Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’un Uluslararası Ceza Mahkemesi ve İsrail ile ilgili son sözleri, bu ülkenin ne kadar derin bir şekilde siyonizmin etkisi altında olduğunu bir kez daha gösterdi. ABD’yi dünyanın en büyük siyonist devletine dönüştüren İsrail lobisi, buradan aldığı güçle yedi buçuk aydır Gazze’de soykırımını sürdürüyor ve Batı Şeria’daki katliam ve gasplarına devam ediyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Karim Khan’ın (Kerim Han) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tutuklanmasına yönelik talebi üzerine “Amerika, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni cezalandırmalı ve Kerim Han’a haddini bildirmeli” sözleriyle öfkesini gizleyemeyen Mike Johnson, açıklamaları ve tavırlarıyla “Amerika, uluslararası sistemin patronu ve biz siyonistler de Amerika’nın patronuyuz” mesajını verdi. Uluslararası hukuku, sadece başka ülkeler üzerinde baskı oluşturmak ve onların iç işlerine müdahale etmek için kullanan Washington yönetimi, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gibi ABD’nin üye olmadığı ya da veto hakkına sahip olmadan diğer ülkelerle eşit pozisyona sahip olduğu kurumları yok saydığını açık bir şekilde göstermiş oldu. Bu, güç politikasının en pervasız uygulanması biçimlerinden biridir. Zira ABD daha önce de güç politikasını esas alan bir siyaset izliyordu ancak uluslararası hukuku başka ülkelere karşı bir baskı aracı olarak kullanabilmek için uluslararası yargı kurumlarını bu kadar açık hedef alan bir politikadan genellikle kaçınıyordu. Konu İsrail’in soykırım ve savaş suçlarının örtülmesi olunca Amerikan kurumları gerek UCM’yi gerekse Uluslararası Adalet Divanı’nı (UAD) tehdit ederek bu kurumların kararlarını etkilemeye çalışıyor.
Mahkemeyi Tehdit Etme Gücü
Yaklaşık üç hafta önce de Amerikan Kongresi’nin diğer kanadı Senato’nun 12 Cumhuriyetçi üyesi UCM’yi tehdit eden bir mektup yazmışlardı. Cumhuriyetçi Senato lideri Mitch McConnell, eski başkan adaylarından Ted Cruz ve Marco Rubio gibi isimlerin de imzaladığı mektupta, “İsrail’i hedef alırsanız biz de sizi hedef alırız” gibi ifadeler yer alırken, UCM tarafından Netanyahu ve diğer soykırım suçlusu İsrailli bakanlar hakkında tutuklama kararı verilmesi engellenmeye çalışılmıştı. Amerikalı senatörlerin tehdit mektubunda, sözleşmeye taraf olmayan ABD ve İsrail’in UCM’nin yetki alanının dışında olduğu ileri sürülse de, sözleşmeye taraf olmayan ülke vatandaşlarının da sözleşme taraflarının ülkesinde işlenen suçlardan dolayı yargılanabilecekleri UCM’yi kuran Roma Statüsü’nde açık bir şekilde düzenlenmiştir. Amerikan siyasal sisteminin en önemli kurumlarından biri olan Senato’nun 12 üyesinin bir uluslararası mahkemeyi bu şekilde tehdit etmesi büyük bir skandal olmasına rağmen UCM’nin kurulmasında itici gücü oluşturan Avrupa ülkelerinden bu skandala gözle görülür bir tepki gelmedi. Aksine Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin başbakanları da UCM’nin Netanyahu ve soykırım suçlusu bakanları hakkında tutuklama kararı çıkarmasını engellemeye çalıştılar.
Bir başka Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham da UCM savcısının İsrail soruşturmasında tutuklama kararı talep etmesine sert tepki gösteren Kongre üyelerinden biriydi. “İsrail'e bu yapılıyorsa, sırada biz varız” sözleriyle endişelerini dile getiren Graham, Amerikan siyasetçiler gelecekte kendilerini korumak istiyorlarsa ABD’nin UCM’ye yaptırım uygulamasını talep etmiştir. Aslında Graham’in UCM karşısındaki bu sert tavrının baştan beri İsrail soykırımına destek veren bu figürün genel tavrı açısından tutarlı bir siyaset olduğunu ve endişelerinde haklı olduğunu ifade etmek gerekir. Zira İsrail’in Gazze halkına karşı gerçekleştirdiği soykırımı ABD desteği olmadan yapamayacağı açık olduğuna göre, İsrailli yetkililerin UCM tarafından soykırım, savaş suçları ya da insanlığa karşı diğer ağır suçlar nedeniyle suçlu bulunmaları durumunda onlara destek veren Amerikalı karar vericilerin de yargılanması söz konusu olabilir. Bu ihtimal de Lindsey Graham gibi siyonistleri rahatsız ediyor. “Biz dünyanın en güçlü ülkesini yönetirken, güç politikasının uluslararası siyasetin esasını teşkil ettiği bir düzende uluslararası bir mahkeme önünde neden hesap verelim?” şaşkınlığı içerisindeler.
UCM Savcısı Kerim Han’ın CNN’deki bir röportajındaki “Bir siyasetçi bana çok açık konuştu: 'Bu mahkeme, Afrika ve Putin gibi haydutlar için kuruldu' dedi” şeklindeki sözleri, Graham gibi siyonistlerin bu ruh haline açıklık getiriyor. Savcı Han’ın verdiği bu bilginin ardından aynı röportajda söylediği “Hayır, bu mahkeme Nürnberg’in mirasıdır. Elinizden geleni yapın ama bizi tehditlerle yıldıramazsınız” şeklindeki ifadeleri, bu siyonistlerin öfkesini artırıyor kuşkusuz. UCM ve UAD’nin İsrail’in Gazze halkına karşı gerçekleştirdiği soykırım karşısında yürüttükleri hukuksal süreçlerin, güç politikalarıyla istedikleri her şeyi elde etmeye alışkın siyonistleri şaşkınlığa uğrattığı ve öfke krizlerine soktuğu açık. Bu öfke haliyle daha önce açıktan söylemekten imtina ettikleri şeyleri artık söylemekten geri durmayan bu siyonist lobi mensuplarının bundan sonraki süreçte söz konusu mahkemelerin İsrail’i ve İsrailli yetkilileri mahkum etmelerini önlemek için her türlü hukuksuzluğa başvuracaklarına kuşku yok.
Lindsey Graham’in Mayıs ortasında katıldığı bir televizyon programında, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası atarak savaşı kazanmasının doğru bir karar olduğunu ifade ettikten sonra “İsrail’in de Yahudi bir devlet olarak ayakta kalabilmesi için gereken her şeyi yapmaya hakkı olduğunu” söylemesi, bu siyonist zihniyetin kazanmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu ve bu konuda kendisine ayak bağı olarak gördüğü UCM ve UAD’yi susturmak için de her yolu deneyebileceğini gösteriyor.
Amerikan Kongresi’nin “Siyonizm tutkusu” sadece uluslararası mahkemeleri tehdit etmekle kendisini göstermiyor kuşkusuz. Ülke içerisinde İsrail’in Gazze soykırımını ve saldırgan politikalarını eleştirenlerin özgürlüğü de Kongre tarafından alınan kararlarla kısıtlanıyor. Aralık’ta Temsilciler Meclisi’nin siyonizm karşıtlığının antisemitizm ile eşdeğer olduğuna dair ifadeler içeren bir karar tasarısını 14’e karşı 311 oyla kabul etmesi ülkede ifade özgürlüğünü savunan ve İsrail saldırganlığını eleştiren kesimlerde endişeye yol açtı. Zira bu kararla birlikte İsrail tarafından gerçekleştirilen soykırım ve katliamları eleştirenlerin antisemitist olarak suçlanması ve sonrasında yargı önüne çıkarılması ihtimali artmış oldu. Temsilciler Meclisi’nin siyonizm gibi, Filistinlilere kendi topraklarında yaşama imkanı vermeyen yayılmacı bir ideolojiyi, bir ırkçılık türü olan antisemitizm ile eş değer tutan bu kararı alması, siyonistlerin ABD’deki etkinliğini gösteren bir başka örnek oldu. Böylece siyonistler, ABD’yi hastalıklı ideolojilerinin eleştirilmesinin bile mümkün olmadığı bir ülkeye dönüştürmek istediler ancak İsrail’in Gazze soykırımına karşı bu ülkede giderek artan öfke, siyonistlerin bu tür yasaklarla İsrail’in suçlarını örtemeyeceklerini de gösteriyor.
Amerikan kamuoyunun giderek artan bir şekilde İsrail’in suçlarını ve ABD’nin bu suçlara desteğini tartışmasına rağmen Amerikan Siyonistleri, Gazze halkına karşı soykırım gerçekleştiren İsrail’i desteklemeye devam etmekte kararlı görünüyorlar. Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’un Mayıs’ta İsrail’in 76. kuruluş yıldönümü etkinliğindeki konuşmasındaki “Bu gece 76 yıllık başarılardan fazlasını kutluyoruz. Binlerce yıl öncesinin vaatlerinin gerçekleşmesini kutluyoruz… Theodor Herzl gibi büyük insanların çabasıyla ‘siyonist rüya’ gerçeğe dönüştü” şeklindeki sözleri ve Nisan’da bir televizyon röportajındaki “Tabii ki inançlı olanlarımız için İsrail'in yanında durmak İncil'den kaynaklanan bir öğüttür. Biz onların yanında duracağız ve onlar galip gelecekler” şeklindeki ifadeleri, bu desteğin teopolitik boyutunu gösteriyor. Gerek Mike Johnson’un sözleri gerekse Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin zaman zaman yaptıkları açıklamalar ve aldıkları kararlar, Amerikan Kongresi’nde ciddi bir fundamentalist kesimin olduğunu ortaya koyuyor.
Amerikan Kongresi’nin uluslararası hukuku hiçe sayan, İsrail’in soykırıma varan orantısız güç politikasını sınırsız bir şekilde destekleyen, Netanyahu yönetiminin savaş suçlarını eleştirilmesini yasaklarla örtmeye çalışan bu tavrının bütün dünyayı alarma geçirmesi gerekiyor. Zira dünyanın ekonomik ve askeri olarak en güçlü ve binlerce nükleer silaha sahip ülkesi bu kadar açık bir şekilde hukuksuzluğu, soykırımı ve güç politikasını savunuyorsa onu dengeleyecek bir uluslararası sistemin kurulmasının zamanı çoktan geçiyor demektir.