Ortaokuldan itibaren tarih kitaplarının vazgeçilmez bir klişesi vardır: “Rusya’nın sıcak denizlere inme hevesi.” Bu ifade, bir müfredat klişesinden ziyade kadim bir devlet politikasıdır. Rusya’nın Akdeniz’e coğrafi uzaklığı nedeniyle çocukken pek de kavrayamadığımız “sıcak denizlere inme” meselesini bugün, 7’den 70’e, Rusya’nın ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek istediği bir politika olarak net bir şekilde anlamış bulunmaktayız.
Rusya, kuzeydeki doğal coğrafi sınırları ve Kazakistan ve Moğolistan ile geniş güvenli sınırlarına karşılık Gürcistan ile başlayıp, Türkiye’ye uzanan güney sınırlarını dış politikasının yumuşak karın olarak kabul etmektedir. Rusya için güneyinde kalan bölge, Soğuk Savaş’tan kalma “NATO’cular” ve “müttefikler” bölgesidir. Soğuk Savaş boyunca Amerika’nın müttefikleri Irak ve Türkiye, Rusya’nın nüfuz alanı Suriye ve ABD ile müttefiklikten düşmanlığa evrilen İran sınırları belirli bir siyaset alanı çizmekteydi. Soğuk Savaş bittikten sonra Amerika’nın bölgedeki hakimiyeti hızla artmaya başladı.
Denge Ekseni
Amerika, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Ortadoğu’da daha etkin bir rol oynamak istemişti. Bu amaçla 2003’te Irak’ı işgal etti ve bölgede kontrol gücünü belirginleştirdi. Amerika’nın Afganistan’dan sonra Irak’ta yer almaya başlaması, Rusya için oldukça rahatsız edici bir durumdu. Rusya bu yıllarda Amerika’nın etkisini kırmak ve dengelemek amacıyla Türkiye, Suriye ve İsrail ile ilişkilerini hep belli bir denge eksende götürmekteydi.
Fakat Amerika’nın Ortadoğu’da girdiği savaşlarda milyonlarca insanın ölümü, ülkelerin ve bölgenin istikrarsızlaşıp kaosa sürüklenmesi ve Amerika’nın gündemine Fox TV aracılığıyla “şehit askerler” olarak gelebilecek kadar kayıp verdikten sonra, Obama döneminden itibaren ABD, Ortadoğu’da askeri angajmanlarını azaltma politikası gütmeye başladı. Obama’dan hemen hemen hiçbir miras kabul etmeyen Trump ise, 2017 yılından itibaren Obama’nın Ortadoğu’daki görünür varlığını azaltma politikasını sahiplenmiştir.
Ortadoğu, ABD’nin aktif oyun sahası olmaktan giderek uzaklaşmaktadır. Son on senede yaşananlar göz önüne alındığında ise bölgede ibrenin Rusya’dan yana döndüğü gözlemlenecektir. Zira ABD’nin Irak ve Suriye’deki başarısızlığı ve bir süper güç olarak bölgedeki sorunları çözme konusundaki isteksizliği, Rusya’nın bölgedeki hırslarını gerçekleştirebilmesi için bir imkân oluşturmuştur. ‘Power vacuum’ olarak adlandırılan bu durum, Suriye İç Savaşı ile Rusya’nın elini hayli güçlendirmiştir.
Her Yerde Rusya
Rusya’nın Ortadoğu’da ilişki kurmadığı ülke, dahil olmadığı ticaret ağı, iş birliği içinde olmadığı enerji ittifakı hemen hemen yok gibidir. Siyaseten, Suriye ve Libya’da da desteklediği güçler ile Doğu Akdeniz’de güç dengesine yön vermek istemektedir. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’de fiilen varlık gösterirken yeni açılan enerji rotalarını da kontrol etmek, yeni oluşturulacak ekonomik birlikteliklerin dışında kalmamak ve bu şekilde Doğu Akdeniz’de etkili bir aktör olmak istemektedir.
Rusya’nın Suriye üzerindeki nüfuz ve etkisi, Nikita Kruşçev döneminde alınan “Üçüncü dünya ülkeleri ve Arap dünyası ile ilişkileri derinleştirme” kararı ile Suriye ile ilişkiler Soğuk Savaş döneminde özel bir önem kazandı. Zira bölgedeki diğer iki ülke, Türkiye NATO üyesi ve Irak da Amerikan müttefikiydi. Bölgesel bir denge politikası da güdülerek, 1956’dan sonra Suriye ile ilişkiler, askeri yardımları da içine alarak ekonomik ve siyasi açıdan derinleşti. Aynı dönemde Mısırla da yakın ilişkiler geliştirildi.
Rusya’nın Mısır ve Suriye ile Soğuk Savaş döneminden kalma iyi ilişkileri ve ABD ve Avrupa Birliği (AB) gibi önemli aktörlerin bölge sorunlarına karşı isteksizliği Rusya’yı Suriye’de 2011’de baş gösteren iç savaş sürecinde daha evvel matuf olan politikalarını hayata geçirme imkanı verdi. Rusya, 1971’den itibaren Suriye’nin Tartus Limanı’nda bir askeri üsse sahipti, 2015 sonrasında ise bu ülkedeki askeri varlığını daha da güçlendirdi.
Doğu Akdeniz
Rolü Suriye iç savaşının en önemli etkisi, Rusya’nın sıcak denizlere inme politikasını fiziki olarak hayata geçirmesine imkan vermiş olmasıdır. Rusya, artık Doğu Akdeniz’de bir devlet aracılığıyla veya uluslararası bir anlaşma üzerinden değil, doğrudan fiziksel olarak kendi üsleri ve limanları ile varlık göstermektedir. Moskova, Beşar Esed’e verdiği koşulsuz destek üzerinden Suriye’nin kara ve deniz sınırlarında askeri üsler açma, inşa etme, daha evvelden var olan üslerini geliştirme ve bu üsleri daha kalıcı hale getirme imkânı elde etti.
Kullanmakta olduğu Tartus Deniz Üssü ve Himeymim Hava Üssü’ne, 2019 sonunda Kamışlı Askeri Üssü’nü de ekledi. Suriye Savaşı’nın 9 yıl sürmesinden en büyük pastayı Rusya elde etmiştir. Bölgedeki istikrarsızlık, sürekli çatışma ve kaos ortamı, Rusya’nın Suriye’de zaman içerisinde hakim bir aktör olarak fiziksel olarak konuşlanmasını ve Doğu Akdeniz güç dengelerinde önemli ‘siyasi’ bir aktör olmasını kolaylaştırmıştır. Üstelik bölgedeki insanlık dramları, göç hareketleri, demografik mühendislik, insan hakları ihlalleri, çocukların korunması gibi hiçbir meselenin sorumluluğunu üstlenmemektedir. Obama yönetimi 2014’teki çekilme kararından sebeple ve ABD’nin kırmızı çizgisi olan kimyasal silah kullanımı konusunda adım atmamakla suçlanırken, Rusya’yı Suriye’deki insanlık dramından dolayı kınayan hakim bir dil oluşmamıştır.
Ocak 2020’de İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında kısaltması “EastMed” olarak isimlendirilen ve İsrail ile GKRY tarafından çıkarılan gazı Avrupa’ya taşıması planlanan bin 900 kilometrelik boru hattının temelini oluşturacak bir doğalgaz boru hattı anlaşması imzalandı. Doğu Akdeniz’de bulunan gaz kaynakları ve Avrupa’ya bağlanması planlanan boru hattı, gazının yüzde 40’ını Avrupa’ya satan Rusya için ciddi bir tehlike arz etmektedir. Rusya için Doğu Akdeniz’de gaz bağlamında birinci öncelik, alternatif pazarlar oluşurken hem bu pazardan alabileceği payın en fazlasını almak hem de oluşan yeni durum ile enerji piyasasında fiyatları manipüle etmek olacaktır. Bu haliyle, Kıbrıs adası etrafında ortaya çıkan enerji rekabeti, Rusya için sadece enerji kaynağına ulaşma meselesi değildir. Rusya, Doğu Akdeniz’de yaşananlara hem bir güvenlik meselesi olarak yaklaşmakta hem de ekonomik çıkarlarını gözetmektedir.
Türkiye-Rusya İttifakı
Rusya’nın Türkiye ile tarihsel, derin ve köklü bir ilişkisi bulunmaktadır. Lakin ilişkiler zaman zaman güven ve güvensizlik ekseninde gidip gelirken, Rusya ve Türkiye son üç senede hiç olmadığı kadar yakın bir iş birliği geliştirebilmiştir. Rusya, İran ve Türkiye’nin inisiyatifi ile başlatılan Astana süreci 2017’den beri devam etmektedir. Ayrıca Türkiye ve Rusya, 22 Ekim 2019’da Soçi’de imzaladıkları mutabakat ile İdlib konusunda da ortak bir inisiyatif gösterebilmiştir.
Ayrıca ABD’nin Türkiye sınırında terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’yi silahlandırması ve eğitmesi, Türkiye ile ABD arasında büyük bir anlaşmazlık sebebi olurken Türkiye’yi Rusya ile yakınlaştıran bir başka de-facto durumdur. Ayrıca Türkiye’ye Suriye sınırından gelen milyonlarca mültecinin akını karşısında AB’nin ilgisiz ve etkisiz bir tutum sergilemesi ve Türkiye’nin tesis etmek istediği güvenli bölgeye destek vermemesi, Türkiye’yi bölgedeki başka aktörlerle iş birliği yapma yoluna sevk etmiştir.
Suriye’de Türkiye’nin muhalifleri, Rusya’nın ise Esed’i desteklemesine rağmen, iki ülke bölgesel sorunları için bir araya gelip diplomatik diyalog kurmayı başardı. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki verimli siyasal iletişim, bir şekilde etkili bir diyaloğun devam etmesini sağladı. Rusya ve Türkiye yaşadıkları büyük krizlere rağmen uzun süre beraber çalışma iradesi gösterebildi. Sorunlarını başka bir uluslararası kuruma havale etmeden, aracı kullanmadan ve masadan kalkmadan çözmenin yolunu aradılar ve bu bölge için çok umut vadeden bir gelişmeydi.
Sabır Tükendi
Fakat ne yazık ki, 3 Şubat 2020 tarihinde başlayan rejim saldırıları ile Şubat boyunca şehitler veren Türkiye için Rusya ile diyalog, aynı şeylerin tekrarlandığı bir monolog halini almaya başlamıştır. Türkiye’nin Esed’e İdlib’de saldırmazlık bölgesi sınırlarına çekilmesi için tanıdığı Şubat sonuna kadar süre dolmadan, rejim güçleri, 3 Şubat, 10 Şubat, 20 Şubat ve 22 Şubat’ta düzenli olarak Türk gözlemevlerine ve konvoylarına saldırmaya devam etti. 27 Şubat gününe kadar 15 askerimiz ve bir sivil şehit olmuştu. 27 Şubat gecesi, İdlib’de 34 şehit ile sonuçlanan rejim saldırısı, Türkiye’nin bütün sabrını tüketti. Ayrıca Rusya’nın “Haberimiz yoktu”, “Bizim uçağımız vurmadı” gibi açıklamalarının da sorumsuzluk ve çifte standart olduğunu ortaya koydu.
Bu süre zarfında karşılıklı gerçekleştirilen İstanbul ve Moskova ziyaretleri konunun çözümüne hatırı sayılır hiçbir katkı yapmadı. Ankara, rejimin Soçi Mutabakatı’nda kabul edilen çatışmasızlık bölgesi sınırlarına çekilmesi konusunda ısrarcı. İnsani yardım, sivillerin vurulması ve Türkiye sınırına olası bir göç gibi büyük kaygıları bulunmaktadır. Öte yandan rejimin, İdlib’de saldırıları durdurması veya güneyine doğru geri çekilmesi bir ihtimalden bile daha zayıf gözükmektedir. Zira Esed için İdlib’in kontrolünü ele geçirmek demek, Lazkiye, Halep ve Şam’ı bağlayan karayolları M4 ve M5’i de kontrol altına alabilmek demektir. Ayrıca muhaliflerin yenilmesi ve Esed’in ülkede tam kontrolü sağlayabilmesi için son kale İdlib’in de düşmesi gerekiyor.
Suriye rejimi bütün bu dengelerin peşine düşmüşken, Rusya, açıkça rejime destek vermekte ve Türk hedeflerini vurmasına göz yummaktadır. Bir yandan rejimin yaptığı ihlallere göz yumarken bir yandan da Soçi Mutabakatı’nın garantör ülkesi olmanın gereklerini ihlal etmektedir. Bütün stratejik ortaklıklar gibi Rusya ve Türkiye ilişkisi de çatışma eksenli sorumsuzlukları ve pervasız adımları kaldırmayacaktır.
Türkiye, Rusya ile olan ilişkisinde, diyalog zeminini kaybetmemek ve çok parçalı ve katmanlı bir ilişki yürütmek için çok çaba gösterdi. Bu çok parçalı çerçevede bazı alanların iki ülke arasında “sorunlu alanlar” olduğunu, bazı alanların ise “iş birliği alanları” olduğunu ve ilişkilerin siyah/ beyaz bir eksende yürümediğini defalarca dile getirdi. Zira 2015’te Türkiye hava sahasını ihlal ettiği gerekçesi ile bir Rus Su-24 savaş uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi, ilişkileri tamamen kopma noktasına getirmişti. 2018’den itibaren Libya ve Suriye gibi konularda anlaşmazlıklar olsa da, Akkuyu Nükleer Santrali, Türk Akımı ve S-400 gibi alanlarda iş birliği devam etmekteydi.
Lakin unutmayalım, hiç bir ittifakın kendi kendini yenileyebilme özelliği bulunmamaktadır. İttifaklar, emek, irade, inanç ve güven üzerinden yürür. Türkiye açısından İdlib’de ortaya çıkan son durum, iki ülke arasındaki ittifakın devamı için Rusya tarafından rasyonel, samimi, dürüst ve daha özenli bir gayreti şart koşmaktadır.