Avrupa siyasetini giderek daha fazla etkileyen ve uzun zamandır yerleşik siyasi düzeni zorlayan aşırı sağ partilerin yekpare hareketler olmadığı, gerek dış gerekse iç politikanın değişik alanlarında farklılaşan görüşlere sahip oldukları biliniyor. Bugün Avrupa siyasetinde adından söz ettirecek büyüklüğe ulaşmış aşırı sağ partiler, Avrupa Birliği’nin bugünkü varlığına ve gelecekte nasıl bir yapı olarak görünmesi gerektiğine, ABD ile ilişkilere, Rusya ve Çin ile ilişkilerin nasıl dizayn edilmesi gerektiğine dair farklı görüşlere sahipler. Fakat söz konusu olan İslam, Müslümanlar ve Filistin-İsrail meselesi olduğunda hepsinin neredeyse ortak bir çizgiye sahip olduğu görülüyor: Hepsi İslam ve Müslüman karşıtı ve İsrail’in Gazze soykırımına destek veren bir tavır içerisindeler.
İslam’a, Müslümanlara ve mültecilere karşı düşmanlık içerisinde olmaları şaşırtıcı değil, zira bu düşmanlık, kimliklerinin önemli bir parçasını oluşturuyor. İslam, Müslüman ve mülteci kavramlarını güvenlikleştirerek bulundukları ülkelerde halk arasında bir korku iklimi oluşturmak suretiyle bu korkuları oya dönüştürüp siyasetteki etkilerini artırmak istiyorlar. Buna karşılık “yabancı düşmanlığı”, kimliklerinin önemli bir unsuru olmasına ve birçoğunun fikirlerinin tarihsel derinliklerinde “Yahudi karşıtlığı” da olmasına rağmen Gazze’de soykırım yapan İsrail’i desteklemeleri üzerinde durulması gereken bir olgudur. Bu noktada iki temel motivasyonun Avrupa’daki aşırı sağcı partilerin siyonistlere desteğinde rol oynadığından bahsedilebilir.
İlk olarak, Müslüman karşıtlığının siyonistlerle Avrupa’daki aşırı sağcıları birleştirdiği görülüyor. Batı başkentlerinde çok etkin olan siyonist lobinin gücünden yararlanmak isteyen ya da engellemelerine maruz kalmak istemeyen aşırı sağcı partiler, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma ve Batı Şeria’daki saldırılarına destek veriyorlar. HAMAS ve diğer Filistinli grupların 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırılar üzerinden Filistinlileri şeytanlaştırmaya yönelik açıklamalar yapan Avrupa aşırı sağcıları, bu tarihten sonra İsrail’in gerçekleştirdiği katliamları “meşru müdafaa” kapsamında görüp meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu şekilde siyonist lobinin yanında, Avrupa’daki İslam’ı ve Müslümanları terör ve şiddetle özdeşleştirip bir tehdit olarak gören halk kesimlerinin desteğini de alma amacı güdüyorlar.
İkinci olarak, Gazze soykırımında İsrail’e destek veren Avrupa sağcıları, bu şekilde davranarak antisemitist (Yahudi karşıtlığı anlamında) olmadıklarını göstermeye çalışıyorlar. Zira aşırı sağcı partilerin taraftarları arasında bütün yabancılara olduğu gibi, Yahudilere de düşman olanlara rastlanabiliyor ve bu partilerin kendilerine referans aldıkları tarihsel mirasta Yahudi karşıtlığı söz konusu olabiliyor. Avrupa’da birçok ülkede antisemitizm suç sayıldığı ve pratikte İsrail’in saldırgan politikalarına karşı çıkmak bile zaman zaman bu suçu işlemekle eş değer görüldüğü için aşırı sağcı partiler İsrail’e açık destek vererek kendilerini meşru siyaset zemininde tutmak istiyorlar. Bu şekilde hem merkez partilerinin ve ana akım medyanın kendilerini köşeye sıkıştırmalarını önlemeye çalışıyorlar hem de Avrupa siyasetinin şekillenmesinde ve ana akım medyanın yayın politikalarında çok etkili olan siyonist lobiye göz kırpıp “bizden size zarar gelmez” mesajı vermiş oluyorlar.
AfD’nin Gazze Soykırımına Yaklaşımı
Almanya’da oldukça yüksek oy oranlarına ulaşan Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland-AFD) partisi yönetimi, 7 Ekim sürecinde açık şekilde İsrail yanlısı bir pozisyon aldı. Partinin en önemli isimlerinden kurucusu ve fahri başkanı Alexander Gauland, federal mecliste yaptığı konuşmada, HAMAS saldırısının “sadece Yahudi devletini değil Almanya’yı da hedef aldığını” söyleyerek bu saldırı karşısında “İsrail tarafında yer alarak kendimizi de savunmuş oluyoruz” ifadeleriyle İsrail’e desteğini açıkladı ve bu desteğin göstergesi olarak Almanya’nın bütün Filistinli kuruluşlara finansal desteğini kesmesini talep etti.[1] Gauland’ın bu isteği, 18 Ekim 2023’te AfD grubu tarafından federal meclise (Bundestag) sunulan iki teklifle somutlaştırıldı. Bunlardan ilkinde, Almanya’nın Filistinli mültecilere yardım için kurulan UNRWA’ya finansal desteğini kesmesi talep edilirken diğerinde Almanya’nın ikili finansal iş birliği çerçevesinde Almanya’ya para aktarımlarının durdurulması isteniyordu.[2] Her iki önerge de Bundestag’ta reddedildi. Ancak daha sonra siyonist propagandanın etkisiyle AfD’nin arzusu gerçekleşti ve içlerinde Almanya’nın da bulunduğu çok sayıda Avrupa ülkesi, Şubat 2024’te UNRWA’ya finansal yardımını keserek İsrail’in Filistinlileri açlıkla dize getirme politikasına destek verdi. UNRWA’yı karalamaya yönelik siyonist propagandanın yalan olduğu anlaşılınca Nisan’da bu ülkelerin çoğu yeniden finansal desteği sürdürme kararı aldılar. Ancak yapılan bağımsız uluslararası araştırmalar neticesinde UNRWA’ya yönelik siyonist suçlamaların kara propaganda ürünü olduğunun anlaşılmasına rağmen AfD, bu kurumu hedef almayı ve Filistinlilere bu BM kurumu üzerinden yardım yapılmasının durdurulmasını talep etmeyi sürdürdü. Haziran başında UNRWA Genel Sekreteri Philippe Lazzarini’nin Alman Federal Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’nu ziyareti sırasında açıklama yapan bu komisyonun AfD’li üyesi Jürgen Braun, UNRWA ile HAMAS arasında bağlantı iddialarını tekrarlayarak Almanya’nın bu kuruma desteğini kesmesini istedi.[3]
Bir insan hakları komisyonu üyesinin İsrail’in gerçekleştirdiği soykırımı ve başta BM olmak üzere neredeyse bütün uluslararası kurumların Gazze’deki açlık ve su sıkıntısının yol açacağı felakete dair uyarılarını görmezden gelerek Gazze’nin bütün dış yardımlardan yoksun bırakılması anlamına gelen böyle bir talepte bulunması, AfD’nin siyonist lobiye yaranma çabasının da ötesine geçen anlamları olsa gerek. Gazze’nin açlığa mahkum edilmesini bu kadar heyecanla savunan AfD milletvekili Jürgen Braun hakkında kısa bir araştırma yapıldığında, bu tavrının çok açık bir Müslüman düşmanlığından ve siyonizm destekçiliğinden kaynaklandığı görülür. 2018’de Bundestag’ta, Rohingya’da Müslümanların maruz kaldığı soykırımın kınanması görüşülürken “Myanmar ordusunun bölgedeki İslamcı teröristlerin Budist halkı terörize etmesine karşı reaksiyonunun” meşru olduğunu savunan Braun’un Müslümanlara karşı gerçekleştirilen soykırımları savunma konusunda istisna yapmadığı anlaşılıyor.[4] İsrail işgali altındaki illegal Yahudi yerleşimci/işgalcilerinin ürettiği ürünlerin boykot edilmesi için çalışan BDS (Boycott, Divestment and Sanctions) hareketinin de antisemitist damgası vurularak yasaklanmasını savunan Braun’un bir evanjelik olması, siyonizm destekçiliğini açıklayan bir başka faktör olsa gerek.[5]
AfD içerisinde siyonizm destekçiliği konusunda Gauland ve Braun’un çok daha ötesine gidenlerin olduğu da görülüyor. 7 Ekim sonrası süreçte HAMAS’ın İsrail işgali altındaki Yahudi yerleşim bölgelerine saldırısını kınayan ama çatışmanın bütün Ortadoğu’yu saracak bir yangına dönüşmemesi için diplomatik çözüm yollarını öneren parti içerisindeki seslere (bunlar arasında parti başkanı Tino Chrupalla da var)[6] karşı hakarete varan itirazlar yükseldi. Berlin Eyalet Parlamentosu’ndaki eski AfD Grup Başkanı Georg Pazderski, Chrupalla’nın itidal çağrısı içeren mesajını “saçma ve aptalca” bir tweet olarak nitelendirip İsrail’in Gazze’deki katliamının sürmesine destek verirken Federal Meclis’teki AfD Grubu Savunma Politikaları Sözcüsü Rüdiger Lucassen “Bir saldırıya diplomasiyle cevap verilmez… İsrail ordusuna HAMAS liderlerini arama konusunda ‘iyi avlar’ diliyorum” açıklamasıyla Netanyahu’nun intikam için binlerce Filistinliyi öldürmeye dayalı politikasına desteğini açıkladı.[7] Bu açıklamaların yapıldığı günlerde, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında günde ortalama 300’den fazla sivil hayatını kaybediyordu.
AfD’nin Yön Tartışmasında İsrail’in Yeri
Bu kadar siyonizm destekçisi siyasetçiye sahip olmasına ve antisemitist imajından kurtulmak için 2018’de parti içinde bir “AfD’deki Yahudiler” (Juden in de AfD) grubu kurulmasına rağmen AfD içerisinde, Almanya’nın aşırı İsrail yanlısı politikasına dair muhasebeyi de içerecek bir yön tartışmasının yaşanması kaçınılmazdır. Bugüne kadar İslam, Müslümanlar, mülteciler ve göçmen karşıtı bir söylemle oy oranlarını artırmayı başaran parti tabanında, Almanya’nın bağımsız bir dış politika izlemesini arzu eden kitlelerin varlığı söz konusu. Bu kitlelerde Müslüman karşıtlığı kadar olmasa da belirli düzeyde bir Yahudi karşıtlığının olduğu da sır değil. Partiye iktidar sorumluluğunun verilmesi için gerekli meşruiyet arayışı çerçevesinde, antisemitist imajı ortadan kaldırmaya çalışırken söz konusu bu tabanın desteğini de kaybetmeme kaygısıyla hareket eden AfD liderleri, ince bir buz tabakası üzerinde hareket ediyorlar.
Antisemitist damgasıyla iktidar olma şanslarının yok denecek kadar az olduğunu bildikleri için siyonist lobiyle ve bu lobinin en güçlü olduğu ABD ile yakın temas arayışı içerisindeler. Ancak bu temas ve siyonizme desteğin ne düzeyde olacağı konusunda parti içerisinde bir tartışma da yaşanıyor. Zira meşruiyet kaygısıyla siyonist lobiyle ilişkilerin gereğinden fazla geliştirilmesi ve İsrail’e desteğin sınırsız boyutlarda olması, AfD’nin kendine özgü kimliğini kaybetmesine ve Almanya’daki diğer yerleşik partilerle benzer bir çizgiye oturmasına yol açabilir. Partinin Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekillerinden Maximilian Krah’ın “bazı AfD’liler de dahil olmak üzere Almanya’daki siyasetçilerin kendi anavatanlarıyla olan bağlarının ötesine geçecek şekilde kimliklerini İsrail ile çok fazla özdeşleştirmelerinin” yanlış olduğuna dair tespiti, bu soruna işaret ediyor. İsrail Projesinin genel olarak pozitif bir girişim olduğuna inandığını söylese de “Almanya’nın bu devlete karşı özel bir sorumluluğu olmadığını” ifade eden Krah, AfD’nin en önemli figürlerinden Gauland’ın da dile getirdiği “İsrail’in savunulmasının Almanya’nın ve Batı’nın savunulması anlamına geldiği” fikrine de karşı çıkıyor. Nazi geçmişinden kurtulmak için İsrail ile aşırı özdeşleşmenin “Filistinli sivil nüfusun İsrail tarafından sürülmesine verilen destek” örneğinde olduğu gibi “insanlık dışılığa ve insan düşmanlığına” yol açtığını da söyleyen Krah, aslında gerek kendi partisi AfD gerekse Almanya’daki diğer partilerin neredeyse tamamının içine düştüğü kötü durumu tasvir ediyor.[8]
AfD Avrupa Milletvekili Maximilian Krah’ın kendi partisindeki aşırı siyonist destekçisi siyasetçilere yönelik bu uyarıları, partisinin kimliğini ve seçmen tabanını kaybetmemek endişesiyle yaptığını hatırlamak gerekir. Yoksa AfD’nin genel olarak Müslümanlar ve İslam konusundaki görüşlerine bakıldığında, Avrupa’daki diğer aşırı sağcı partiler gibi İslam düşmanı diye tanımlanabilecek çok sorunlu bir anlayışın var olduğu görülür. Ancak bu başka bir yazının konusudur.
[1] https://x.com/AfDimBundestag/status/1712401513509712257
[2] https://www.bundestag.de/presse/hib/kurzmeldungen-972930; https://www.bundestag.de/presse/hib/kurzmeldungen-996678
[3] https://afdbundestag.de/juergen-braun-unrwa-generalsekretaer-leugnet-im-bundestag-terror-gegen-israel/
[4] https://dserver.bundestag.de/btp/19/19027.pdf
[5] https://afdbundestag.de/ein-verbot-der-israelfeindlichen-bds-bewegung-ist-ueberfaellig-juergen-braun-afd-fraktion/
[6] https://x.com/Tino_Chrupalla/status/1712056218640945390
[7] David Gebhard, “AfD streitet über Israel-Unterstützung”, ZDF, 15 Ekim 2023. https://www.zdf.de/nachrichten/politik/ausland/afd-chrupalla-israel-hamas-100.html
[8] Sebastian Beer, “Uneins über Israel”, Jungle.World, 18 Ocak 2024. https://jungle.world/artikel/2024/03/afd-pro-israel-haltung-uneins-ueber-israel