Türkiye ekonomisi dalgalı bir süreci en az hasarla atlatmaya çalışıyor. Bu gibi dönemlerde kısa vadeye yönelik politikalar ile ekonomik dengelemeyi sağlamak gerekirken, bir taraftan da orta ve uzun vadeli olarak ekonomiyi güçlendirecek stratejileri belirleyip bunlara yönelik politikaları hayata geçirmek önem arz ediyor.
Yerel ve küresel ölçekte yaşanan gelişmeler Türkiye ekonomisinin orta gelir tuzağından çıkması adına önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu dönemde sadece kısa vadeli politikalara odaklanılırsa bu fırsatların kaçması sürpriz olmaz. Çoğu ülke bu gibi sarsıntılı süreçlere karşı kısa vadeli olarak işleri toparlayalım da uzun vadeyi sonra düşünürüz anlayışıyla refleks gösterme eğiliminde olur; sorunlara kalıcı çözümler bulmak yerine onları halının altına süpürerek etrafın ne kadar temiz olduğunu göstermeye çalışır. Ancak Türkiye gibi yüksek hedefleri olan ve zor bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin böyle bir lüksü olduğunu düşünmüyorum.
Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu mevcut durum ve küresel ekonominin yaşadığı değişim, ekonominin geleceği için ne gibi fırsatlar sunmaktadır? Türkiye, bu fırsatları gerçeğe dönüştürebilmek için yeni dönemde hangi alanlar ve politikalar üzerine odaklanmalıdır? Mevcut ekonomik gelişmelerin kısa vadede ne gibi riskler ve tehditler doğurabileceği konusunda çok fazla konuşulmakta ve yazılmaktadır. Tabii ki bunun tartışılması devam edecek ancak kamuoyu nezdinde bu konuda artık genel bir fikir oluştuğu kanaatindeyim. Bu yazıda yukarıdaki iki soruya cevap arayarak uzun vadeli ekonomik konulara daha fazla ışık tutmak istiyorum.
Ticaret Bakanlığı tarafından tanıtılan Yerli Üretim Logosu
Türkiye ekonomisinin en müzmin sorunlarından biri cari açıktır (aslında temel olarak ticaret açığı problemi). Cari açık Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulmasıyla da yakından ilgilidir. Türkiye yüksek sofistikasyona sahip olmanın yanında küresel tüketim alışkanlıklarına cevap verebilen teknolojik ürünleri ve birçok farklı sektörü besleyen kritik ara mallarını yerlilik oranı yüksek bir şekilde üretmeye başladığında bir taraftan cari açığı kapatırken diğer taraftan da ekonomik büyüme performansı artacaktır.
Cari Açığa Sürdürülebilir Çözüm
İhracat yapısının ithal ara mallarına bağımlı olması, ülke sınırları içerisinden petrol ve doğal gaz gibi hidrokarbon içerikli geleneksel enerji kaynaklarının çok az çıkması ve vatandaşların ithal lüks ürün kullanma eğilimlerinin yüksek olması gibi sebeplerden dolayı yüksek seyreden cari açık ekonomik kırılganlıklara neden olmaktadır. Döviz kurlarının yükselmesi ve ekonomik aktivitenin önümüzdeki aylarda görece yavaşlayacak olmasından dolayı cari açıkta düşüş beklenmektedir. Kurların yükselmesi ister istemez ihraç edilen ürünlerin fiyatlarını daha rekabetçi bir seviyeye taşırken ithal ürünlerin cazibesini azaltacaktır. Japonya ve Çin başta olmak üzere birçok ülke, dış ticarette kendilerine rekabet üstünlüğü kazandırmak adına planlı bir şekilde para birimlerini değersizleştirmeye çalışmaktadır. TL’nin değer kaybetmesi kısa vadede bazı riskleri içinde barındırsa da ithalat eğilimini yavaşlatmak ve ihracatı artırmak için önemli bir fırsat sunmaktadır. Özellikle TL’nin normalin çok üzerinde güçlü seyrettiği 2004-2014 dönemiyle birlikte vatandaşlar arasında yükselen ithal lüks ürün alışkanlığının kırılması açısından TL’nin değer kaybetmesi etkili olacaktır.
Döviz kurlarının ve faizlerin yükselmesi cari açığı kısa vadede düşürecek olsa da ekonomik aktivitenin belli bir süre sonra canlanmaya başlamasıyla birlikte cari açığın yeniden yükselme riski oluşabilir. Dolayısıyla zayıf TL’nin dış ticaretteki nimetlerinden faydalanırken Türkiye’nin bir taraftan da cari açığı sürdürülebilir bir şekilde düşürecek adımları atması gerekmektedir.
Ekonomik büyümeyi destekleyecek şekilde cari açık sorununa sürdürülebilir çözüm bulmak teknoloji yoğun ürünler ve kritik ara mallar üretebilmekten geçiyor. Özel kesimin dinamizmi bu konuda çok önemli olmakla birlikte, kamunun sunduğu Ar-Ge ve ihracat teşvikleri, kamu alımları, düşük faizli krediye erişim, hibeler, vergi kolaylıkları ve tarifeler gibi sanayi politikası araçları girişimci ruhun önünü açmak bakımından kritiktir. Kamunun sanayiyi teşvik edici ve koruyucu önlemler alması 1980 sonrası dönemde uluslararası ticaret anlaşmaları ve küresel normlardan dolayı çok zor bir hal almıştır. Ancak 2008’deki kriz sonrasında küresel ekonomi gittikçe korumacılığın ve regülasyonların arttığı, kontrollü bir liberal ekonomik sisteme doğru evriliyor.
ABD Başkanı Trump’ın küresel ekonominin birçok önemli aktörüne karşı başlatmış olduğu ticaret ve kur savaşları bu süreci hızlandırmaktadır. Ticaret ve kur savaşları küresel likiditenin daralmasına, uluslararası ticaret hacminin düşmesine ve küresel ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olabilir. Bu risk ve tehditlere rağmen küresel ekonominin içinden geçtiği bu yeni dönemde aynı zamanda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere DTÖ’nün kısıtlayıcı kurallarının etrafından daha rahat dolaşılabileceği ve ülkeler arasındaki ticari anlaşmaların daha adil bir düzlemde revize edilebileceği bir fırsat penceresi açmaktadır. Türkiye yaklaşık kırk yıllık süre diliminde yerli üretimi bu denli rahat koruyabileceği ve destekleyebileceği bir fırsatı yakalayamamıştır. Türkiye önümüzdeki süreçte akıllı sanayi politikaları yoluyla gelecek vadeden sektörleri ve şirketleri destekleyebilir, riskleri ve tehditleri bertaraf edebilirse küresel ekonominin içinden geçtiği süreci fırsata çevirebilir.
Sanayicilere 1,2 Milyar Liralık Destek-Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, "Yeni destek programının, cari açığın azaltılması başta olmak üzere yüksek katma değerli ürünlerin üretimine önemli katkı sağlayacağını düşünüyoruz." dedi.
Gelecek Vadeden Sektörleri Desteklemek
Şimdi hangi sektörlerin desteklenmesi gerektiği meselesine değinelim. Sanayi alanında en fazla ithalat yaptığımız alanlar kimyasal madde ve ürünler, ana metal sanayii, makine ve teçhizat ile motorlu kara taşıtlarıdır. Yeni dönemde sanayi malları ihracatının ithal ara mallarına bağımlılığını azaltmak için sanayi teşviklerimizin önemli bir kısmını petrokimya, ana metal sanayii ve karbon elyaf ve kompozit malzeme üretimine yönlendirmemiz gerekiyor. Sanayi üretimi için en kritik gereksinimlerin başında gelen makine ve teçhizatları sensör ve nesnelerin interneti gibi akıllı teknolojiler ile destekleyecek şekilde üretebilir hale gelmeliyiz. Aksi takdire Alman, Japon, Çinli ve Güney Koreli teknoloji devleri Dördüncü Sanayi Devrimi’ni ıskalamayın baskısıyla Türk şirketlerine akıllı makine ve robot satacak ve bunun sonucunda da cari açık yükselecektir. Bu durumun önüne geçmek için sanayi politikaları altında kullanacağımız kamu kaynaklarının bir kısmını akıllı makine ve robot üretimine yönlendirmemiz lazım.
Uydu sistemleri, savunma araç ve ekipmanları, cep telefonları, bilgisayarlar ve birçok başka teknolojik aletlerin üretimi için kritik öneme sahip yarı iletkenlerin üretimi sanayi politikaları kapsamında öncelik verilmesi gereken bir başka alandır. Bölgemizde yaşanan jeopolitik gelişmeleri ve diğer sektörleri yenilikler yoluyla besleme potansiyelini göz önünde bulundurduğumuzda, son yıllarda önemli ivme kazandığımız savunma sanayiinin desteklenmeye devam edilmesi son derece faydalı olacaktır. Bu derginin daha önceki sayısında da detaylı olarak analiz etmeye çalıştığım yerli otomobil projesi ekonominin geleceği açısından desteklenmeye değer bir başka kritik alandır.
Türkiye’nin cari açığını artıran bir diğer alan enerjidir. Türkiye enerji ithalatı faturasını azaltmak için petrol ve doğal gaz arama çalışmalarını sürdürmekle birlikte, yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer enerji yatırımlarına yoğunlaşıyor. Türkiye’nin cari açığı azaltmaya yönelik olarak rüzgar, güneş ve nükleerden tam anlamıyla faydalanması için bu enerji kaynaklarının ortaya çıkmasını sağlayan teknolojileri de üretebilmesi gerekmektedir.
Güney Kore 1960’lar ve 70’lerde kendisini ekonomik anlamda üst liglere taşıyacak kritik sektörleri seçerken benzeri bir sürecin içinden geçmişti. Vietnam Savaşı’nın neden olduğu mali yükü ve kamu baskısını hafifletmekten başka şansı kalmayan dönemin ABD Başkanı Richard Nixon 1969’da yaptığı bir açıklamayla –tıpkı bugün Trump’ın Ortadoğu’ya yönelik politikasında olduğu gibi– ABD’nin müttefiklerinin gelişmesine ve kendilerini savunmalarına belli koşullarda yardım etmeye devam edeceğini ancak dünyanın jandarması olma görevini artık üstlenmeyeceğini duyurmuştu. Nixon Doktorini olarak adlandırılan bu karar sonrası Çin ve Kuzey Kore tehditlerine karşı kendini savunmasız hisseden Güney Kore bir nevi ekonomik ve askeri bağımsızlığını kazanmaya yönelik olarak sanayileşme hamlesine hız kazandırmıştı. Bu süreçte çelik, demir dışı metaller, gemi yapımı, makine, elektronik ve petrokimya gibi alanlar öncelikli sektörler olarak belirlenerek akıllı sanayi politikaları devreye sokulmuştu. O dönemde –tıpkı bugün ilk emarelerini görmeye başladığımız yeni korumacılık gibi– Soğuk Savaş’ın bir yansıması olarak korumacı politikaların daha rahat uygulanabildiği bir ortam mevcuttu. Güney Kore bu süreci başarıyla yöneterek teknolojide dünyaya yön veren dev şirketlere sahip gelişmiş bir ülke haline geldi.
Her ülkenin kendine has kurumsal yapısı ve kültürel normları vardır. Her dönemin de kendine has koşulları. Dolayısıyla belli bir politika setinin her ülkede veya her dönemde başarılı olacağının garantisi yoktur. Ancak dönemsel benzerliklerden ve başarılı sanayi politikaları deneyimlerinden dersler çıkartılarak önemli mesafeler alınabilir. Türkiye, ekonomisinin içinde bulunduğu koşulları, bölgesel ve küresel gelişmeleri uzun vadeli fırsatlara çevirebilecek kapasiteye sahip bir ülkedir.