Etiyopya, Cibuti, Somali ve Somaliland, deniz yoluyla İsrail ile doğrudan temas edebilecek yerler arasında yer alırken Eritre ve Etiyopya dışındaki bu ülkelerin neredeyse tamamının Müslüman oluşu, İsrail’in bu ülkeler ile istediği düzeyde ilişki kurmasına engel teşkil ediyor. Ne var ki kıtanın biraz daha içlerinde Müslüman nüfus yoğunluğunun seyreldiği ülkelerde, İsrail’in zorlanmadan ilişki kurabildiği görülüyor. Özellikle Batı dünyası ile derin ilişkileri olan rejimlerle, İsrail’in iş birliği yapması kolaylaşıyor.
Farklı sebeplerle Afrika kıtasına geçmiş dönemlerde göç eden Yahudi topluluklarının ya da sonradan Yahudilik iddiasında bulunan bazı cemaatlerin Afrika ülkelerine dağılmış olması, ister istemez İsrail’i de bu ülkelerle ilişkili hale getiriyor. Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Cezayir ve Tunus’ta bulunan mikro Yahudi toplulukların yanında Nijerya, Etiyopya ve Uganda’da Yahudiliği benimseyen Afrikalı topluluklar bulunuyor. Bunun yanında kıtanın güneyindeki eski İngiliz sömürgesi ülkelerde Avrupa’daki antisemitizm ve sonrasında gelen Nazi baskısından kaçan Yahudiler yerleşmiş durumda. Bu topluluklar, İsrail nazarında İsrail’in Afrika siyasetine katkı yapabilecek cemaat bilinciyle örgütleniyorlar.
İsrail-Afrika ilişkilerinin geliştirilmesi için başta Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC) olmak üzere “American Jewish Committee Africa Institute” gibi Batı’da bir takım güçlü lobiler, çeşitli Afrika ülkelerinde örgütlenen “Africa-Israel Initiative” gibi sivil oluşumlar, Mashav’da eğitim alan Afrikalıların bir araya getirildiği “Shalom Club” türü oluşumlar aracılık ediyorlar.
İsrail’in Afrika ülkeleri nezdinde kabul edilmesini kolaylaştıran hususlardan biri Batı metropollerindeki güçlü lobi faaliyetleri ise bir diğeri de Hristiyan-Siyonizm’i denen inanç sistemi. Kıtada da belli ölçüde etkisini gösteren İngiliz icadı bu inanç sayesinde, Pentekostalist ve Evanjelik Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceği mucizenin gerçekleşmesi için tüm Yahudilerin “vaadedilen topraklarda” toplanması gerektiğine inanıyor ve bu minvalde de İsrail’in varlığına destek veriyorlar.
İsrail’in İlişkiler Denklemi
İsrail’in belirgin başka bir özelliği ise Afrika kıtasında üçüncü ülkeler ile iş birliği yapması ve nüfuzu olan ülkeleri hedefleri doğrultusunda kullanabilmesi. İsrail’in resmi kalkınma ajansı Mashav’ın, 60’larda Afrika kıtasında gerçekleştirdiği projeler için CIA’dan fon sağladığı biliniyor. Bugün ise “normalleşme” adı verilen süreçte, ABD baskısından yararlanarak Sudan ve Fas ile kopuk ilişkilerini yeniden canlandırmaya çalışan İsrail; Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin de kıtadaki etkisinden mümkün mertebe faydalanmaya çalışıyor. Örneğin Almanya-İsrail diplomatik ilişkilerinin 50. yıldönümü anısına oluşturulan “İsrail-Almanya Afrika İnisiyatifi” 2009’da İsrail’in 7 milyon, Almanya’nın da 70 milyon dolar katkısı ile bir fon oluşturarak Etiyopya, Kenya ve Gana’da gerçekleşecek projelerde iş birliği yapmıştı.
Afrika ülkeleri ile Çin, Türkiye ve Rusya gibi güçlerin düzenlediği zirvelerin bir benzerini hayata geçirmek isteyen İsrail, bu minvalde attığı adımlarla, 2017’de İsrail-Afrika zirvesine çok yaklaşsa da oluşan baskılar nedeniyle bu zirveyi iptal etmek durumunda kalmıştı. Togo’da düzenlenmesi planlanan zirve, Togo içinde ve Afrika ülkeleri arasında ihtilafa yol açarken, Togo üzerinde oluşan baskı neticesinde zirve iptal edilmişti. Ancak gene de Afrika kıtasındaki arayışını sürdüren İsrail, 2002’de iptal edilen gözlemci statüsünü geri kazanarak bu yıl içinde yeniden Afrika Birliği’nin gözlemci üyesi haline geldi. Güney Afrika ve Cezayir gibi ülkelerin itirazları ile karşılaşan bu durumun, birlik nezdinde tekrar görüşülmesi gündeme getirilmeye çalışılıyor.
İsrail istihbarat birimlerinin ve silah üreticilerinin nüfuzlu Yahudi iş adamları vasıtasıyla çeşitli rejimlerle iş birliği yaptığı bilinen bir gerçek. Bu bağlamda özellikle Kamerun’da güvenlik sektöründe ve Başkan Paul Biya’ya bağlı BIR adlı özel muhafız alayının eğitilmesi ve silahlandırılmasında İsrail’in önemli bir rol oynadığı biliniyor. Hassaten, İslamofobinin oluşturduğu açıklardan faydalanan İsrail, çeşitli rejimlere “terörle ortak mücadele” söylemi altında yüklü silah satışları gerçekleştiriyor.
Afrika, İsrail’in Operasyon Sahası
Afrika kıtası aynı zamanda İsrail askeri ve istihbarat birimlerinin zaman zaman askeri operasyon düzenlediği bir saha. 1976’da Uganda’nın başkenti Entebbe’de rehinelerin kurtarıldığı Entebbe Operasyonu, 80’lerin ilk yarısında Etiyopya’daki siyahi Yahudilerin İsrail’e gizli yollardan taşındığı Musa operasyonları, 1985’te Tunus’ta Filistin Kurtuluş Örgütü’nün merkez karargahının bombalandığı Tahta Bacak Operasyonu, 2012 ve 2014’te Hamas ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle Sudan’daki bazı fabrikaların vurulması gibi operasyonlara İsrail güvenlik birimleri dahil olmuşlardı. Ayrıca çeşitli ayrılıkçı grupların Mossad tarafından eğitilerek örgütlenmesi gibi vakalar da bulunuyor.
Afrika kıtasında İsrail açısından sorun oluşturan rejimlerin başında Güney Afrika’daki ANC geliyor. ANC öncesi evrede İsrail’in, ırkçı apartheid rejimi ile stratejik iş birliğini ilerletmiş olması ve uluslararası tüm baskılara rağmen apartheid ile ilişkilerini sürdürmüş olması, ANC kanadında anti-siyonist bir bilinç oluştururken, Güney Afrika Cumhuriyeti, bugün Filistin davasına Afrika kıtası içinde 1994’ten beri en belirgin ve net desteği veren yönetimlerin başında geliyor. İsrail’in Afrika Birliği nezdinde gözlemci statü elde etmesine itiraz eden Güney Afrika sık sık Filistin’de işlenen insan hakları ihlallerine de dikkat çekiyor.
İsrail’in Afrika mesaisi özellikle Netanyahu döneminde görünürlük kazanırken, bu süreç sadece 8-9 milyonluk bir Ortadoğu ülkesinin 1.3 milyar nüfuslu devasa bir kıtaya açılımından daha fazlasını ifade ediyor. Kıtadaki Yahudi diasporaları, Batı ülkelerindeki etkili İsrail yanlısı lobiler de bu sürece destek vererek, İsrail için Afrika kıtasında alan açıyorlar. Gelinen noktada İsrail’in 1 milyar dolar civarında ticaret hacminin olduğu Sahraaltı Afrika’da 41 ülke ile diplomatik ilişkileri bulunurken, 12 ülkede de aktif büyükelçiliği bulunuyor. (Güney Afrika, Etiyopya, Kenya, Eritre, Mısır, Angola, Kamerun, Gana, Senegal, Fildişi Sahilleri, Nijerya ve Ruanda).