Coğrafyasında Afrika’yla Bütünleşen Türkiye
Afrika ile Türkiye’nin 21. yüzyılda başlattığı yakınlaşma, bir taraftan köklerini tarihten alırken, asıl önemli tarafıyla, bunu günün şartlarında yeniden canlandırma ve daha da önemlisi geleceği birlikte inşa etme teşebbüsüyle alakalıdır. Bunun bir önceki asırda neden başlatılmadığı meselesi ise karşılıklı niyetlerin bir türlü şekillenememesine bağlıdır. Osmanlı Devleti’nin güçlü dönemlerinde sürdürdüğü, bu kıtanın hayati önemi haiz coğrafyaları ile teması; Kuzey Afrika, Doğu Afrika ve Merkezi Afrika olmak üzere üç bölgede odaklanmıştı. Güney Afrika ve Batı Afrika’nın sahilleri ise 16. yüzyılın başında Portekizlerle başlayan ve Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, İtalyanlar, Belçikalılar ve Almanlar tarafından özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iç bölgelere doğru yayılan işgalleri sebebiyle bir türlü İstanbul ile kalıcı irtibata giremediler.
30 milyon kilometrekareyi aşan bu devasa kıtanın 20. yüzyılın başında Etiyopya ve Liberya dışında yedi Avrupa ülkesi arasında paylaşılıp kendi aralarında benimsenme süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllara denk gelmişti. 1960’lara kadar Afrikalılar yerine karar verenler Avrupalılar olmuş ve haliyle kıtada doğrudan muhatap kabul edilecek yerel yönetici kalmamıştı. Her ne kadar Etiyopya ile 1926’da, Osmanlı Devleti’nin son çeyrek asrında gelişen ilişkilerin de etkisiyle başkent Addis Ababa’da başlatılan diplomatik ilişkiler, 2008’deki Afrika ile yeni hamleler sürecine kadar yine tarihi bağların korunduğu Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan dışında bugün 48 Sahraaltı Afrika ülkesinin olduğu geniş bölgede sadece Nijerya, Senegal, Güney Afrika, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Kenya ile sınırlı kalmıştı. Gana, Somali ve Tanzanya’da temsilcilik açma süreçleri ise uzun ömürlü olmamıştı. Bunda 1990’lara kadar bir taraftan eski sömürgeci devletlerin etkisinin henüz canlılığını koruması diğer taraftan ise ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş yılları sonrasında kurulan iki kutuplu dünyanın, Türkiye dahil birçok dünya ülkesine fırsat vermemesi yatmaktadır.
Afrika ülkeleri ile Türkiye arasında yakınlaşmanın gecikmesinde her iki tarafın siyasi iradelerinin isteksizliğinden ziyade yetersizliği de yönlendiriciydi. Çok değil bir asır öncesinde Hint Okyanusu adalarından Madagaskar ve Mauritus’un özellikle Müslüman toplumları, henüz işgal altında bulundukları 1920’lerde geçmişte Osmanlı Devleti ile kurulu bağlarını Ankara hükümeti ile de devam ettirmeye başladılar. Mozambikli, Güney Afrikalı, Kongolu, Komorlu, Tanzanyalı ve Somalili Müslümanlar buldukları her fırsatta İstanbul’la temas kurmuşlar, karşılığında da onlarla yakından ilgilenilmişti.
Ne var ki Afrika ile tarihi bağlarla sürdüren temaslar, sömürgecilikle birlikte tüm köklerinden koparıldı. Çoğu misyoner okullarında yetişen ve bağımsızlıklarını almalarının ardından yeni devletlerin başına geçen yöneticilerin varlıklarını sürdürebilmeleri; Paris, Londra, Lizbon, Roma, Brüksel ve Madrid’e, hatta Moskova ve Washington’a bağlılıkta kusur etmemelerine bağlanmıştı. İsteseler bile Ankara ile yakınlaşmaları imkan dahilinde değildi. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı devletlerle geliştirdiği ilişkiler de adeta Afrika’yı unutma ve bir daha mümkün mertebe hatırlamama üzerine kurulmuştu. Sadece ülkemiz değil, yeryüzünde mevcut 193 ülke arasından 54 Afrikalı devleti çıkardığımızda geriye kalan 150 ülke arasında en az 50 ülkenin Afrika ülkeleriyle doğrudan diplomatik teması yok denebilir.
Türkiye-Afrika İlişkileri Başarının Tescili
Türkiye’nin 48 Sahraaltı Afrika ülkesinden sadece altısı ile 2008’e kadar diplomatik temas kurması ciddi bir eksiklik olup, henüz kurma ihtiyacı hissetmeyenlerle aynı kefeye konulamaz. Çünkü bu kıtanın neredeyse merkezi yerleri olan sahil şeridindeki Mogadişu, Mombasa, Maputo, Cape Town, Lagos ve Dakar gibi şehirlerle, iç bölgelerdeki medeniyet havzasını teşkil eden Agadez, Bornu, Darfur, Kanim, Kano, Sinnar, Timbuktu ve Vaday Sultanlıkları ile asırlar öncesinde temaslar kuran bir mirası devralan Türkiye Cumhuriyeti adına karar vericiler, her fırsatı değerlendirebilirdi. Maalesef onlar da uluslararası ilişkiler dendiğinde genelde Batı Avrupa ve ABD merkezli temasları anladılar. Afrikalı devlet adamlarıyla kuvvetle muhtemel Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Konferansı toplantılarında karşılaşıp selamlaşıyorlardı. 25 Mayıs 1963’te Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da kurulan Afrika Birliği Teşkilatı ile münasebetleri yok denecek kadar azdı. Oysa bu tarihten sonra bağımsızlığını elde eden her yeni Afrikalı devletinin dünyayla teması burası üzerinden başlıyordu. Yarım asrı bulan Avrupalı sömürgecilik dönemi ve 2005’e kadar geçen 42 yıl boyunca Afrika’daki Türkiye algısının ve Türkiye’deki Afrika algısının Avrupa başkentlerinde şekillendiği biliniyor. Bizim yöneticilerimiz, “Afrika’da ne işimiz var” derken, Afrikalı devlet adamları da Ankara’dan gelecek en ufak temas talebinde, Paris, Londra, Washington ve Moskova gibi başkentlerin oluruna bakıyorlardı.
21. yüzyıl Türkiye’si ve tüm ülkeleriyle Afrika’sı, artık geçmiş asırdan derslerini almışlar ve yeni sayfalar açacaklardı. Kıtanın dirayetli ve gerektiğinde eski sömürgecilere ve ABD dahil tahakkümcü devletlere kafa tutabilen önderleri, üzerlerine yağmur gibi yağan darbe tehditlerine rağmen yeni dostlar aramaya başladılar. Bu sürece ilk hamleyi verenler Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afrika’da da eski Mali devlet başkanı Alpha Omar Konare oldu. Her ikisinden önce birkaç kıta ülkesi ile ülkemiz arasında ikili ilişkiler belli alanlarda devam etse de çok sınırlıydı ve de istikrarlı değildi.
2002’de Afrika Birliği Teşkilatı’nın adı Muammer Kaddafi’nin ciddi desteğiyle kısaca Afrika Birliği olmuştu ve ilk komisyon başkanlığında ise 1990’larda iki dönem Mali devlet başkanlığı yapan Alpha Omar Konare vardı. Bir tarih profesörü kimliği ile ufku açık bir lider olarak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika ile tüm kıtayı kapsayan siyasi yaklaşımını duyar duymaz, 42 yıl önce Addis Ababa ile Ankara arasına çekilen duvarı yıktı. Böylece Kasım 2005’te gerçekleşen ilk Türkiye ziyareti, Afrikalı devlet adamlarının ülkemize yönelmelerinin ilk hamlesi oldu. Bu arada Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrika’nın bazı ülkelerine gerçekleşen resmi ziyaretler de başladı. Ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Ocak 2007’de Afrika Birliği 8. Devlet Adamları Zirvesinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak tüm üye devlet adamlarına hitap etmesi ile adeta tüm kapılar birer birer açıldı. Böylece artık Türkiye’de Afrika algısı, Afrika’da Türkiye algısı aracısız gerçekleşmeye başladı.
Aradan geçen hazırlık safhaları dahil henüz 20 yılı doldurmayan Afrika-Türkiye ilişkileri o kadar hızlı ivme kazandı ki neredeyse geçen asrın kapanmış bütün temas yolları da açılmış oldu. Ankara 54 Afrika başkentinden toplam 43’ünde sefaret bulundururken, Afrikalılar da başkentimizde 40’a yakın sefaretleri ile en geniş yabancı misyon bulunduran kıta konumuna geldi. Bunda, Afrikalı devlet adamlarının Türkiye konusunda artık önyargısız yaklaşımlarının etkisi büyük. Siyasi anlamda başlatılan ikili ilişkilerde, kısa zamanda ekonomik bağlar da örüldü ve her iki taraf arasında sıkı etkileşim imkanları kuruldu. 1970’lerde Libya’da başlayan Türk müteahhitlik faaliyetleri, bu ülkeden hem bazı Afrika ülkelerine hem de diğer kıtalara açılımlar yapmışlardı. 2000’lere gelindiğinde başkent Trablusgarp ve diğer şehirlerdeki müteahhitlerimizin inşa ettikleri binaları gören Afrikalı liderler kendi ülkelerine de benzerlerini yaptırmaya başladılar. Bir anda yatırımcılarımız kıtanın her tarafında yükselttikleri inşaatlarla, kalite ve zamanından önce iş teslimleri ile bir marka oldular. Kıtada yarım asrı geride bırakan firmalarımıza her geçen gün yenilerinin eklenmesinde, siyasi ikili ilişkiler en önemli katkıyı yapmaktadır.
Afrikalı Devlet Adamlarının Türkiye’yi Keşfi
Afrikalı devlet adamları, bugün 54 kıta ülkesinden 40 kadarında 60’dan fazla istikamete Türkiye’nin dünya markası olan Türk Hava Yolları (THY) ile seyahat ettikçe ve iş dünyası ile bürokrasinin etkin isimleri, farklı kıtalara yine THY ile uçtukça, bu ağın genişlemesini bizden önce istedi. Böylece kıta sadece İstanbul ile değil yerkürenin her tarafıyla havayolu ağı ile bağlandı.
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) koordinasyon merkezlerini ülkemizden çok Afrikalı devlet adamları kendi başkentlerinde de açmamızı istiyorlar. Türkiye’nin Afrika’da giderek artan etkinliklerini değerlendiren herkes özellikle şu üç konuya odaklanıyor: Türkiye Sefareti var mı, THY uçuyor mu ve TİKA ofisi açılmış mı? Şimdilerde bunlara Maarif Vakfı okulları, Yunus Emre Enstitüleri, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Bursları, Diyanet Vakfı Koordinasyon Merkezleri, Ticaret, Diyanet, Askeri, Milli Eğitim Müşavirlerinin varlığı da ekleniyor. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının, Afrikalıların gerek yönetici gerekse halk nezdinde olsun Türkiye’ye bakışlarının şekillenmesinde ve yapılan faaliyetlerin benimsenmesinde katkısı herkesçe kabul ediliyor. Bilhassa son 10 yılda on binlerce Afrikalı öğrencinin üniversitelerimize akın etmesi, tüm bu etkileşim sayesinde gerçekleşiyor.
Afrika’dan Türkiye’ye bakışlar son 20 yıllık her sektörde gelişip büyüyen teşebbüslerle, artık zorlama ile değil, mutlaka isteriz tavrıyla şekilleniyor. Elbette ki atılan adımlarda eksikler, yanlış uygulamalara ait emareler olabilir. Ancak niyetler karşılıklı ortaya çıkınca, meyveleri daha gözle görülür hale geliyor. İlişkileri ayakta tutan, özellikle zorda kaldıklarında onlara yardım elinin uzanmasıyla kurulan dostluklar oluyor. Özellikle BM çatısı altında artık Türkiye ile tek yürek hareket eden Afrika ülkelerinin sayısı çok fazla. Afrika’nın meselelerini özellikle Somali ve Libya başta olmak üzere dünya gündemine getirmemiz, dikkatlerden kaçmıyor. İkili ilişkilerimizin tesisinde kendi gayretlerimiz yanında artık Afrikalı devlet adamları da kendi aralarında Türkiye’nin etkinliğine ciddi anlamda destek sağlıyorlar. Adeta kendi aralarında iş adamlarımızın, kurumlarımızın kıtada daha görünür olmaları için birbirlerine tavsiyelerde bulunuyorlar.