Kriter > Dosya > Dosya / 100. Yıl |

Türk Devletleri Teşkilatı Üzerinden Pantürkizm’i Yeniden Tanımlama Girişimi


1990’larda Türk siyasetçilerin konuşmalarında geçen Türk dünyası ifadesi, Türkiye’nin irredantist ve Pantürkist politikalarının kanıtı olarak gösterilirken, otuz yıl içerisinde anlam değiştirerek, Türk devletleri arasındaki çok taraflı iş birliğini tanımlamak için kullanılan bir kavrama dönüşmüştür.

Türk Devletleri Teşkilatı Üzerinden Pantürkizm i Yeniden Tanımlama Girişimi
Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları Olağanüstü Zirvesi, 16 Mart 2023 (Murat Kula/AA, 16 Mart 2023)

Cumhuriyetin banisi M. Kemal Atatürk’ün ifade ettiği üzere Türkiye Cumhuriyeti, Türk kültürü temeli üzerine kurulmuş, imparatorluklar çağının sona erdiği bir dönemde ortak kültüre dayalı Türk kimliği üzerinde yükselmiş bir devlettir. Günümüzde Türk Devletleri Teşkilatı adı ile kurumsal nitelik kazanmış Türk dünyası entegrasyonunun temelini de ortak Türk kültürü oluşturmaktadır. Zira Türk dünyası entegrasyon kurumları arasında ilk olarak kültürel ortaklığı güçlendirme amacıyla 1993’te TÜRKSOY kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti 100. Yılında, Avrupa Birliği’nin hazmedemeyeceği büyüklükte bir devlet, kapasitesi ve etkinliği net olarak ölçülemeyen bir küresel güçtür. Türkiye’nin gücü izah edilirken sadece 783 bin kilometrekarelik yüzölçümü, 1 milyar dolara yakın ekonomik büyüklüğü, 85 milyonluk nüfusu, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü olması gibi veriler yeterli olmamakta; yakın çevresinin ötesinde Afrika, Güney Doğu Asya, Latin Amerika gibi coğrafyalarla olan insani ve ticari bağlarından, her açıdan hissedilen yumuşak gücünden bahsedilmektedir. Türk Devletleri Teşkilatı ise 4 trilyon doları aşan ekonomik büyüklüğü, 4 milyon km kareyi aşan coğrafyası, 170 milyonluk nüfus potansiyeli ile üye ülkelerin gücü ve kapasitesi birlikte hesaplandığında, dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasında yer almaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın lokomotif ülkesi olan Türkiye, sahip olduğu imkan ve kabiliyetlerini ortaklarının istifadesine sunarken, ortaklarının da potansiyelini aktif hale getirerek, dış politikasını kapasitesinin çok üzerinde kullanan bir aktöre dönüşmektedir.

 

Türk Dünyası Birliği

SSCB’nin dağılmasından itibaren Türk devletleri ile ikili ve çok yönlü iş birliğinin güçlendirilmesi, bir devlet politikası olarak, Türkiye’nin değişmeyen önceliği konumundadır. Türkiye, Türk devletlerinin bağımsızlıkları tanıyan ilk devlet olmanın ötesinde, en başından itibaren diplomatik ilişkilerin tüm gereklerini yerine getirerek, devletleşme ve uluslararası sisteme katılım süreçlerine destek olmuştur. Türkiye, ortak dil, tarih, kültür ve paylaşılan değerler yanında, Büyük Türkistan coğrafyasının Batıya açılan kapısı konumuyla da yeni bağımsız Türk devletleri tarafından doğal ortak olarak görülmüştür. İlki 1992’de düzenlenen Türk dünyası liderler zirvesinde konuşulan; Ortak Pazar kurulması, enerji nakil hatları inşa edilmesi, ortak kalkınma ve yatırım bankası gibi hedefler başlangıçta hayal olarak nitelendirilse de adım adım bu projeler hayata geçirilmiştir. Otuz yılın sonunda Türk dünyası uluslararası sistem içerisinde bir alt sistem olarak daha görünür hale gelmiş, Pasifik’ten Atlantik’e uzanan bir Türk kuşağı teşekkül etmiştir. Türk dünyası manevi ve kültürel boyutu daha derin olan bir yapı olmakla birlikte Türk devletleri arasında 50 milyar dolara yaklaşan ticaret hacmi, sınır aşan demir yolları ve boru hatları, Türk Devletleri Teşkilatı, TürkPA, TÜRKSOY gibi entegrasyon kurumları ile mücessem bir varlık haline gelmiştir.

Hüseyin Nihal Atsız, 1934’te Orhun Dergisi’nin 8. sayısında kaleme aldığı “Türk Birliği” başlıklı yazısını, “Türkler vaktiyle birkaç kere birleşmişler ve mutlu olmuşlardır. Yeniden birleşeceklerdir. Milli ülkümüzün ilk maddesini: ‘Bütün Türkler birleşecektir’ diye ifade edebiliriz.” şeklinde bitiriyordu. Orhun Dergisi, bir sayı daha yayınlandıktan sonra Bakanlar Kurulu kararı ile süresiz olarak kapatıldı. Ancak “Türk Birliği” ideali, Türkiye’de yaşamaya ve gelişmeye devam etti. Bozkurt, Gök Börü, Çınaraltı gibi dergilerde Türk birliğini savunanlar, Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik” düsturunu kendilerine şiar olarak benimsiyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1955’ten itibaren Kıbrıs meselesi çerçevesinde, Bulgaristan’da ve Irak’ta yaşayan Türklere karşı yapılan zulümler sırasında, Türk toplumundaki milli hassasiyetler yeniden yükseldi. Türk birliği fikrini ve milli ruhu yükselten ve toplumda heyecana yol açan dönüm noktası ise Sovyet İmparatorluğu’nun ve Doğu Blokunun parçalanması oldu. Yugoslavya içerisinde yaşayan Türklerin ve Müslümanların bağımsızlık ve hürriyet mücadelesi, Sovyet imparatorluğu içerisinde yaşayan Türklerin ve Müslümanların egemenlik ve bağımsızlık girişimleri, Türkiye’de coşkuyla takip edildi. Gaspıralı’nın, Akçura’nın, Gökalp’in, Atsız’ın savunduğu fikirler gerçeğe dönüşmekteydi.

Atsız, 1934’te tüm dünyadaki Türklerin sayısını 85-100 milyon olarak hesaplıyor, Türkiye’den daha fazla Türkün Sovyet Rusya’da (35-40 milyon) yaşadığına, İran’da, Çin’de, Afganistan’da, Balkanlarda, Irak-Suriye’de ve Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin yoğun nüfusuna dikkat çekiyordu. Aradan 60 yıl geçtikten sonra yabancı uzmanlar, “Adriyatik’ten Çin Seddine 300 milyonluk bir Türk Dünyası”nın varlığını itiraf ediyordu. 21-23 Mart 1993’te Antalya’da düzenlenen Türk Devletleri ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı’nda Sibirya’dan, Kırım’dan, Irak’tan, İran’dan, Batı Trakya’dan, Kıbrıs’tan, Bulgaristan’dan, Bosna’dan, Kafkasya’nın Balkanların ve Ortadoğu’nun farklı bölgelerinden Türkler, ilk defa büyük bir kucaklaşma gerçekleştirdiler. Landau’nun tespitine göre kurultayda konuşan her beş konuşmacıdan dördü kültürel ve ekonomik konulara değindi. Bu tablo Türk birliği idealinin nasıl bir zeminde gelişeceğini nesnel bir şekilde ortaya koydu.

Jacob M. Landau, Pantürkizm başlıklı monografisine irredantizm kavramını tanımlayarak başlar: Landau’ya göre bir devletin kendi sınırları dışında kalan soydaşlarının refahıyla ilgilenmesi irredantizmdir. İrredantizmi ılımlı ve şiddetli olarak tasnif eden Landau, soydaşların ayrımcılığa ya da asimilasyona uğramasını engellemeye yönelik girişimleri ılımlı irredantizm, soydaşların yaşadığı toprakların ilhakını ise şiddetli irredantizm olarak değerlendirir. Pantürkizm’in amacını Türkiye’nin sınırları içinde ve dışında yaşayan tüm Türkler arasında bir kültürel veya fiziksel, ya da hem kültürel hem fiziksel bir birlik sağlamak olarak izah eden Landau, Pantürkizm ideolojisinin Türkiye’nin irredantist politikalarının kaynağı olduğunu iddia eder. Öte yandan Landau, Türkiye’nin yeni bağımsız Türk devletleriyle geliştirdiği ikili ve çok taraflı iş birliğinin, Pantürkçülüğü, geçmişteki saldırgan tutumundan giderek uzaklaşıp, uzlaşmacı ve daha ılımlı amaçlara yönelttiği sonucuna varmaktadır. Landau’ya göre SSCB’nin dağılmasının ardından Türkiye ile eski Sovyet coğrafyasında yaşayan Türkler arasında siyasal irredantizmden ziyade ekonomik ve kültürel iş birliği alanında doğrudan temaslar yeniden sağlanmıştır.

TURKSOY daimi konseyi

TURKSOY daimi konseyi 13. Toplantısından bir kare (Nuri Kaynar/AA, 1 Aralık 1999)

 

Türk Dünyası Fikri

Türk tarihinde Pantürkizm dendiğinde akla gelen ilk isim olan Enver Paşa’dır. İttihat Terakki Partisi’nin lideri ve Harbiye Nazırı olan Enver Paşa Birinci Dünya Savaşı sırasında Sarıkamış Harekatı ile Rus Çarlığı altında bulunan esir Türkleri özgürlüğüne kavuşturmayı hedeflemiştir. Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesi ve parçalanmasının ardından ise Türkistan’a giderek Basmacı hareketine liderlik etmiştir. 1922’de bugünkü Tacikistan sınırlarında şehit olan ve mezarı orada bulunan Enver Paşanın naaşı 4 Ağustos 1996’da İstanbul’a getirilmiş, Cumhurbaşkanı Demirel’in de katıldığı bir devlet töreni ile defnedilmiştir. Demirel’in “milliyetçi, idealist ve onurlu bir asker” olarak tanımladığı Enver Paşa’nın cenazesini taşıyanlar, “Türkiye Turan olacaktır” sloganları atmışlardır. Jung ve Piccoli, bu sembolik olaydan hareketle 1990’larda Türkiye’nin yeni bağımsız Türk devletleriyle kurmuş olduğu ilişkileri, Pantürkizmin yeniden canlanması olarak nitelendirmişlerdir. Öte yandan Jung ve Piccoli, Pantürkizmin yeniden canlanmasının Türkiye’nin irredantist, ekspansiyonist ya da ırkçı bir Pantürkist politika benimsediği anlamına gelmediğini, “kültürel bir Pantürkizm” olarak nitelendirileceğini ifade etmektedir. Jung ve Piccoli, Türkiye’nin “abi” davranışı göstermeden, misyonerlikten kaçınarak, her bir ülkenin ayırt edici ulusal ve kültürel kimliğini gözeterek bir tutum sergilemesi durumunda, Pantürkizmin kazanımlarının daha fazla olacağını iddia etmiştir.

2005’te gizliliği kaldırılmış 15 Eylül 1948 tarihli “The Panturanian Idea” başlıklı bir CIA raporunda şu değerlendirme yapılmaktadır: “Türkiye’de ve Orta Asya’da Panturanizmin ortaya çıkışından itibaren, bu büyük ve ağır fikrin hayata geçirilmesi bir Rus-Alman ya da Rus-İngiliz savaşında Rusya’nın yenilmesi ümidine dayandırılmıştır. Bu nedenle bu çevreler, on yıllarca Berlin ile ayrıca Londra’da belirli çevrelerle bağlarını korudular. Dünyadaki siyasi koşulların değişmesiyle birlikte bu ümitler, ABD’ye doğru dönmüştür.” Rusya’da hala bu görüşü savunan akademisyenler bulunmaktadır. Aleksandr Korbinsky’e göre “Rusya ile Çin arasında manevra yaparak Türkiye, birinden ucuz enerji, diğerinden ekonomisini geliştirmek için kredi alıyor. AB’den teknoloji transfer eden, Anglo-Sakson dünyasından ise Orta Asya bölgesinde operasyonel yönetişime yönelik görev ve yetki alan Ankara, sadece NATO’nun bölgedeki temsilcisi değil, Rusya ve Çin’i oradan vuracak bir silah işlevi görmektedir.” Ancak ne garip bir paradokstur ki Türkiye’nin Çin ile Avrupa arasında kurduğu Turan koridoru, ABD’yi rahatsız etmektedir. ABD, Çin’in “Yol ve Kuşak” inisiyatifine karşılık Türkiye’yi dışarıda bırakarak Hint-Ortadoğu koridorunu devreye sokmuştur.

Öte yandan Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında yürütülen Türk birliği girişiminin, Rusya’yı parçalamaya yönelik supranasyonal nitelik taşıyan bir oluşum olmadığı, Rus yetkililer tarafından da kabul edilmektedir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 19 Şubat 2021’de RBK TV kanalında yayınlanan röportajında, “tarihteki anlamıyla uluslar üstü bir oluşum olarak Türkiye’nin Turan kurmak gibi bir hedefinin olduğunu düşünmediğini, böyle bir fikri eski SSCB ülkelerinin de desteklemeyeceklerini” ifade etmiştir.

 

Somutlaşan İhtiyaçlar

Kavramlar, zihin dünyasının ürünü olarak ihtiyaçtan ortaya çıkar. Başlangıçta büyük ölçüde soyuttur ve zaman içerisinde somut nitelik kazanır. Çoğu zaman kullanılan duruma, kişiye ve bakış açısına göre kavramların anlamı değişebilir. Pantürkizm kavramı da böyledir. 1990’larda yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Başlangıçta kimine göre duygusal bir ifade olup gerçeklikten uzak değerlendirilirken, kimine göre ise tarihi ve jeopolitik bir gerçeklik olarak savunulmuştur. 1990’larda Türk siyasetçilerin konuşmalarında geçen Türk dünyası ifadesi, Türkiye’nin irredantist ve Pantürkist politikalarının kanıtı olarak gösterilirken, otuz yıl içerisinde anlam değiştirerek Türk devletleri arasındaki çok taraflı iş birliğini tanımlamak için kullanılan bir kavrama dönüşmüştür. Türk Devletleri Teşkilatı’nın kuruluşu, Türk dünyası kavramının somutlaşmasında bir milat oluşturmuştur. Artık “Türk dünyası” diplomatik belgelerde geçen bir uluslararası ilişkiler terminolojisidir.

Öte yandan Türk dünyasının sınırlarının nerede başlayıp nerede sona erdiği hususu göreceliğini korumaktadır. Türk dünyası dendiğinde sadece bağımsız devletlerin dahil olduğu bir yapı anlaşılmaması gerektiği, devlet başkanları düzeyinde ifade edilmiştir. TDT Zirvesi bildirgelerinde Kıbrıs Türklerinin hakları ve eşitliği, Suriye’nin ve Afganistan’ın istikrarı, Karabağ’ın kalıcı çözümü gibi konularda, örgütün yaklaşımı net bir şekilde ortaya konmaktadır.

Giderek zayıflayan ve adaleti tesis edemeyen BM sisteminde, Türk Devletler Teşkilatı, mazlumların hak ve özgürlüklerini savunan bölgesel bir barış örgütüne dönüşmektedir. Başka devletlerin egemenliği altında yaşayan soydaşların hukukunun dile getirilmesi insan haklarının savunulması ve egemen kılınması çerçevesinde uluslararası sistemin istikrarına katkı niteliğindedir. Bu çalışmanın ortaya koyduğu tez, Türk Devletleri Teşkilatı’nın bölgesel iş birliği konusundaki etkinliği arttıkça, örgüte yönelik yapılan aşırı politik mülahazaların da ortadan kalkacağı, Türkiye ile Rusya örneğinde olduğu gibi başka devletlerin egemenliği altında yaşayan soydaşların, Türk devletlerinin bu ülkelerle ortaklıklarını güçlendirmede katkı sağlayan bir faktöre dönüşeceğidir. Böylece Türk dünyası kavramı en geniş ve kapsayıcı haliyle daha somut bir anlam kazanacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası