Barış Pınarı Harekatı, Suriye’deki yerel-ulusal ve bölgesel-küresel rekabeti yeniden hızlandırmakla kalmadı aynı zamanda rekabetin ve çatışmanın yönünü de önemli ölçüde değiştirdi. Yerel ölçekte PYD-YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde elde ettiği siyasi ve topraksal konsolidasyon jeopolitik düzeyde bir aşınmaya uğrarken, ulusal ölçekte Suriye rejimi kendisine yeni bir etkinlik alanı kazandı. Bölgesel ölçekte Suriye üzerinde Türkiye ve İran arasındaki rekabette Türkiye lehine bir durum oluşurken, uluslararası rekabet açısından ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmek suretiyle Rusya’ya önemli bir mevzi kaybettiği bir durum ortaya çıktı. Söz konusu rekabet alanlarının ve konularının önümüzdeki aylarda nasıl şekilleneceğini büyük ölçüde aktörlerin rekabeti ne kadar hayati gördükleri belirleyecek. Türkiye için YPG’nin varlığının sona ermesi, siyasi-askeri projesinin çökmesi ve sınırının 30 kilometre güneyine itilmesi hayati bir mesele olarak öne çıkmışken, YPG için hayati mesele bölgedeki varlığını öyle ya da böyle devam ettirmektir. Suriye rejimi için Suriye’nin kuzeyinde nasıl bir durum oluşursa oluşsun nihai noktada bu toprakları kendi kontrolü altına almanın asıl hayati mesele olduğu anlaşılmaktadır. Rusya ve ABD ise meseleye hayati düzeyde bakmamakla birlikte kayıpların kazançlardan daha fazla olduğu durumlarda daha saldırgan, göreli kazançların kayıpları dengelediği durumlarda ise daha yumuşak ve müzakere edilebilir bir pozisyonda durmaktadırlar. Söz konusu rekabet büyük ölçüde Suriye’nin geleceğini belirleyecek derecede etkili olacaktır.
Mevcut durum üzerinden bir tahlil yapıldığında harekatın birkaç önemli sonuç ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Öncelikle harekatı icra eden Türkiye açısından başlangıçta ilan edilen siyasi hedeflerin bazılarının gerçekleştiği görülmektedir. Bunlar sırasıyla, YPG’nin ağır silahları ile birlikte Türkiye sınırından 30 kilometre güneye itilmesi, güvenli bölgenin Türkiye tarafından oluşturulması ve mültecilerin oluşturulan güvenli bölgelere yerleştirilmesi. Bu hedeflerin hepsinin şu anda gerçekleştiğini söylemek pek mümkün olmasa da önemli bir kısmına ulaşıldığı, geri kalan kısmına ise henüz ulaşılmadığı görülmektedir.
Harekat, YPG-PYD’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeyini iki ana parçaya bölerek YPG’nin toprağa bağlı sürekliliği olan siyasi ve askeri bir oluşum olmasını büyük oranda ortadan kaldırdı. Fırat’ın batısını sınır hattı boyunca zaten kontrol eden Türkiye böylelikle Fırat’ın doğusunu da iki ana parçaya bölerek YPG’nin özerklik iddiasını uzun bir süre zayıflattı. Bu yönüyle stratejik bir kazanım elde eden Türkiye, YPG’yi yaklaşık 30 kilometre güneye itmesiyle de kendisine yönelebilecek terör tehditlerini operatif düzeyde minimize etme imkanına kavuştu. Bu itme meselesi oldukça karmaşık olsa da ABD ile varılan 17 Ekim mutabakatı ile harekat bölgesinden YPG’yi uzaklaştırmayı başardı. 22 Ekim’de Rusya ile vardığı 10 maddelik mutabakat ile de Fırat’ın doğusunda yer alan Türkiye sınırının tamamından YPG’li unsurları 30 kilometre güneye çıkarma garantisi aldı. Öte yandan Barış Pınarı Harekatı ile Fırat’ın doğusunda Tel Abyad ile Resulayn arasına askeri olarak yerleşmesiyle birlikte bu bölgede kendisine askeri olarak manevra yapabileceği bir sıçrama bölgesi elde etmiş oldu. ABD’nin sınır hattından ayrılarak ya da ayrılmak zorunda bırakılarak YPG’yi tahkim etmesinin engellenmesi de ayrıca Türkiye’nin önemli kazanımları arasında yer aldı. Her ne kadar açıklanan siyasi hedefler arasında ABD’nin bölgeden ayrılması yer almıyor olsa da Türkiye için asıl problemlerden biri ABD ile YPG arasındaki iş birliğinin sona erdirilecek olmasıydı. Harekat ile en azından bu iş birliğini daha güneye itmiş oldu.
Bu anlık resmin orta ve uzun vadeli stratejik bir kazanıma dönüşmesi ise uzun sürecek. Zira Suriye haritası yeniden çok renkli bir hal aldı. Bu renklerin tek renkli bir haritaya dönüşmesi ise daha fazla zaman alacak gibi görünüyor. Bununla birlikte YPG’nin geleceğini ve Türkiye’nin bundan sonraki yol haritasını belirleyecek üç eksen olduğunu görüyoruz: YPG-PYD ekseni, Türkiye-Rusya ekseni ve Türkiye-ABD ekseni.
PYD-YPG’nin Sonu mu?
Barış Pınarı Harekatı’nın en önemli sonuçlarından birisi, PYD-YPG’nin topraksal düzeninin fiziki olarak sona ermesidir. PYD projesinin DEAŞ’ın lideri Bagdadi’nin sözde hilafet projesinden tek farkı sahip olduğu seküler ideolojisiydi. 2012’de rejimle muvazaalı bir şekilde yer değiştirerek rejimin bıraktığı bölgelere yerleşerek oluşan fırsatı değerlendiren PYDYPG, daha sonra DEAŞ’ın ortaya çıkmasıyla tarihsel bir fırsat yakaladığını düşünmüştü. Aynı anda rejim, DEAŞ ve YPG ile savaşan ÖSO, DEAŞ’a hızla alan ve mevzi kaybederken DEAŞ’ın aldığı yerler hızla YPG’nin eline geçiyordu. PYD ise bu arada kendi seküler düzenini inşa etmekle meşguldü. 2015’te DEAŞ’ın Kobani’ye yönelik saldırısı sonrasında ise PYD hızla Suriye iç savaşı bağlamında uluslararası alanda en fazla kabul gören aktörlerden biri haline dönüştü. DEAŞ’ın terör dalgası Suriye devrimini boğarken, PYD ise Suriye’nin kuzeyini tek parti zihniyetinin hüküm süreceği alan olarak belirlemişti. Girdiği yerlerde önce demografik yapıyla oynuyor, bu projeye karşı olan muhalefeti ya hapsediyor ya öldürüyor ya da Suriye dışına sürüyordu. Türkiye’nin sınır hattı boyunca Suriye topraklarında kendine demografik bir üstünlük de kurduğunu düşünen PYD-YPG projesi Rakka ve Deyrizor ile Suriye’nin Arap merkezlerine doğru sarktıkça gücünü daha da büyüterek siyasi ve askeri bir düzen kurarak otonom bir yapı şeklinde hüküm süreceğini hesaplamıştı. Böylece Rojava Türkiye’nin sınırı boyunca Suriye topraklarında varlığını sürdürecekti. Güneye sarkan etkinlik ise Rojava’nın hayatta kalmasını sağlayacaktı.
Ne var ki Rojava projesine ilk darbe Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı ile vuruldu. Afrin’e Şubat-Mart 2018’de yapılan Zeytin Dalı Harekatı ile YPG Fırat’ın batısını da Türkiye ve Türkiye destekli milli orduya terk etmek zorunda kaldı. Barış Pınarı Harekatı ile birlikte ise PYD-YPG projesi için yeni bir durum oluşturdu. Harekat öncelikle Fırat’ın doğusunu iki ana kara parçasına böldü ve YPG’nin siyasi iddiasını sürdürebileceği ana kütleyi ortadan kaldırdı. İkincisi, YPG-PYD kendi demografik derinliğinden Arap nüfusunun çoğunlukta olduğu güneye çekilmek zorunda kalarak kendisi açısından daha zor bir alanda varlığını sürdürmeye zorlandı. Üçüncüsü, YPG-PYD daha fazla taviz vererek uzun vadede silahlı ve siyasi bir aktör olarak kalma ihtimalini zamanla zayıflatacak bir müttefiklik ilişkisine girmek zorunda kaldı. Aynı anda hem ABD ile hem de Suriye rejimiyle anlaşma yapmaya çalışmak böylesi bir meydan okumayı en açık şekilde ortaya çıkarırken, aynı anda hem ABD hem de Rusya tarafından zayıflatılmak YPG-PYD’nin siyasi ve askeri projesine büyük bir darbe vurmak anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak YPG-PYD ekseni tam olarak ortadan kalkmadı ancak bu eksen üzerinden kurgulanan stratejik hedeflere yakın ve orta vadede ulaşma imkanı büyük ölçüde zayıfladı. Bu durum YPG’nin sona erdiği anlamına gelmemekle birlikte askeri gücünü dönüştürmek zorunda kalacağı yepyeni bir durum oluşturdu.
Rusya-Türkiye Ekseni Ne Kadar Sağlam?
PYD-YPG önemli bir kayıpla karşı karşıya kalırken Türkiye-Rusya eksenindeki ilişkilerde de muhteva itibarıyla yepyeni bir başlık ortaya çıkmış oldu. Suriye dosyasında farklı alt dosyalara sahip olan iki aktör şimdi PYD-YPG dosyasını birlikte takip etmek zorundalar. ABD-Türkiye ilişkilerinin bir parçası olan Fırat’ın doğusundaki YPG dosyası bundan böyle büyük oranda Türkiye-Rusya dosyasına dönüşmüş durumda. Yeni oluşan söz konusu durumun ise Rusya için dört anlamı var;
Birinci anlamı söz konusu dosya değişikliğini Putin’in ABD’ye karşı yeni bir mevzi kazanımı olarak görmüş olması. Öyle ya da böyle Türkiye, ABD’yi Suriye’nin kuzeyindeki belirli alanlardan geri çekilmeye ve güneyde kendini yeniden konumlandırmaya zorladı. Bu bağlamda belirli bölgelerde ortaya çıkan jeopolitik boşluğu ise Rusya ve rejim doldurma çabasına girişti. Sekiz yıllık savaş boyunca Moskova, ABD karşısında böylece önemli bir kazanım elde etmiş oldu.
İkinci anlamı ise Moskova’nın rejim unsurlarının YPG’nin kontrol ettiği alanlara girerek kontrol sağlamasını Suriye rejimi adına bir kazanım olarak değerlendirmiş olması. Harekatın sona ermesinin ardından oluşan bu yeni durum rejimi Fırat’ın batısına hapsedilmiş olmaktan kurtardığı gibi, sembolik olarak 2011 öncesi konumuna dönebilmek için rejime yeni bir fırsat kapısı açtı.
Üçüncü anlamı ise Türkiye ile ilişkisinde hem Ankara’ya karşı YPG üzerinden yeni bir manivela kazandı, hem de Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki varlığını Adana anlaşması bağlamına oturtmak suretiyle Suriye rejimi ile Türkiye arasında bir tür ilişki zemini oluşturdu. Böylece Rusya, Türkiye’ye karşı Suriye’nin İdlib, Anayasa yazımı ve siyasi geçiş süreçlerinde kullanabileceği bir araç elde etmiş oldu.
Moskova için mevcut durumun son anlamı ise PYD’nin ABD’den alamadıklarını Suriye rejiminden alabilmesi için muhatabın kendisi olduğunu göstermiş olmasıydı. 22 Ekim mutabakatından bir gün sonra Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Şoygu’nun SDG’nin komutanlarından PKK’lı Ferhat Abdi Şahin ile görüşmesi Moskova’nın YPG tasarrufunun Türkiye’nin istemeyeceği bir noktaya gelebileceğini gösterdi.
Rusya için hayati meselenin PYD-YPG değil şimdilik Suriye rejimi olduğu düşünülürse, Barış Pınarı Harekatı sonrasında Türkiye-Rusya ekseninin Suriye’nin geleceği konusunda daha konsolide olduğu söylenebilir. Bu konsolidasyonun kendisini gösterdiği en az dört temel alan var.
İlk temel alanı, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğinin Moskova ve Ankara tarafından korunması yönünde ortaya koyulan irade oluşturmaktadır. Söz konusu irade Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki iki uzlaşı zemininin en önemli sütununu oluşturmaktadır.
İkinci temel alan ise Suriye’deki siyasi geçiş dönemi için yürütülen anayasa komisyonu çalışmalarının iki ülke için ortak bir zemin oluşturması. Siyasi çözüm iki tarafın da en çok istediği konuların başında geliyor.
Üçüncü olarak İdlib, iki tarafın ikili düzeyde birlikte çalışmasını gerekli kılan en kritik alanlardan biridir.
Dördüncü alan ise PYD-YPG meselesi olmakla birlikte Rusya-Türkiye ekseninin sağlamlığını test edecek en önemli alanların başında gelmektedir. YPG’nin Türkiye sınırından 30 kilometre güneye indirilmesinin sağlanması gerçekleşirse o durumda bu Moskova-Ankara hattının daha da sağlamlaşması muhtemeldir. Bu sürecin tamamlanmasının ardından Tel Abyad-Resulayn hattının dışında kalan bölgelerde nasıl bir siyasal ve güvenlik düzeninin oluşturulacağı, Türk-Rus konsolidasyonunun nereye doğru gideceği daha net bir şekilde görülebilir. Bu konuda Moskova’nın tavrının “YPG’yi ilga PYD’yi dönüştürme” şeklinde olması ise iki ülke arasındaki PYD-YPG dosyasını yönetmenin ne denli zor olduğunu gösterir niteliktedir. Ancak buradaki en kritik husus YPG’nin Suriye ordusuna hangi statü ve şekilde entegre edileceği. ABD’nin SDG ile ilişkilerinin devam ettireceği sözünü verdiği bir düzlemde YPG’yi Suriye ordusuna entegre etmek ya da tamamen elimine etmek Rusya açısından pek de kolay görünmemektedir. Dolayısıyla Rusya-Türkiye ekseninin bundan sonra temel sınaması, İdlib ya da Anayasa yapım süreci değil büyük ölçüde PYD-YPG olacak gibi görünmektedir.
ABD-Türkiye: Kırılgan İkili
Türkiye-Rusya ekseni Suriye ve dışında yeniden konsolide olmaya çalışırken, Türkiye-ABD ekseninin ise harekatla birlikte bazı tıkanıklıkları aştığı ancak daha kritik yeni bir döneme girdiği görülmektedir. Ancak Türkiye’nin harekatını kabul etmek zorunda kalan ABD’nin güneyde PYD-YPG’ye yeni bir statü oluşturmaya çalışması ilişkileri yeniden krize sokabilir. YPG güneye çekilse de elindeki silahların ne olacağı konusu hala büyük bir soru işareti olarak ortada durmaktadır. Dolayısıyla siyasi iddiasını şimdilik kaybeden PYD-YPG’nin şimdi coğrafi olarak Türkiye’den uzakta olmanın keyfini çıkarıp çıkaramayacağını büyük ölçüde ABD’nin tavrı belirleyecektir. Bu tavır aynı zamanda Türkiye-ABD ekseninin Suriye bağlamında yeniden tanımlanmasını da beraberinde getirecektir.
Bu bağlamda birinci konu elbette YPG’nin elindeki ağır silahların toplanıp toplanmayacağıdır. ABD açısından bu yönde Türkiye’ye verilmiş açık bir yol haritası olmadığı gibi YPG’nin Fırat’ın doğusunda ve Suriye’de İran’ı sınırlandırmak için kullanılacak bir güç olarak görülmesi silahtan arındırma sürecinin işlemesinin yakın bir zamanda pek mümkün olmadığını göstermektedir. Ağır silahları olan bir YPG’nin Suriye ordusuna katılmasının ise ABD tarafından istenmeyeceği oldukça açıktır. Dolayısıyla YPG’nin askeri kapasitesinde güç merkezini değiştirmesi dışında bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.
İkinci önemli husus ise PYD-YPG’nin siyasal kabul sürecinde 9 Ekim’e nazaran ciddi bir değişiklik olduğudur. ABD Başkanı Trump’ın Türkiye ile krizi YPG’yi güneye çekmek suretiyle aşarken öte yandan terörist Mazlum Kobani’den (Ferhad Abdi Şahin) “general” olarak bahsetmesi, PYD’nin temsilcisi İlham Ahmed’in Amerikan Kongresi’nde boy göstermesi siyasal kabulün bir adım ileriye gittiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Muhtemeldir ki ABD, PYD’yi Cenevre’deki en büyük Truva atı olarak kullanmak isteyecek ve bu yolla da PYD’yi Suriye’ye siyasal olarak entegre edecek bir formül peşinde koşacaktır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin hem Suriye hem de PYD-YPG sorununu daha kapsamlı bir mesele olarak ele alması gerektiğini gösteriyor. YPG, silahlı bir yakın tehdit olmaktan çıkarılmış ve topraksal anlamda bir güç haline gelme ihtimali zayıflatılmış olsa da bir sorun olarak varlığını sürdüreceğe benziyor. Bu nedenle Türkiye’nin bundan sonraki adımlarını buna göre atması gerekiyor. Barış Pınarı Harekatı, YPG düğümünü çözmüş görünüyor ancak YPG sorununu tam olarak ortadan kaldırmış görünmüyor.