Kriter > Dış Politika |

ABD’nin Küresel Liderlik Testi Olarak Ukrayna Krizi


Donbas civarındaki Rus ayrılıkçıların durumunu bahane ederek sınıra 130 bine yakın asker yığan ve Belarus’ta da askeri tatbikatlara başlayan Moskova, Batı’ya karşı el yükselterek Kiev’in Rus etkisinde kalmasını garantilemeye çalışıyor. Putin, Batı’nın Kırım’ın ilhakında olduğu gibi diplomatik protestolar ve etkisiz yaptırımlar uygulamaktan öteye geçemeyeceğini ve Ukrayna ve Gürcistan’ın Rus etkisinde kalmasını bir şekilde kabulleneceğini hesaplıyor.

ABD nin Küresel Liderlik Testi Olarak Ukrayna Krizi
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken İsviçre'nin Cenevre şehrinde Ukrayna krizini görüşmek üzere bir araya geldi. (Rusya Dışişleri Basın Servisi/AA, 21 Ocak 2022)

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme ihtimali, Batı ittifakının önündeki en önemli gündem maddesi haline gelirken, kriz Amerika’nın küresel liderlik iddiasının yeni bir test sahası oldu. Putin’in Ukrayna sınırına yaptığı askeri yığınağı geri çekmek için NATO’dan istediği garantiler, meselenin sadece bir Rusya-Ukrayna krizi olmadığını anlatmaya yetiyor. Putin’in Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında ülkesinin kaybettiği prestiji ve bölgesel gücü tekrar tahkim etmek istediği açık. ABD liderliğindeki Batı ittifakının etki alanının genişlemesini Rus nüfuzuna karşı tehdit olarak gören Putin, Gürcistan ve Kırım’da olduğu gibi askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini zaten göstermişti. Donbas civarındaki Rus ayrılıkçıların durumunu bahane ederek sınıra 130 bine yakın asker yığan ve Belarus’ta da askeri tatbikatlara başlayan Moskova, Batı’ya karşı el yükselterek Kiev’in Rus etkisinde kalmasını garantilemeye çalışıyor. Putin, Batı’nın Kırım’ın ilhakında olduğu gibi diplomatik protestolar ve etkisiz yaptırımlar uygulamaktan öteye geçemeyeceğini ve Ukrayna ve Gürcistan’ın Rus etkisinde kalmasını bir şekilde kabulleneceğini hesaplıyor. 2008 Gürcistan ve 2014 Ukrayna hamlelerinden istediği sonucu alan Putin, ABD’yle Avrupa’nın arasını açarak hem NATO ittifakını bölmeyi hem de Amerika’nın küresel liderlik iddiasına darbe vurmayı amaçlıyor. Buna karşılık ABD’nin liderliğinde bir araya gelmeyi bu sefer başarmış görünen Batılı müttefiklerin geliştireceği ortak politikanın stratejik etkinliği ve caydırıcılığı, Putin’in bu kez elini fazla zorlayıp zorlamadığını gösterecek.

 

Putin’in Oyun Planı

Putin, Batı ittifakı içindeki ayrılıklar, Avrupa’nın enerji bağımlılığı, Washington’ın askeri güç kullanmaktan kaçınacağı, Ukrayna’nın üye ülke olmadığı için NATO ortak savunma konseptinin dışında olması gibi gerçekleri yeni bir fırsat serisi olarak gördüğü için harekete geçmiş görünüyor. Ancak Ukrayna hamlesinde geri adım atmak için öne sürdüğü taleplerin son derece maksimalist olması ve NATO’nun Almanya’nın çekincelerine rağmen şimdiye kadar yekpare bir mesaj verebilmesi, Rusya’nın çıkmaz bir yola girmiş olabileceğine işaret ediyor. NATO’yla ilgili taleplerinin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını baştan bilen Putin’in el yükseltmesine karşılık Batı’nın yaptırım tehditlerinin işgali önleme adına caydırıcı bir etki doğurup doğurmadığını önümüzdeki dönemde anlayacağız. Rusya’nın düşük maliyetli olacağını hesaplayarak sınırlı bir şekilde özellikle Donbas bölgesini işgal etmesi, ABD’nin Ukrayna’ya silah desteğini getirecek, kendisinin de Batı’nın ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya kalmasına yol açacak. Böyle sınırlı bir işgalin, Rusya’nın ABD-Avrupa birlikteliğini bölme hedefine ilişkin ne kadar somut bir kazanç sağlayabileceği çok da net değil. Daha geniş bir işgal ise Batı ittifakının yekvücut cevap vermesi ve Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliğine yaklaşmasında olduğu gibi Putin’in NATO genişlemesine karşı stratejik hamlesini zayıflatacak ters sonuçlar doğurabilir.

ABD’nin Ukrayna krizindeki performansına bakıldığında; Batı’nın yaptırımlar konusunda ortak mesaj vermesi, NATO’nun genişlemesiyle ilgili talepleri reddetmesi ve Ukrayna’ya askeri yardımlarını artırarak Rus işgaline ağır maliyet ödeteceğini göstermesi gibi konularda başarılı olduğu söylenebilir. Ancak bunların Rus işgalini durdurmaya yetmemesi durumunda Avrupa’da yeni bir savaş ve belki de yeni bir Soğuk Savaş’a doğru gidecek süreç başlayabilir. Bu itibarla küresel liderlik iddiasındaki Amerika’nın müttefikleriyle birlikte hareket ederek Ukrayna krizini yönetmesine en azından şimdilik geçer not verilebilir. Ancak Putin bu maliyetleri kabullenebilir bulursa, Ukrayna’nın işgali durumunda gelecek yaptırımların Rusya’yı caydırma konusunda etkisiz kalacağını söylemek de abartı olmayacaktır. Bu itibarla Biden yönetiminin küresel liderlik iddiasının olası bir savaş durumunda gerçek anlamda test edileceğini söyleyebiliriz. İşgal durumunda Batı’nın Rusya’ya ödeteceği bedel benzer durumlar için de örnek teşkil ederek, uluslararası sistemin kurallarının geleceği açısından da kritik önem arz edecektir. Mesela Çin’le mücadeleye odaklanmak isteyen Biden yönetiminin Ukrayna performansı, Batı’nın Tayvan gibi meselelerdeki tavrı açısından da örnek teşkil edecektir.

NATO Dışişleri Bakanları Brüksel’de

Rusya-Ukrayna arasındaki krizi görüşmek için NATO Dışişleri Bakanları Brüksel’de olağanüstü toplandı. Toplantı video konferans yöntemiyle gerçekleşti. (Dursun Aydemir/AA, 7 Ocak 2022)

 

Ukrayna Krizinde ABD’nin Rolü

ABD’nin Soğuk Savaş’ın kesin galibi olarak dünyanın tek süper gücü olarak öne çıkması, Batı’da demokratik liberalleşme dalgası estirmişti. 1990’larda bu dalganın önemli sonuçlarından birisi Avrupa Birliği’nin siyasi bir birliğe doğru evirilmesi ve NATO’nun da askeri anlamda rakipsiz kalması olmuştu. İdeolojik savaşın bitmesi anlamında “tarihin sonu” tartışmalarının yaşandığı bu dönemde Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, Rusya’nın bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetleri etki alanında tutabilecek bir yapı oluşturmasının imkanı da kalmamıştı. Eski Doğu Avrupa’nın hızla demokratikleşmesi ve Batı ittifakının parçası haline gelmesiyle birlikte ABD’nin kazandığı ideolojik ve siyasi zaferin uluslararası sistemin liberal demokratik değerler etrafında ve Amerika’nın liderliğinde şekillendiği bir döneme şahit olduk. Rusya’nın da nihai olarak Batı sisteminin parçası olmasının tartışıldığı bu dönemde, ABD’nin Rusya’nın ekonomik ve siyasi yapısının yeniden inşasına pek de gereken önemi vermediği söylenebilir. Liberal Batı bloku açısından adeta zafer sarhoşluğu yaşanan bu dönem, Rusya açısından son derece zor bir döneme denk geliyordu. Yeltsin döneminde kapitalist piyasa ekonomisine geçişte yaşanan yapısal çıkmazlarla Çeçenistan savaşlarının gösterdiği jeopolitik açmazlar, Rusya’nın geçiş dönemini başarılı yönetemediğini gösteriyordu. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’yı yeniden inşasına benzer bir dönüşüm programına ihtiyacı olan Rusya’nın, bu dönemde Sovyetler Birliği’nin istikrarını arar hale geldiğini söylemek abartı olmayacaktır.

Bir imparatorluğun çöküşünü ve geçiş döneminin kaosunu bizzat müşahede eden Putin’in, Sovyetleri yeniden ihya etmek anlamında olmasa da Rusya’nın eski prestijine ve jeopolitik gücüne ulaşması gerektiğine ikna olduğu söylenebilir. Batı ittifakını, sürekli Rusya aleyhine genişliyor şeklinde eleştiren Putin’in “yakın çevre” addettiği ve bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin kendi etki bölgesinde kalmasını istediği biliniyor. Uluslararası sistemi “güçler dengesi” üzerinden okuyan ve Rusya’nın liberal demokrat Batı’ya eklemlenmesi senaryolarına prim vermeyen Putin’in, ABD’yi de bu konuda uyardığını biliyoruz. NATO genişlemesine karşı uyardığı Bush yönetiminin kendisini dinlemeyerek Ukrayna ve Gürcistan’a NATO üyeliği sözü vermesi, Putin için bardağı taşıran damla olmuş ve Rusya 2008’de Güney Osetya ve Abhazya bölgesini işgal ederek cevap vermişti. ABD’nin uluslararası sistemin şekillendirilmesinde kendini tam yetkili görmesine karşın Rusya’nın güçler dengesi esasına dayalı bir sistem öngörmesi iki ülke arasında yaşanan jeopolitik görüş ayrılıklarının temelini oluşturuyordu. Batı ittifakı her ülkenin kendi kaderini tayin etmesi prensibinden hareketle -ki bu Rusya’nın da kabul ettiği bir ilke- ülkelerin NATO ve AB’ye üyelik başvurusunda bulunmasının hakları olduğunu savunurken, Putin bu adımları Rusya’nın aleyhine stratejik adımlar olarak değerlendiriyor. Washington’ın Çin’e odaklanmak istediği bir aşamada, Putin ABD’nin Avrupa’daki istikrarı garanti görmemesi gerektiğini hatırlatmış oluyor. ABD’nin Sovyetlerin çöküşü sonrasında yeni bir sistem kuramaması ve Rusya’yı da pozitif katkı yapan bir aktör olarak sisteme dahil edememesi, Ukrayna krizindeki en büyük günahı olarak öne çıkıyor.

Asker Sevkiyatı
Rusya, Şubat’ta gerçekleştirileceği bildirilen ortak tatbikatlarda kullanılmak üzere Belarus'a askeri sevkiyat sağlıyor. Söz konusu tatbikatlar iki aşamada gerçekleştirilecek: 1. Aşama, birliklerin yeniden konuşlandırılmasını, devlet ve askeri tesislerin korunmasını ve hava sınır gözetimini; 2. aşama, dış güçlerin püskürtülmesini, terörle mücadeleyi ve Rusya ile Belarus’un çıkarlarının korunmasını içeriyor. (Rusya Savunma Bakanlığı/TASS-Getty Images, 24 ocak 2022)

 

ABD’nin Liderlik Testi

2014’te Kiev yönetiminin Avrupa’yla ekonomik iş birliğini derinleştirme görüşmelerini askıya almasının tetiklediği Euro meydan gösterileri Kiev’de iktidar değişikliğiyle sonuçlanmıştı. Bu gelişmeleri Batı’nın rejim değişikliği çabalarının bir devamı olarak gören ve bunu bahane ederek Kırım’ı ilhak eden Putin’e ise caydırıcı bir cevap gelmemişti. Ukrayna’nın o zamandan beri Rus işgali altında olduğunu ve bugün bu işgalin genişletilmesini konuştuğumuzu da not etmek gerekiyor. ABD’nin dünya liderliğine tekrar geri döndüğü iddiasında olan Biden yönetiminin Afganistan’dan kaotik çekilmesi, Amerika’nın prestijine en önemli darbelerden biri olmuştu. Pandemiyle mücadelede yaşadığı zorluklar ve iklim değişikliğinde küresel bir inisiyatif oluşturmakta zorlanan Washington’ın küresel liderlik iddiası hala gerçekleştirilemeyen bir vaat olarak duruyor.

Putin Amerikan kamuoyunun yeni bir askeri adıma hiç de müsamahası olmadığını ve Biden’ın Rusya’ya karşı askeri adım atmaya iştahı olmadığını biliyor. Bu bağlamda Ukrayna’nın Batı’ya entegrasyonunu kesin biçimde engelleyerek Batı ittifakının iç çatlaklarını tetiklemek isteyen Kremlin, Ukrayna işgalini genişletme tehdidiyle Washington’ın küresel liderlik iddiası için en önemli testi sunmuş oluyor. Geçmişte olduğu gibi Ukrayna’da yeni bir oldu-bittiyi kabullendirebilirse, uluslararası sistemin Amerikan liderliğinde ilerlemesine ciddi bir darbe vurmuş olacak. Biden yönetiminin bunun farkında olduğunu ve bu sebeple işgal durumunda Rusya’ya ağır bir maliyet ödetme sözü verdiğini görüyoruz. Ancak ABD’nin liderlik testini geçebilmesi için Rusya’ya ödeteceği maliyet yetmeyebilir zira ilerde başka aktörlerin benzer davranışlarına caydırıcı bir örnek sunması gerekecek. Aksi takdirde Çin ve Rusya gibi aktörler uluslararası sistemi kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda revize etmekten kaçınmayacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası