Kriter > Dosya > Dosya / Karadeniz'in Jeopolitiği |

Ukrayna-Rusya Hattında Askeri Tırmanma: Çok Aktörlü Krizin Siyasal Çıktıları ve Türkiye


Ukrayna’nın NATO ve AB gibi Batılı kurumlara dair bir eğilimi olmasaydı, Rusya’nın Ukrayna’ya olan ilgisi ve yayılmacı hedefleri ortadan kalkar mıydı? Aslında konu ile ilgili her problemin ve hipotezin merkezinde bu soru sorulabilir? Sorunun cevabı elbette öncelikler bağlamına değişebilir ancak genel öngörü; Ukrayna’nın Batı ile entegrasyon isteği olmasaydı bile Rusya’nın tarihi demografik ve jeopolitik avantajlarıyla etki unsurlarının devamı yönünde faaliyetlerini uygulamada tereddüt etmeyeceği yönündedir.

Ukrayna-Rusya Hattında Askeri Tırmanma Çok Aktörlü Krizin Siyasal Çıktıları ve
Ukrayna'nın doğusundaki Donbas bölgesinde askeri hareketlilik devam ederken Ukrayna ordusu bölgede tank talimi gerçekleştirdi. (Ukrayna Silahlı Kuvvetleri/AA, 18 Nisan 2021)

2014’te Rusya’nın Kırım’ı ve Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesini işgal etmesiyle başlayan süreç, 2015’te çeşitli anlaşmalar yoluyla ateşkese bağlansa da Mart 2021’de gerçekleşen karşılıklı askeri yığınaklar durumu tekrar tırmandırmış ve dünyanın en hassas noktası haline getirmiştir. Ukrayna ve Rusya’nın tabii olarak başat aktörler olduğu düşük yoğunluklu çatışma hali; başta Almanya ve Fransa’nın müdahil olmasıyla gerçekleşen Normandiya görüşmeleri ve ABD’nin Ukrayna’ya açık destek vermesiyle çok aktörlü ve çok katmanlı bir yapı kazanmıştır. Dahası, Karadeniz’deki lojistik ve askeri hareketliliğin çok hızlı bir şekilde artması Türkiye için; başta milli güvenliği olmak üzere hem askeri hem de jeostratejik açıdan önemli bir süreci beraberinde getirmiştir. Bu doğrultuda Türkiye’nin NATO’da belirleyici güç olması ve AB ile yapmış olduğu anlaşmalar daha da önem kazanmış; Rusya ile ABD ve AB arasında dengeleyici bir aktör olarak stratejik konumunu perçinleştirmiştir. Aynı zamanda bu hassas süreç yeni dünya düzeninde bölgesel olarak güçlenen yeni aktörlerin etkisini belirlemesi açısından bir gösterge olabilecektir.

Karşılıklı askeri imkan ve silahların hem sınır hattında hem de çatışma alanlarında yoğunlaşmasıyla ilgili süregelen ateşkeslerin bozulması hakkında, bir taraf Ukrayna’nın ve onu destekleyen Batı’nın bu çatışmayı alevlendirdiğini söylerken, diğer taraf hemen her şeyin sorumlusunu Rusya olarak görmektedir. Bu nedenle mevcut tartışmaların dışında kalarak, olayları doğru bir uzaklıktan analiz etmek makul görünmektedir. Böylelikle günümüz Ukrayna-Rusya gerilimini ele alan bu çalışmada, çatışmanın ana siyasi hedeflerini başta Ukrayna ve Rusya açısından ele alırken, ABD ve NATO’nun katılımı doğrultusunda uluslararası sistem düzeyinde bir analiz daha doğru görülmelidir. Bununla birlikte Türkiye’nin bu çatışma ortamında mevcut aktörle olan ilişkilerini, milli güvenliğine halel getirmeden hangi stratejiler çerçevesinde yürütebileceği tartışılacaktır.

 

Ukrayna: Başını Kaplanın Ağzından Çıkarmak

“Başınız kaplanın ağzındayken onu ikna edemezsiniz”  Winston Churchill

Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenski 2019’da yaklaşık yüzde 73 oy oranı ile seçildiğinde, Donbass'taki ateşi durduracağına ve çatışmayı sona erdirmek için doğrudan Rusya ile müzakere edeceğine söz vermişti. Siyaseten daha işin başında olan Zelenski'nin niyeti bir bakıma samimidir; ancak aynı zamanda Kremlin ile olan tarihsel bir uyumun da tezahürüdür ve geçmişe atıf içermektedir. Bu çerçevede Zelenski gerçekten de selefi Petro Poreşenko’nun aksine insani ve güvenlik konularında anlaşmalar yaparak ilerleme kaydetmiştir. İlk olarak Donbass’taki Ukrayna ordusunun bir kısmını geri çekerek Rusya açısından olumlu görülen bir jest yapmış; Rusya’nın güvenini kazanmaya çaba göstermiştir. Bu durum Rusya’ya karşı samimi bir görünüm kazanmasına fırsat tanırken, bazı Rus oligarklarla ticari ilişkileri bulunduğu iddia edilen Andriy Yermak’ı Ukrayna Cumhurbaşkanlığı Ofisi’ne atamıştır. Aynı zamanda, 2019’daki MH17 (Malezya Havayolları 17. Seferi) olayının kilit tanıklarından biri olan Vladimir Tsemakh’ı Moskova ile mahkum mübadelesine dahil etmeyi kabul etmiştir. Bunlarla birlikte, Ukrayna’daki en önemli medya patronu ve politikacılardan biri ve aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’daki kamu diplomasisinin en etkin figürü olan Viktor Medvedçuk’un faaliyetlerine göz yummuştur. Tüm bunların yanında Minsk II protokollerine göre Rusya’nın isteklerine karşı her zaman temkinli dururken, süreci uzatmayı tercih ederek ılımlı siyasi duruşuyla iç politikadaki “savaş yorgunluğuna” nefes aldırabilmiştir.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, G7 ülkeleri büyükelçileriyle beraber Donbas cephesinde incelemelerde bulunmuştu. (Ukrayna Devlet Başkanlığı/AA, 11 Şubat 2021)

 

Ancak, 2021 başlarında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ılımlı tutumu keskin bir değişim yaşamıştır. Analistler, değişimi sağlayan faktörlerden birincisi olarak, Zelenski’nin Ukrayna iç politikasındaki düşüşünü göstermektedir. Ukrayna’nın Rusya ile ilişkilerindeki uysal duruşu ilk dönemde belli kazanımlar sağlasa da iç politikada Rus yanlısı olmaktan çok barış isteyen bir kisveye bürünen rakip aktörlerin güç kazanması, Zelenski yönetimini iç politikada zayıflatmaya başlamıştır. Zelenski’nin politika değişimindeki ikinci faktör ise Rusya’nın Belarus’taki etkinliğinin artması ve doğrudan askeri müdahale kartını ortaya koyması ile birlikte uluslararası kamuoyunun dikkatini Rus yayılmacılığına tekrar çekilebileceğinin düşünülmesidir. Yine analistlerin belirttiği üçüncü faktör ise ABD’deki iktidar değişimiyle ilgilidir. Önceki ABD Başkanı Trump döneminde dış politika stratejileri kabaca uluslararası sistemde daha izole ve mevcut çok uluslu organizasyonlardaki yapılanmalardan geri çekilmeye dönük ilerlerken, herhangi bir devletle doğrudan çatışmalı bir politika tercih edilmemiştir. Ayrıca bu dönemde Rusya’nın etkinliğine herhangi bir sınırlama getirilemediği de düşünülmektedir. Yeni ABD Başkanı Biden ile birlikte dış politika anlayışı keskin bir dönüşüm yaşarken, Rusya ve Çin uluslararası sistemin selameti için bir tehdit olarak sunulmuş, ittifak yapılarında safların sıklaştırılmasına yönelik politikalar gündeme gelmiştir. Bu değişim sürecinden nasiplenmek isteyen Ukrayna, ABD’nin ve buna bağlı olarak NATO’nun desteğini alabileceğini düşünmüştür. Dördüncü ve son faktör ise Ukrayna askeri gücünün son yıllardaki kabiliyetinin göreceli olarak artmış olmasıdır. Özellikle savunma alanında Türkiye ile yapılan bir dizi anlaşma yolu ile ortak adımlar atılırken, Türk yapımı SİHA ve korvetlerin edinilmesi, AB ve ABD’nin lojistik ve silah sistemleriyle Ukrayna’yı desteklemesidir. Yine de Ukrayna ordusunun doğrudan Rusya ile karşı karşıya gelebilecek kapasiteye sahip olmadığı değerlendirilmektedir.

Yukarıda ifade edilen faktörlerin Ukrayna’nın politikalarına fiilen yansıması ise üç boyutta gerçekleşmiştir; bunlardan birincisi, Şubat 2021’de Rus yanlısı Viktor Medvedçuk’un medya organlarına ve eşinin malvarlığına tedbir koyarak yaptırım uygulanmasıdır. Böylece Ukrayna’da Rus yanlısı basının yeni politik süreçte “bilgi çarpıtma” faaliyetlerinin önü kesilmek istenmiş ve yükselişte olan siyasi rakipler kontrol altına alınarak, iç politikada kazanım sağlanmaya çalışılmıştır. İkinci boyut ise hem savunma kaynaklarının geliştirilmesi hem de çatışmalı bölgelere askeri yığınak oluşturarak, “Ukrayna’nın askeri savunmasızlık” imajının silinmesi amaçlanmıştır. Ayrıca Zelenski’nin yeni stratejisi özellikle Batı Ukrayna’nın milliyetçi vatandaşları tarafından desteklemiş, gönüllü askerlik başvuruları ciddi anlamda artmıştır. Üçüncü boyut ise Rusya’ya karşı diplomatik saldırı yolu ile caydırıcılık stratejisinin uygulaması olmuştur. Bu bakımdan ilk adım, Batı’nın (özelde AB’nin), Rusya’ya karşı daha sert yaptırımlar uygulanması yönünde olurken, ekonomik koşullar ve enerji hususu ön plana çıkarılmıştır. İkinci adım, ABD’nin resmi belgelerle ortaya koyduğu Rusya’nın “düzen bozucu ve saldırgan eylemlerini” durdurma hedefinin pragmatik bir şekilde kullanılmasıdır. Bu bağlamda ABD’nin doğal olarak Ukrayna’yı destekleyeceği düşünülmüştür. Zelenski-Biden görüşmesi sonrasında yapılan açıklamalar yine bu minvalde seyretmiştir. Üçüncü adım ise Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin tekrar gözden geçirilmesi hatta sürecin hızlandırılması yönündeki isteğin açıkça belirtilmesidir. Ancak bu hususta ABD ve Batı temkinli davranmıştır. Bununla birlikte Ukrayna’nın AB’ye üyelik isteği devam ederken, şu an için daha geri planda tutulmaktadır. Ancak ulusal güvenlik ihtiyacı dışında ülkenin ekonomik geleceği için AB oldukça önemlidir, çünkü Ukrayna ekonomisi halen 2014 öncesi seviyesinin altındadır.

Sonuç olarak Zelenski’nin “Gürcistan ve Saakaşvili” olayını doğru tecrübe ettiği söylenebilir. Ancak Ukrayna’nın batı bölümünün uygulanan yeni projelere kuvvetli bir şekilde destek olduğu da reel olarak ortadır. Ukrayna, Donbass ve Kırım arasında politik bir tercih yaparak Donbass’ı daha ön plana çıkarmış ve ABD’nin desteğini alarak konuyu çok aktörlü bir hale getirmiştir. Ayrıca Karadeniz’deki iki büyük güçten biri olan Türkiye’nin Rusya’yı dengeleyici rolü iyi tahlil edilmiş, ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte atılan bütün adımların ve gelecek süreçlerin, Rusya tarafından dikkate alınmak istenen bir Ukrayna’yı ortaya çıkarıp çıkarmayacağı henüz belirsizdir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukraynalı Politikacı Viktor Medvedchuk
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukraynalı Politikacı Viktor Medvedchuk (Alexey Nikolsky-AFP/Getty Images)

 

Rusya ve Batı Arasında Tarihi Denge

Ukrayna’nın NATO ve AB gibi Batılı kurumlara dair bir eğilimi olmasaydı, Rusya’nın Ukrayna’ya olan ilgisi ve yayılmacı hedefleri ortadan kalkar mıydı? Aslında konu ile ilgili her problemin ve hipotezin merkezinde bu soru sorulabilir? Sorunun cevabı elbette öncelikler bağlamına değişebilir ancak genel öngörü; Ukrayna’nın Batı ile entegrasyon isteği olmasaydı bile Rusya’nın tarihi demografik ve jeopolitik avantajlarıyla etki unsurlarının devamı yönünde faaliyetlerini uygulamada tereddüt etmeyeceği yönündedir.

Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalede bulunması, elbette Batı’ya karşı tehdit algılamasına yönelik tepkisel bir hareket olarak görülebilir, ancak Rusya’nın dört başı mamur iki öznel nedeninin var olduğu bilinmelidir. Bunlardan birincisi demografik unsurların tahliliyle alakalıdır. Bugün Ukrayna’nın başta Kırım olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan bölgeler ve güneydoğu bölgelerindeki nüfusunun anadili Rusça olmakla birlikte etnik olarak Rus kabul edilmektedir. Bu demografik durum, 1991’den beri Ukrayna’da yapılan genel seçimlerde de kendini gösterirken, ülkenin doğu ve batı Ukrayna olarak toplumsal bölünmesi göze çarpmaktadır. Demografik durum Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin hamiyeti konusunda da bölünmüş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Rusya’nın Ukrayna özelindeki demografik iddiaları, daha genel bir çerçevede, başta 1990’larda yayınlanan “Yakın Çevre Doktrini” olmak üzere devam eden hem ulusal güvenlik strateji belgeleri hem de askeri doktrinlerinde de Rus azınlıkların korunması mahiyetinde reel politikte kendini gösterebilmektedir.

Jeopolitik hususların ön plana çıktığı ikinci neden, Rusya’nın tarihi bir misyon olarak Kafkasya ve Hazar Havzasının müdafaasına yönelik stratejilerini içermektedir. Bu stratejinin devamında geleneksel olarak Orta Asya bölgesinde kurduğu söz sahibi olma konumunu devam ettirebilmek düşüncesini de burada kaydedebiliriz. Bugünün devlet sınırları göz önüne alındığında, kabaca; batıda Bulgaristan, güneyde Ukrayna, doğu ve kuzeyde Polonya ile Beyaz Rusya’yı içine alan bu bölge, Kuzey Kafkasya’dan Kazakistan sınırlarına kadar uzanmaktadır. Doğu Avrupa’nın Eski Sovyet ülkeleri birer birer AB ve NATO üyesi olurken Polonya ve Bulgaristan’ın NATO’nun yeni üsleri olarak Rusya’nın yakın çevresini sardığı ve buraya yerleştirilen orta menzilli silah sistemleriyle bölgenin tahkim edildiği bilinmektedir. Rusya’nın büyük devlet olma idealine kaynaklık eden Baltık ve Karadeniz’e hakim olma stratejisi, Doğu Avrupa’daki sınırlama nedeniyle oldukça sınırlanmış gözükmektedir. Baltık’ta ve Doğu Avrupa’daki çevrelenmiş konumunun Ukrayna ile birlikte Karadeniz’de gerçekleşmesi Rusya için oldukça hayati bir süreci ifade etmektedir. Öncelikle karaya oturmuş bir jeopolitiğe sahip olan Rusya’nın açık denizlere verimli bir şekilde ulaşabilmesi için Karadeniz’deki faaliyetleri ülkenin büyük güç olma iddiasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan Ukrayna’nın NATO ve AB kurumları ile ilişkilerini geliştirmesi, Rusya’nın Karadeniz’de zaten büyük bir rekabet yaşadığı Türkiye’ye karşı elini zorlaştıracaktır. Aynı zamanda Ukrayna’nın Batı eğiliminin gerçekleşmesi durumunda başta Kuzey Kafkasya olmak üzere, Gürcistan ile beraber Güney Kafkasya’ya yayılabilecek bir domino etkisi zaten demografik problemler yaşayan Rusya için önemli bir güvenlik sorunu olacaktır.

Tüm bu nedenlerden dolayı Rusya’nın Ukrayna’daki etkinliğinin askeri güç araçlarını ve yumuşak güç unsurlarını ikame etmesinin reel politik çıktıları; 2008’de Gürcistan olaylarıyla başlayan ve 2014’te Kırım’ın işgali ile devam eden sürecin Rusya açısından başat nedenleri olduğu düşünülmektedir. Elbette tüm bu nedenler, Rusya’nın Ukrayna’nın iç işlerine ve topraklarına müdahalesi için meşru bir zemin oluşturamaz, ancak gelecekte Ukrayna ve çevresinde özellikle Karadeniz’de olabilecek hareketliliği anlamada ipuçlarını bizlere verebilir.

Ukrayna’nın son dönemdeki eylemlerine karşı Rusya’nın doğrudan askeri güç kartını öne sürmesinin her halükarda ilk nedeni yukarıda ifadesini bulan güvenlik kaygısı ve büyük devlet olma idealidir ve ayrıca tarihsel bir altyapıya sahiptir. Rusya tarafından özellikle Gürcistan ve Saakaşvili’nin durumu hatırlatılarak, Batı ve ABD’nin motive ettiği bir hareketlenmenin sonuçsuz ve durumu da eskisinden daha vahim bir hale getireceği hususunda uyarılar dile getirilmiştir. İkinci unsur ise ABD’nin Ukrayna’daki pozisyonuna ilişkin tutumuna yöneliktir. Rusya tarafının, yeni ABD yönetiminin Rusya’yı doğrudan hasım olarak ilan etmesi ve Avrupa’nın ABD’nin en önemli etkinlik alanlarından biri olarak ifade edilmesinin yani Soğuk Savaş dönemindeki çevreleme stratejisinin tekrar politika haline gelmesinin test edilmesi olasılığıdır. Üçüncü unsur ise Avrupa’ya ve dolayısıyla ABD’ye, Rusya’nın kırmızı çizgilerini hatırlatmaktır. Son olarak da Donbass’ta savaşan ayrılıkçı grupların yanında olunduğunun belirtilmesidir.

 

Rusya Uluslararası Sistemin Sinir Uçlarıyla Oynuyor

Yine bölge üzerinde çalışan birçok analistin düşüncesine göre; Rusya, uluslararası sistemin sinir uçlarıyla oynarken, ABD ve Batı’nın Rusya karşısında Ukrayna’ya gerekli desteği veremeyeceğini düşünmektedir. Daha açık bir ifade ile kimsenin Ukrayna için savaşmayacağını varsayıyorlar ve bu konuda umum olarak Batı’nın Gürcistan meselesinde olduğu gibi Ukrayna’yı yalnız bırakacağını düşünüyorlar. Aynı zamanda Ukrayna’daki faaliyetlerini sürdürürken Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılamayacağını da tahlil ediyorlar. Bugün Gürcistan, Ukrayna, Suriye, Libya ve Güney Kafkasya’da ciddi askeri etkinlik gösteren Rusya’nın ABD ve AB tarafından durdurulamaması, bu görüşü daha güçlü bir konuma getiriyor. Ancak Rusya’nın iç kamuoyunda, askeri müdahalelerin getirdiği mali sıkıntılar ve Batı’nın özellikle ekonomik yaptırımlarına karşın; “tüm bu politikalar gerekli mi?” sorusu tartışılıyor. Ayrıca tarihsel bir bakış açısı ile Rus yayılmacılığının ironik bir şekilde onun güvenliğini sağlarken, aynı zamanda güvensizliğinin de nedeni haline geldiğini belirtmemiz gerekiyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Sefa Karacan/AA, 21 Nisan 2021)

 

ABD ve Batı: Sahalara Geri Dönüyor

Mevcut ABD yönetiminin uluslararası sisteme bakışı ve stratejileri, önceki dönem politikalara göre keskin bir dönüş yaşamaktadır. Yeni ABD başkanı Biden gerek başkanlık seçimleri öncesinde yayınladığı makalede, gerekse yakın tarihte ulusal güvenlik için çerçeve oluşturması umut edilen taslak bir belge ile bu değişimi net bir şekilde ortaya koymuştur. ABD’nin mevcut dünya düzenindeki yerinin eskisi gibi mutlak liderlik statüsünde olmadığı kabul edilirken, uluslararası sistemin çok kutuplu yapısı ön plana çıkarılmıştır. NATO başta olmak üzere, liberal dünya düzeninin temel çok uluslu örgütlerinin geliştirilmesi ve ittifakların tekrar sağlamlaştırılması üzerinde durulurken, müttefikler arası safları sıklaştırma hedefi ana stratejilere bağlanmıştır. Hem ulusal hem de uluslararası sistem düzeyinde Rusya ve Çin temel tehdit olarak ifade edilirken, Avrupa ve Asya-Pasifik bölgesi ana harekat alanı olarak belirlenmiştir.

Trump döneminde, Rusya’nın pervasızca hareketlerinin engellenemediği düşüncesi üzerinden yeni ABD yönetiminin Ukrayna’ya olan ilgisi farklı boyutlar kazanmıştır. Bu bağlamda, ABD’nin Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında yer alması iki boyutta değerlendirilebilir; bunlardan birincisi, ABD’nin uluslararası sisteme geri dönüşü olarak ifade edebilecek bir duruşun sergilenmesidir. Bu anlamda Soğuk Savaş dönemini hatırlatan ABD-Rusya geriliminin, ABD’nin tarafsız bir devlet nezdinde Rusya ile Ukrayna hususunu görüşmek istemesiyle, diplomatik olarak “sorun çözücü aktör” konumuna tekrar gelme hedefinin somut bir çıktısı olarak yorumlanabilir.

İkinci boyut ise, ABD’nin müttefikler arası safları sıklaştırma stratejisinin işlerliğinin test edilmesidir. Biden- Zelenski görüşmesinin ardından ABD’nin doğrudan Ukrayna’nın yanında yer alacağını bildirmesi daha sonra savaş gemilerini Karadeniz’e göndereceğini açıklaması ile (sonradan vazgeçilmiştir), Avrupalı müttefiklerin refleksleri ölçülmüştür. Rusya’ya ortak bir cephenin oluşumu için ABD, kendini merkeze yerleştirerek müttefik devletlerin sorumluluk alıp eylem göstermesini beklerken, özellikle Doğu-Avrupa devletlerinin mevcut çıkışları bu hedefi bir nebze olsun güçlendirmiştir. ABD’nin bu stratejisi, politik bir kazanım olarak “caydırıcı liderlik konumu” özelliklerini tekrar canlandırma hedefini işaret etmektedir.

Ancak ABD’nin Batılı müttefikleriyle birlikte hareket etme politikası bazı yönleriyle sorunludur. 2014’te Ukrayna konusunu görüşmek üzere bir araya gelen Normandiya Dörtlüsü (Almanya, Fransa, Rusya, Ukrayna) ve bu görüşmelerin sonuçları bağlamında imzalanan Minsk II protokolü, sorunun çözümü adına bir ilerleme kaydedememiştir. Bu bakımdan sorunun diplomatik bir zeminde, tarafların ısrarlı ve tavizsiz duruşlarıyla devam eden sürece ABD’nin eklemlenme stratejisinin pozitif bir gündem doğuracak olsa da kalıcı bir statükonun ortaya çıkmasını beklemek için henüz erkendir. İngiltere’nin ABD’nin yerine Karadeniz’e savaş gemilerini göndereceğini belirtmesi, doğal müttefiklik yapısını gösterirken, ABD, AB ve (ayrıca Almanya), İngiltere arasında çok aktörlü bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Almanya’yı parantez içerisinde değerlendirmemizin nedeni ise; ABD’nin Kuzey Akım II. Projesi kapsamında Almanya’ya baskı yapması, Almanya’nın buna karşın tarihteki Bismarck eğilimli bir politikayı yürütmesi gibi sorunlu bir cepheyi ortaya çıkarmasıdır.

 

Türkiye: Önce Milli Güvenlik Sonra Müttefiklik

Türkiye; Karadeniz’deki en uzun kıyı şeridine sahip olmakla birlikte, Karadeniz’den açık denizlere ulaşımın sağlanabildiği stratejik öneme sahip İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki hakimiyeti oldukça elzem bir jeopolitik tasavvuru ortaya koymaktadır. Bu bakımdan Karadeniz havzasındaki mevcut ve ortaya çıkabilecek her türlü çatışma, ülkenin milli güvenliği ile doğrudan ilişkilidir.

Türkiye’nin milli güvenliğinden taviz vermeksizin Ukrayna’da yaşanan çatışmalı duruma karşı üç boyutta politika üretmesi beklenebilir; bunlardan birincisi, Rusya ile ilişkilerin doğasıyla ilgilidir. Türkiye’nin milli güvenliğini temel alan jeopolitik bakış açısıyla, başta Suriye meselesi olmak üzere; Libya, Karadeniz Havzası ve Kırım meselesini de içine alan, Kafkaslar ile farklı bir boyuta geçen ikili ilişkileri doğru tahlil etmek gerekmektedir. Açık bir biçimde ifade etmek gerekir ki: Türkiye-Rusya ilişkileri ne pembe gözlüklerle bakılan stratejik ortaklık seviyesinde ne de paranoyakça bir algıyla düşmanlık durumundadır. Bu bakımdan ikili ilişkilerin amiyane bir tabirle siyah ya da beyaz olmaktan öte gri bir alanda gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu gri alan; ikili milli çıkarların belli oranda mutabık olduğu akıllı uyumu ve çatışan/çakışan milli çıkarların bazen çatışma durumuna getiren esnek bir rekabet alanını tarif etmektedir. Gri alan pozitif ya da negatif yönlü hızlı değişimler gösterirken, iki ülkenin birlikte bulunduğu bölgelerdeki süreçler bu değişimlerin yönünü tayin etmektedir. Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında olduğunu belirtmesi Rusya ile ilişkilerinde gerilimlere yol açsa da bu hususun Rusya ile ilişkilerin geleceğini doğrudan etkileyecek bir konuma getirilmeyecek şekilde yürütüldüğü görülmektedir.

İkinci boyut ise Türkiye’nin mevcut ittifaklarıyla olan ilişkilerine yöneliktir. Unutulmamalıdır ki Türkiye, Rusya ile ilişkilerini belli bir uyum içerisinde gerçekleştirirken, Rusya’nın bulunduğu her bölgede onu belli bir derecede dengeleyebilen dünyadaki tek güçtür. Bu bakışı doğru bir şekilde ortaya koyarak, Türkiye’nin ittifaklar içerisindeki milli güvenliğini merkeze alan özerkliği arttırılabilir ve “ittifak olunma” statüsünü geliştirebilir. Bu bakımdan Rusya’nın Ukrayna meselesinde caydırılması ya da en azından taviz vermesinin sağlanabilmesi için Rusya’nın diğer bölgelerdeki (dışardan dengeleme) faaliyetlerine yönelik politikalar oluşturulmasına ön ayak olabilir. Aynı zamanda NATO üyesi olarak Türkiye’nin hem AB hem de ABD’ye karşı belli pozisyonlarda denge kurabileceği yegane güç Rusya’dır. Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren başlayıp, Soğuk Savaş döneminde kemikleşen iki ayrı blok arasında sıkışıp kalması durumu, belki de tarihinde ilk defa ikili arasında bağımsız denge politikası izleyebilecek bir güç haline gelmesiyle değişebilir.

Üçüncü boyut ise; Türkiye’nin aynı saiklerle ortaya çıkmamış olsa da Karabağ meselesinde olduğu gibi Ukrayna meselesinin çözümünde de diplomatik olarak var olmasıdır. Bu bağlamda Rusya ve Ukrayna arasında öncelikle mekik diplomasisi yürüterek tarafları bölgenin güvenliği çerçevesinde istenilen konuma getirmesi ve bu süreçte arabulucu rolünü kuvvetlendirmesidir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası