Kriter > Dış Politika |

Avusturya Yeni Hitler’ini mi Arıyor?


Avusturya’da bu ülkenin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolü ile ilgili birbirine rakip iki düşünce vardır: Birinci düşünceyi savunanlara göre Avusturya da en az Almanya kadar milyonlarca insanın ölümünden, on milyonlarcasının sakat kalmasından kısaca insanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük vahşet ve katliamlardan sorumludur.

Avusturya Yeni Hitler ini mi Arıyor

Avusturya’da bu ülkenin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolü ile ilgili birbirine rakip iki düşünce vardır: Birinci düşünceyi savunanlara göre Avusturya da en az Almanya kadar milyonlarca insanın ölümünden, on milyonlarcasının sakat kalmasından kısaca insanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük vahşet ve katliamlardan sorumludur. İkinci düşünceyi savunanlar ise Avusturya’nın aslında Adolf Hitler’in ilk kurbanı olduğunu ileri sürerek yukarıdaki suçlamanın geçerli olmadığını ifade etmektedir.

Birinci argümanı takip eden kesimlerin görüşlerine delil olması açısından sıkça başvurdukları temel düşünce kendisi de aslen Avusturyalı bir onbaşı olan Adolf Hitler’in Avusturya’nın Alman İmparatorluğu’na dahil edildiğini ilan ettiği 15 Mart 1938 tarihli ünlü “Anschluss” mitingine katılan yüz binlerin varlığıdır. Bu argümana karşı çıkan ikinci grup ise sıklıkla Nazi askerlerine direniş gösteren çok sayıda Avusturyalı’nın, kilise ve Avusturya Halk Partisi (ÖVP) üyesinin varlığını dile getirmektedir. Günümüze kadar güncelliğini koruyan bu tartışmada taraf olanlar Avusturya siyasetinde de karşıt kutupları oluşturmaktadır. Bir tarafta ağırlığını Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPÖ) taraftarlarının oluşturduğu sol siyasete dahil olan çevreler diğer tarafta ise öncülüğünü ÖVP’nin yaptığı sağ cenah siyaset bulunmaktadır.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde elbette Avusturya siyasetinde Adolf Hitler ayarında bir siyasetçinin varlığından söz etmek mümkün değil. Aynı şekilde Hitler’in düşüncelerinin takipçilerinin de ulu önderlerinin elde etmiş olduğu başarının kıyısından bile geçemediklerini söylemek gerekir. Bununla birlikte gerek 15 Ekim 2017 tarihinde yapılan erken genel seçimleri öncesindeki seçim kampanyalarında yukarıda dile getirilen sağ ve sol siyaset temsilcilerinin öne çıkardıkları söylemler gerekse seçim sonuçlarından elde edilen veriler ışığında Avusturya siyasetinin bir dönüm noktası arefesinde olduğunu söylemek abartı olmaz.

Henüz kesinleşmemiş olan sonuçlara göre Sebastian Kurz yönetimindeki ÖVP seçmenlerden aldığı yüzde 31,5’lik oy desteği ile birinci parti oldu. Seçimde sırasıyla SPÖ yüzde 26,9, Neonazi Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 26, merkez-liberal Yeni Avusturya Partisi (NEOS) yüzde 5,3 ve sağ-yeşil Liste Pilz yüzde 4,4’lük oy oranlarıyla Avusturya Parlamentosuna girdiler.

ÖVP’nin 2013 yılında yapılan seçimlerdeki oy oranını yüzde 7,5, FPÖ’nün ise yüzde 5,5 gibi yüksek oranlarda artırdığı ve giderek aşırı sağcılaşan Liste Pilz’in de yüzde 4,4’lük oy oranıyla Meclise girdiği seçim sonuçlarından da rahatlıkla anlaşılabilir. Ayrıca Avusturya siyasetinin yeni normali haline gelen İslamofobi, yabancı ve mülteci karşıtlığının da toplumun önemli bir kesimi tarafından en hafifiyle hoş karşılandığını ifade etmemiz gerekmektedir. Özellikle ünlü Alman politikacı Franz Josef Strauss’un izinden giderek kendi siyasal pozisyonlarının sağında başka bir siyasal gücün bulunmaması ilkesini benimsemiş görünen ÖVP ile en büyük rakibi FPÖ’nün söylemlerinin oluşturduğu politik iklim Hitler’in Avusturya’ya geldiğinde kendisini büyük bir coşkuyla karşılayan yüz binleri hazır bulduğu ortamla büyük benzeşme göstermektedir.

Avusturya’nın 1930’lu yıllardaki siyasal atmosferle uyumlu bir sürece girdiğinin bir başka göstergesi de seçimlerin hemen ardından gündeme gelen Avusturya hapishanelerinde bulunan Müslüman tutuklular için oluşturulan kütüphaneler üzerinde söz sahibi olan Avusturya İslam Diyanet Teşkilatı’nın (IGGÖ) elinden bu hakkın alınması oldu. Viyana yakınlarındaki Korneuburg Tutukevi’ndeki kütüphanede selefi düşünceye ait bir kitabın bulunması üzerine Avusturya Federal Adalet Bakanlığı tarafından yazılı bir açıklama yapılarak IGGÖ’nün yetkisi elinden alındı. Henüz Hitler döneminin makbul olmayan kitapları yakma törenlerinden uzak olduğumuzu düşünmekle beraber, bu aşamaya gelmek için çok da uzunca bir mesafeye ihtiyaç duyulmayacağı anlaşılmaktadır.

AB de Avusturya’nın Dönüşümünden Rahatsız Değil

1999 seçimlerinde üçüncü parti olarak seçimlerden yenilgiyle çıkan ÖVP içinde bulunduğu siyasal krizi aşmak amacıyla seçimleri ikinci bitiren FPÖ ile koalisyona gitme kararı aldığında, on dört üyeli Avrupa Birliği (AB) Avusturya’ya karşı çok sert tepki göstermişti. Avusturya’nın Avrupa siyaset sahnesinden adeta soyutlandığı bu dönemde AB ülkelerinin uygulamaya koydukları somut kararlardan bazıları şunlardı:

  • AB, FPÖ’lü bir koalisyon hükümetinin işbaşında olduğu Avusturya hükümeti ile resmi ikili ilişkileri donduracak
  • Uluslararası kurumlarda görev almak isteyen Avusturyalı adaylar AB tarafından desteklenmeyecek
  • AB ülkelerindeki Avusturya büyükelçileri ile ilişkiler teknik düzeyde sürdürülecek

İçinde bulunduğumuz an itibarıyla Avusturya’da henüz hükümet kurulmamışsa da SPÖ’nün muhalefete geçme niyetini belli etmesinin ardından bir ÖVP-FPÖ koalisyon hükümetinin kurulma olasılığı neredeyse kesin olarak görülmektedir. Bu aşamada görünen o ki AB liderleri uyarı mahiyetinde de olsa Avusturya’ya yönelik herhangi sert bir tepki gösterememişlerdir. AB ülkelerinin Neonazi düşüncesinin gayriresmi temsilcisi olan bir partinin Avusturya’da hükümet ortağı olması ihtimali karşısındaki bu tepkisizliğinin vahametini anlamak için yine tarihe başvurmak yerinde olacaktır. Hatırlanacağı gibi 2000 yılında kurulan ÖVP-FPÖ koalisyonu döneminde Avusturya’ya hakim olan siyasal söylem bugünkü düzeyde aşırı sağcı ya da İslamofobik değildi. Partilerin kullandığı jargon anlamında Neonazi ideolojinin temsilcisi olarak FPÖ öne çıkarken ÖVP klasik merkez-sağ politik söylemin temsilcisiydi. Bugün ise hem FPÖ hem de ÖVP aşırı sağcı, İslamofobik söylemin sözcülüğünde yarışmaktadır. İşte AB İslamofobik, aşırı sağcı bir Avusturya hükümeti karşısında adeta dut yemiş bülbüle dönmüş vaziyettedir. Bu durumu izah etmekte genelde zorlanılmaktadır. Bununla beraber en uygun tanımlamanın aşırı sağcı, İslamofobik dilin giderek AB’nin de yeni normali haline dönüşmeye başladığını söylemek akla yatkındır.

Öyle görünüyor ki tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan dinamiklerde Avusturya’nın rol oynaması gibi ya da İkinci Dünya Savaşı’nda Avusturyalı Adolf Hitler’in savaşı neredeyse bütün dünyaya yaymasında olduğu gibi dünyamızın adım adım ilerlediği yeni felakette Avusturya adından bir kez daha söz ettirecek yeni bir Hitler arıyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası