Kriter > Dosya > Dosya / İran-İsrail Çatışması |

İran-İsrail Geriliminde Suudi Arabistan ve BAE’nin Diplomatik Cambazlığı


Körfez ülkeleri, İsrail-İran geriliminde iki aktöre yakın olmayan fakat iki aktörü de marjinalize etmeyen bir politika tercih etmektedir. Nitekim İsrail ve İran’ın bölgesel etkinlikleri, Körfez ülkelerinin dikkate alması gereken önemli bir faktördür. İran’ın bölgedeki genişleyen nüfuzu ve İsrail’in güvenlik politikalarındaki agresif tavrı, Körfez monarşilerini endişelendirmekte ve bir dizi diplomatik zorlukla karşı karşıya bırakmaktadır.

İran-İsrail Geriliminde Suudi Arabistan ve BAE nin Diplomatik Cambazlığı
İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında varılan

İran ile İsrail arasında uzun yıllardır devam eden bir savaşmama kültürü fakat çatışma iklimi ve gerilim atmosferi oluşturma geleneği söz konusuydu. İki aktörün birbirini uzun yıllar düşman olarak kodlaması, kültürel ve medya ayaklarında söylem bazında ciddi bir savaş sürmesine yol açmış ancak gerek İsrail gerekse İran orduların çarpıştığı, karşılıklı bombaların, füzelerin veya insansız hava araçlarının kullanıldığı konvansiyonel bir savaştan kaçınmayı öncelemişti. Bunun temel amacı ise iki aktör açısından da “dış tehdit” varlığının, iktidarlarını güçlendiren, güvenlikleştirmeyi kolaylaştıran bir unsur olmasından kaynaklanıyordu. İran’daki rejim, İsrail dış tehdidi ile güvenliği dışarıdan başlatabiliyorken İsrail de Filistin, Ortadoğu ve küresel siyasetinde İran tehdidi üzerinden meşruiyet devşiriyordu.

1 Nisan’da İran’ın Şam büyükelçiliği saldırısı ve 14 Nisan’da İran’ın İsrail’e füze ve dron saldırısı, bu açıdan kritik gelişme olarak görülebilir. İlk defa İran kendi topraklarından İsrail’e saldırdı ve iki ülke arasındaki gölge savaşları, yerini karşılıklı yüzleşmeye bıraktı. Söz konusu savaşa doğru hızla ilerleyen süreç, bölgesel güç dengelerini doğrudan etkileme potansiyeline sahip bir gelişme olarak görülmektedir. Nitekim İran ile İsrail arasında başlama potansiyeline sahip savaşın, sadece iki aktör arasında sınırlı kalması oldukça düşük bir ihtimaldir. Aksine bu olası savaşın, bölgesel ve küresel aktörlerin de dahil olacağı büyük bir savaşa dönüşme ihtimali yüksektir. Bu anlamda muhtemel savaşın, Körfez ülkelerinin pozisyonu ve bölgesel dengeler açısından da önemli olduğu ifade edilebilir. Körfez ülkeleri, yerel, bölgesel ve küresel siyasette yaşadıkları gibi İran-İsrail çatışmasında da ciddi bir arada kalmışlık tecrübe etmektedir.

Hiçbir Körfez ülkesinin İran-İsrail arasında bir savaşın başlamasını istemediği açık ve net bir şekilde görülürken, söz konusu aktörlerin İran tehdidiyle yüzleşme ve normalleşme arasında tıkandıkları da ifade edilebilir. Olası savaşın başlaması, Körfez’in İran tehdidi ile yüzleşmesi anlamına gelirken, bu süreç aynı zamanda hem İsrail ve İran ile normalleşme süreçlerini hem rejim güvenliklerini hem de ekonomik ve siyasi istikrarla doğrudan alakalı olan mega projeleri zedeleme ihtimaline sahiptir. Bu sebeplerden ötürü, savaşa dönüşme potansiyeline sahip İran-İsrail gerilimi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi Körfez monarşilerini tedirgin etmektedir. Bu anlamda Suudi Arabistan ve BAE’nin, İran-İsrail arasındaki gerilim karşısında hassas diplomatik denge siyasetini öncelediği ve bu siyasetlerinin arkasında da bölgesel dengelerin hesaba katıldığı; gerek Suudi Arabistan gerekse BAE’nin İran-İsrail rekabetine yaklaşımında, her iki ülkenin de her iki aktörle yürüttükleri diplomatik, siyasi ve ekonomik angajman ve normalleşme gündeminin oldukça etkin olduğu söylenebilir.

 

İran-İsrail Gerilimi ve Körfez Ülkeleri

İran ve İsrail arasındaki süregelen gerilim, bölgedeki monarşiler tarafından önemli bir güvenlik tehdidi olarak algılanmaktadır. Ulus ve ulus devlet mefhumuna oldukça uzak olan Körfez monarşileri için birincil öncelik rejim güvenliğidir. Birçok akademik esere konu olan rejim güvenliği, monarşileri yöneten ailelerin iktidarları ile özdeşleşmiştir. Yönetici ailenin hükmüne tehdit olarak görülen her türlü siyasi, sosyal veya ideolojik oluşum ve/veya hareket, “güvenlik tehdidi” olarak kodlanıp güvenlikleştirilir. Körfez monarşileri açısından söz konusu güvenlik tehditlerinin başında İran ve İran destekli milisler gelmektedir. Her ne kadar 2023 Mart’ında olduğu gibi zaman zaman normalleşme ve iyi ilişkilerin gündemde olduğu görülse de 1979’daki devrim sonrası İran, Körfez monarşilerinin en önemli tehdidi olarak kodlanmıştır. Tahran’ın yayılmacı politikaları, Körfez dahil Ortadoğu’nun birçok noktasında vekilleri üzerinden aktif bir şekilde varlık göstermesi, İsrail-İran geriliminde Körfez’i İran’ın yanında doğrudan saf tutmaktan menetmektedir.

Benzer şekilde, Körfez ülkeleri, 1900’ların başından beri bölgesel istikrarsızlığa neden olan İsrail ile de açıktan iş birliği yürütmeyi tercih etmemektedir. Her ne kadar BAE ve Bahreyn, Eylül 2020’de İsrail ile “normalleşerek” üstü örtülü iş birliğini alenileştirip resmi boyuta taşımış olsa da İsrail’in Filistin ve özellikle de Kudüs’teki hak ihlalleri, Körfez’in Tel Aviv’den uzak durmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla Körfez ülkeleri, İsrail-İran geriliminde iki aktöre yakın olmayan fakat iki aktörü de marjinalize etmeyen bir politika tercih etmektedir. Nitekim İsrail ve İran’ın bölgesel etkinlikleri, Körfez ülkelerinin dikkate alması gereken önemli bir faktördür. İran’ın bölgedeki genişleyen nüfuzu ve İsrail’in güvenlik politikalarındaki agresif tavrı, Körfez monarşilerini endişelendirmekte ve bir dizi diplomatik zorlukla karşı karşıya bırakmaktadır.

İran ile Suudi Arabistan
İran ile Suudi Arabistan 7 yıl aradan sonra diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ve büyükelçiliklerin karşılıklı olarak açılması konusunda anlaştı. Tahran- Riyad ilişkilerini normalleştirmek için 6 Mart'ta Çin'in başkenti Pekin'de Çinli yetkililerin aracılığıyla müzakerelere başlayan İran ve Suudi Arabistanlı üst düzey güvenlik yetkilileri anlaşmaya vardı. (Çin Dışişleri Bakanlığı / AA, 10 Mart 2023)

 

Suudi Arabistan’ın Tutumu

Suudi Arabistan, İran-İsrail geriliminde hassas bir diplomatik denge siyaseti izlemektedir. Bu anlamda Suudi Arabistan, iki aktör arasında savaş istemediğini açıkladı ve itidal çağrısında bulundu. 2030 Vizyonu’ndaki hedeflerin gerçekleşmesi için bölgesel savaş yerine istikrar tercih eden Riyad yönetimi, bir süredir bölgede askeri gerilimi azaltan diplomatik angajman siyasetini tercih ediyor. Bundan ötürü 2022’den beri Yemen’de sükunet ortamı ihdas etmeye çalışan Riyad yönetimi, Husiler başta olmak üzere birçok grupla görüşerek Başkanlık Konseyi kurdu. Benzer bir sürecin Lübnan ve Irak gibi İran yörüngesindeki aktörlerin aktif olduğu diğer bölgesel noktalara da yansıdığı görülüyor.

İran-İsrail arasındaki savaş potansiyeli, Suudi Arabistan’ın özellikle doğu bölgelerindeki Şii grupların ve sınıra yakın bölgelerdeki İran milislerinin harekete geçmesine ve güvenlik tehditlerinin kristalleşmesine neden olabilir. Böylesi bir durum ise kraliyet ailesine yönelen meydan okumaların artması anlamına gelmektedir. El-Suud ailesinin tahakkümü altındaki Suud rejimi açısından söz konusu durum, doğrudan bir rejim güvenliği tehdidi olarak kodlanmakta ve bu durumun yaşanmaması adına hassas bir denge siyaseti güdülmektedir. Suudi Arabistan’ın İran-İsrail arasındaki savaş tartışmalarına bakışını etkileyen ikinci dinamik, normalleşme süreçleridir. Suudi Arabistan, Mart 2023’te İran ile Çin’in arabuluculuğunda gerçekleşen normalleşme sürecine önem atfetmekte ve bu süreci göz ardı etmek istememektedir. Yaşanan gerilimde, Suudi Arabistan’ın, açıkça İsrail’in yanında durmaktan kaçınması, İran ile olan normalleşme girişimlerini dikkate aldığını göstermektedir. Nitekim Suud rejimi açısından, İran ile normalleşme; bölgesel gerginliğin azaltılması, İran destekli milislerle daha az karşılaşma ve güvenlik yerine ekonomiye odaklanmaya olanak sağlamaktadır. Söz konusu durumdan ötürü Yemen, Irak ve Lübnan’da İran ile mücadele yerine diyalogu tercih eden Suudi Arabistan, olabildiğince tarafsız bir politika gütmeye çalışmaktadır.

Suudi Arabistan’ın İsrail-İran gerilimine yönelik politikasını belirleyen ikinci normalleşme noktası da İsrail ile yaşanan süreçtir. 7 Ekim olmasaydı büyük ihtimalle normalleşmeyi daha da benimseyecek ve sona daha da yaklaşacak Suudiler, İran’ın yanında durup İsrail’i de marjinalize etmek istememektedir. Netanyahu ile görüştüğü, İsrail ile normalleşme sürecini yürüttüğü bilinen veliaht prens bin Selman ve ekibi tarafından Gazze’deki savaşın bitmesi senaryoları dikkatlice hesaplanmakta, bu senaryolara İsrail ile normalleşme görüşmelerine geri dönülmesi ihtimali de dahil edilmektedir. Savaş sonrasında İsrail ile karşı karşıya gelmek istemeyen ve normalleşmeye geri dönmeyi arzulamakla beraber Suudi Arabistan, İsrail’in uyguladığı baskıcı politikaları kınamakta ve 1967 sınırlarında Filistin devletinin kurulması gerekliliği konusundaki duruşunu sürdürmektedirler.

 

BAE’nin Tutumu

BAE de Suudi Arabistan gibi İran-İsrail geriliminin bir savaşa dönüşmesini istememektedir. Bu anlamda Abu Dabi yönetimi, İsrail ile normalleşme süreciyle birlikte Filistin meselesi ve İran ile ilişkiler arasında bir denge bulmaya çalışmaktadır. Fakat BAE’nin oldukça tedirgin olduğu ifade edilebilir. Bu anlamda İran-İsrail geriliminde denge siyasetini gütme noktasında en çok zorlanan ülkelerin başında BAE geldiği söylenebilir. Nitekim BAE, 2020’de İsrail ile normalleşmiş ve Filistin meselesinde Arap ve İslam toplumları arasında en çok eleştiriye maruz kalmıştır. Ayrıca BAE, bu süreci geleneksel Arap politikası olan 1967 sınırlarında Filistin devleti tesis edilme şartını hiçe sayarak yürütmüş ve tamamen çıkarlarına odaklı bir siyaset takip etmiştir. Halen bu siyasete devam eden BAE, Arap ve İslam toplumları arasında İsrail’e bölgede en bağımlı aktör olarak kodlanmıştır. Söz konusu durum, ülke içerisinde dahi İsrail ile normalleşme politikalarının eleştirilmesine neden olmuştur. Örneğin BAE’li akademisyen ve siyaset bilimci Abdullah Abdulhalık, BAE-İsrail normalleşmesinin BAE’den ziyade İsrail’e fayda sağladığını düşünenlerden sadece birisi olarak süreci eleştirmiştir. İsrail’in Gazze saldırılarını eleştiren ve diplomatik temsilciliği kapatma noktasına gelen BAE, İsrail ile normalleşme sürecinden zarar görmüştür. Dolayısıyla BAE’nin İran-İsrail geriliminde İsrail yanlısı politika gütmesi oldukça zordur.

İran ile normalleşen BAE, bu süreci de yönetmekte oldukça zorlanmaktadır. Kontrollü gerilim olarak tanımlanabilecek İran-BAE ilişkileri, İran-İsrail geriliminden ciddi zarar görebilir. Nitekim BAE’nin İsrail ile İran saldırıları sürecinde istihbari bilgi paylaşıp İran karşısında yer aldığına dair spekülasyonların dolaşımda olması, BAE rejimini tedirgin etmiştir. Bu anlamda BAE’nin de İsrail ile normalleşmeyi bir kenara atıp İran ile iş birliği yapmayı tercih etmek istemediği ifade edilebilir. Benzer şekilde İran ile normalleşmeyi bırakıp açıktan İsrail’in yanında durmaktan da imtina eden Abu Dabi yönetimi, bir ikilemle karşı karşıya kalmaktadır. BAE, İsrail ile normalleşme sürecini sürdürürken, Filistin meselesi konusunda duyarlı bir tutum sergilemeye çalışmakta, bu anlamda insani yardım faaliyetlerini artırarak ciddi bir halkla ilişkiler kampanyası yürütmektedir.

Sonuç olarak Körfez ülkelerinin savaşa dönüşmesini istemediği İran-İsrail gerilimi, mezkur aktörlerin hassas bir denge siyaseti gütmelerine neden olmuştur. Körfez monarşileri, İran-İsrail geriliminin artışından endişe duyarken, Suudi Arabistan ve BAE, hassas bir denge siyaseti izleyerek bölgedeki istikrarı ve ulusal çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Bu çerçevede, her iki ülke de savaş riskini azaltmak ve bölgesel gerginliği düşürmek için diplomatik angajman ve normalleşme süreçlerini desteklemektedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası