2015’ten itibaren üretim ekonomisine odaklandım, araştırdım, bilenlere danıştım, zaman zaman entelektüel arkadaşlarla müzakere ettim. Türkiye büyüme eğilimindeydi. Büyüme eğilimine giren bir ülkede zamanla arsa fiyatları artar, konut fiyatları artar. Devlet yatırımlarının hızlanması, konut ve arsa fiyatlarının artması, birçok sanayiciyi inşaat ve ranttan para kazandırmaya yönlendirebiliyor. Böyle dönemlerde sanayi üretiminden kazanmanın arsa rantına göre öne çıkması, ülkenin daha güçlü bir sanayi altyapısının oluşmasına zemin hazırlayabilirdi halbuki. Ülkemiz zengin petrol/doğalgaz yataklarına sahip olmadığı için üretmekten, sanayiden ve ihracattan başka bir kalkınma yolu yok. AK Parti iktidarlarında üretim ekonomisinin göz ardı edildiğini söylemek doğru olmaz fakat, üretmek ve ihraç etmek düşüncesi Türk ticaret hayatında hiç bu kadar gündeme oturmamıştı.
Pandemi süreci, dünyadaki bütün ekonomik dengeleri alt üst etti. Son 10 yıldır Çin, dünyanın “ilaçtan otomotive, tekstilden teknolojiye” bütün ihtiyacını karşılar durumdaydı. Pandemiyle beraber ekonomik dengelerin bozulması, tedarik zincirlerinin kırılması, bütün devletleri tekrar geleneksel alış-verişlerine, eski müşterilerine dönmeye mecbur bıraktı.
Türkiye komşu ülkeler başta olmak üzere, Avrupa Birliği, Afrika ve dünyanın birçok ülkesine ürün ihraç etme kapasitesine sahip. Tanzimat fermanından başlamak kaydıyla, ülkemiz Avrupa sisteminin bir parçası haline geldi. Sanayisi, ekonomisi ve finans yapısı Avrupa’dan kopuk değildi. Batının sömürgeci geçmişinin en önemli başarısı, sömürdükleri ülkelere ek olarak Türkiye gibi bağımsız kalmayı başarmış ülkeleri de bir şekilde bağımlı hale getirerek yönetme becerisiydi. Uzun yıllar teknoloji tekeli, birkaç Batılı devletin elindeydi ve bu devletler aynı zamanda yönetim tekelini de ellerinde tutuyorlardı. Hal böyle olunca milletler, kendi kaderlerini tayin etmeye fırsat bulamadılar. Cumhuriyetin kuruluşunda başlayan tam bağımsızlık girişimleri ilerleyen dönemde kesintiye uğramış, tek partinin milli şefi ve CHP’nin bağımlı zihniyeti, ülkemizi küresel sisteme bağımlı hale getirmişti.
Ağır Sanayi Hamlesi
Adnan Menderes ile başlayan yatırım ve sanayi hamlesi, MSP’nin ortak olduğu koalisyon hükümetlerinde ağır sanayi planlaması ile önemli bir gelişme kaydetmiş, Özal döneminde devam etmiş, milli sermaye ve Anadolu sanayiciliği önemli bir altyapıya kavuşmuştur. Refah-Yol hükümetinin kısa ömrüne rağmen, savunma sanayi alanındaki eksikler gündeme getirilmiş, bu girişim bazı generaller, vesayetçi sermaye ve medya eliyle derdest edilmiştir. Adnan Menderes’in idam edilmesinden sonra, demokrasi şampiyonluğu yapan Süleyman Demirel ise son döneminde statükonun yanında yer almıştır. Necmettin Erbakan’ın sanayi vizyonu, Türkiye’yi Güney Kore, Almanya gibi ülkelerle yarıştırabilecek düzeydeydi. Erbakan’ın fikirleri, bugün büyük Türkiye rüyası olarak yaşamaya devam etmektedir.
2002’de AK Parti iktidara geldiğinde ülkenin ağır altyapı sorunları vardı, ülke ekonomik bir fetret dönemi yaşıyordu. AK Parti’nin uzun iktidar devri, bir sanayi ve teknoloji devrimi ile anılmaz. Ancak bugün AK Parti hükümetlerinin kurmuş olduğu güçlü altyapı, üzerinde her türlü devrimin yapılmasına fırsat verecek niteliktedir. Tek başına ulaşım ve lojistik altyapısı incelendiğinde, hammadde temininden limanlara, yollardan hava alanlarına, lojistik merkezlerden taşımacılığa 360 derece bütün süreçler eksiksiz bir şekilde hizmete hazır hale getirilmiştir. Ulaşım eko sistemi, bir üretim ve ihracat devrimine fırsat vermektedir.
Seferberlik
Namık Kemal, “Vatan Yahut Silistre” adlı eserinde, “Bir devleti ayakta tutmak için devlet adamlarının gayreti kafi değildir. Bir halk seferberliğine ihtiyaç vardır.” der. Ben de benzer bir şekilde, bugünkü üretim, istihdam ve ihracat ekonomisini tek başına sanayici ve iş adamlarının gayretine terk etmenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Türk milleti teyakkuz halini, seferberliği sever. Ayrıca imparatorluk bakiyesi bir millet olduğumuz için başka milletlerle yarışa girmeyi ve onları geçmeyi de seven, bunu gündem eden bir milli karakterimiz vardır.
Nasıl Bir Seferberlik?
Bugün pandemi sonrası birçok devletin mal ve hizmet talep ettiği bir ülkeyiz. Üretim kapasitemiz kadar ürün satma imkanımız var. Türkiye’nin klasik anlamda bürokratik yapısı CHP geleneğinden beslendiği için, üretim ve ticaret, iş adamının işi gibi görülür ve bürokratlara yapılan talepler, adeta “bugün git yarın gel” mantığına havale edilir.
Cumhurbaşkanımız, devletin başıdır ve içinden geldiği gelenek olarak üretimden ne kadar heyecan duyduğunu savunma sanayii alanında yaptığı devrim üzerinden okuyabiliriz. O halde, yeni bir ekonomik model ortaya çıkarmak için yeni bir seferberliğe ihtiyaç vardır.
Sanayi kümelenmesi üzerine çalışan akademik bir grubun tespiti ilginçtir: “Türk sanayisinin en büyük sorunu arsa teminidir.” Türkiye büyük bir ülkedir, çok sayıda sanayi kümelenmesi olan önemli merkezleri vardır. Ez cümle bir fabrikanın niyetten icraata geçmesi neredeyse beş yıllık bir zaman kaybına sebep olmaktadır. Uluslararası pazarlardaki ihtiyacı tespit edilen, üretim teknolojisine karar verilerek fizibilitesi yapılan ürünlerin, ekonomik döngüye bir an evvel kazandırılabilmesi için, tıpkı konut sorununda TOKİ ile büyük başarılar elde edildiği gibi, bir devlet şirketi eliyle, radikal bir şekilde sanayi arazisi üretimi yaparak, fabrikalar kurup süratle sanayicilerin hizmetine sunulabilir. Bu durum büyük bir sanayi devrimi için ihtiyaç duyulacak çok sayıdaki sanayi kapasiteye bir an evvel erişilmesinin önünü açacaktır.
Bir ülkede faizleri arttırarak, parası olanlara gereğinden fazla kazanç sağlayarak, “sıcak para” çekmek mümkündür. Ancak sürekli sıcak parayla ayakta durmaya çalışan devletler, bir yönüyle de hastalıklı bir ekonomiyi sürdürmüş oluyorlar. “Türkiye acaba alışılmışın dışında bir yol deneyebilir mi?” diye zaman zaman tartışmalar olmuştu. Cumhurbaşkanımızın radikal çıkışı, rotayı üretim ekonomisine kırmıştır.
Öncelikli olarak geriye dönük on yılın ekonomisini ayakta tutan, büyük yatırımları yapan ve büyük konut ihtiyacını karşılayan inşaat firmalarının varlığı bu ülke için kıymetlidir. Dünyada Çin'den sonra inşaat sektörünün ikinci büyük ülkesiyiz. Bu sıralamada Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’den sonra geliyor. Dolayısı ile Türkiye, son on yılda dünyanın en büyük altyapı faaliyetlerini yürütmüş, bu faaliyetlerini yerli şirketleri ile yapmıştır. Afrika, Ortadoğu hatta bir trilyon iki yüz milyon dolar altyapı yatırımı yapacak olan Amerika Birleşik Devletleri dahi, öncelikli olarak Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayan Türk müteahhitlerinin hedef müşterileri konumundadır. Devlet bu hususta öncülük yapmayı sürdürmelidir. Hükümet öncelikli olarak; bu güçlü birikimi, güçlü şirketleri dış dünyaya taşıyarak büyük bir girdinin adımlarını atabilir. Zaman zaman firmalara destek verir, zaman zaman devlet eliyle alınacak işler paylaştırılabilir. Burada bir öncü devlete ve öncü devlet bürokrasisine ihtiyaç olduğu görülüyor.
Diğer taraftan Türkiye maden zenginliği açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri değildir. Fakat daha sanayileşmiş olan ülkelere yakınlığı ve sahip olduğu maden çeşitliliğini rantabl olarak değerlendirme potansiyeli bulunuyor. Halihazırda büyük devlet teşekküllerini çatısı altında bulunduran Türkiye Varlık Fonu’nda maden, petrokimya ve enerji alanlarında kurulu üç firma bulunuyor. Özellikle ithalat girdisini azaltmak için, daha verimli çalıştırılmayı bekleyen bu firmaların yoğun bir şekilde işletilmeye başlanması ve yukarıda değindiğimiz sanayi arazileri modeline bir şekilde, uzun bir süreç olan hammaddenin bir an önce ürüne dönüştürülmesi için, kamu yatırımları ve yabancı ortaklıklarla bir hızlandırma yapılması acilen ele alınmalıdır.
Dijital Devrim Ekonomisi
Savunma sanayi alanında yapılan değişikliği bir cümleyle tarif edecek olursak: Türk ordusunun kendi ihtiyaçlarının bir kısmını yerli üretimden karşılamaya başladığında ortaya devasa bir savunma sanayi kümelenmesi çıktı. Aslında bu model, Türkiye'deki birçok alan için öğretici bir model olmuştur. Türkiye'de kamu kurumlarının ve özel sektörün yazılım, donanım ihtiyaçları göz önünde bulundurulduğunda, kamu harcamalarının üçte birlik oranının bile yerli üretimle karşılanması, ortaya devasa bir sektörün çıkmasını sağlayabilir, Türkiye hem Türkiye'deki gençlerin hem de bölge çocuklarının teknoloji üretip dünyaya pazarladıkları bir merkeze dönüştürülebilir. Ve bunun altyapısını kurmak çok da zor değildir.
Türkiye'nin önemli kaynak sarfiyatının bir kısmı da medikal ürünler ve ilaç endüstrisi alanında harcanıyor. Dünyadaki ilaç lobileri, karlılığı savunma sanayinden daha yüksek olan bu alanı baskılıyorlar. Kişiler hissiyat olarak ne kadar yerli ve milli düşünürse düşünsünler, finalde “bizden adam olmaz!” saikiyle ilaç ve medikal üretiminde cesaretle yol alınamıyor. Burada da tıpkı savunma sanayinde olduğu gibi yeni bir modellemeyle, radikal bir dönüşüme imza atılabilir.
Dijital Dönüşüm
Türkiye Cumhuriyeti, büyük bir devlet olup birçok ülke tarafından örnek alındığı için e-devlet, e-nabız gibi yüzlerce yeni uygulama, başka ülkelerin de paket olarak alıp modelleyeceği ve kendi ülkelerine uygulayacağı bir yazılım altyapısı örnekliği oluşturulabilir.
Afrika ülkelerine ticaret ve yatırımlar modellenirken, ülkelerden sorunlu birkaç memurun aklıyla değil, iş adamları ile hariciyeyle toplu halde bakılıp, teker teker ülke modellemeleri yapılabilir. Bazen bir ülke tek başına ele alınabilir, bazen bir bölgesel ticaret planlanabilir.
Türkiye, turizmde olduğu gibi dört beş saatlik mesafede erişilebilen, 365 derecedeki bütün komşularına, Afrika ülkelerine, Avrupa Birliği’nin tamamına ve Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracat yapma kabiliyeti yüksek bir ülke. Bu fırsat yerli yerinde değerlendirilip, kitlesel bir motivasyona dönüştüğünde, önümüzdeki yıllarda Güney Kore ve Almanya modeli bir üretim tipi karşımıza çıkmış olacaktır. Zaman zaman Çin modeli benzetmeleri yapılsa dahi, Türkiye’nin ne demokratik tutumu ne sanayi altyapısı ne de ölçeği Çin ile benzer değildir. Türkiye daha çok Japonya, Güney Kore ve Almanya modelinde bir ülke olma yolunda yürümelidir.
Aslında bir ülkede üretimin devrime dönüşmesi, teker teker başlıklar ile ilgili değil, toplumsal ruh ile ilgilidir. Türk milleti mücadele etmeyi, krizle baş etmeyi, devrim yapmayı sever. Teyakkuz, cesaret, baş etme ve devlerle yarışma, bu milletin mayasında var. Yeter ki milletin azmine rehberlik edecek bir devlet mekanizması bu işin bayraktarlığını yapsın.