Aslında seçimlerle ilgili şaibeler konusuyla Amerikan filmleri sayesinde tanıştık. Seçimi kazanmak isteyen ve her yolu mübah sanan Makyavelist ihtiraslı karakterler ABD’deki politik filmlerin vazgeçilmez parçalarından biri oldu. Barry Levinson’ın Wag the Dog filminde seçimler sırasında bir skandal yüzünden başı derde giren Amerikan başkanına seçim kazandırmaya çalışan siyasi operatörlerin hikayesi çokça ses getirmişti. Seçim kazanmak veya popülerliği artırmak için suni bir savaş çıkarmaya çalışmak Wag the Dog’da olduğu gibi Michael Moore’un Canadian Bacon’ında da temel hikayelerden biriydi. Robin Williams’ın Man of the Year filminde de Amerikan başkanlık seçiminde oy verme sisteminde meydana gelen hata bir komedyeni yanlışlıkla başkan seçtirmişti. Kevin Spacey’nin House of Cards dizisine hiç girmeyelim. İçinde siyasi güç için yapılmayan kalmayan bir dramaydı. Amerikan halkının kendi siyasi kurumlarına olan güveni ile bu dizinin popülaritesi arasında şüphesiz önemli bir ilişki bulunmaktaydı.
Seçimlerdeki bu dalavere iddialarının sinemaya yansıması sadece başkanlık seçimleriyle sınırlı değildi. Yerel seçimler ve kongre seçimlerinde küçük kasabalarda dönen dolapların hikayeleri birçok komedi filmine konu olmuştu. Jay Roach’ın The Campaign, Penelope Spheeris’in The Black Sheep, Donald Petrie’nin Welcome to Mooseport filmlerinde bu siyasi çekişme ve seçim manipülasyonlarının yerel versiyonları konu alınıyordu. Hatta 1999 yapımı Alexander Payne’in yönettiği Election filminde ise aynı tür seçim oyunlarının bu sefer de bir lisede öğrenci temsilciliği seçimi sırasında ne şekilde yaşandığı işleniyordu. Bu filmlerin birçoğu bir yandan siyasi hırsı ve adeta kemik sesleri gelen mücadeleyi konu alırken öte yandan da Washington’da çokça konuşulduğu üzere paranın ve kampanya bağışlarının siyasileri ne şekilde etkileyebileceğine odaklanıyordu.
Elbette bu filmlerin ortaya çıkışında yapımcı yönetmenlerin hayal gücü kadar Amerikan politikasında yer yer yaşanan bu tür skandallar da önemli bir rol oynuyordu. 1960 seçimleri belki de bunun en tartışmalı örneklerinden biriydi. Kennedy ile Nixon arasındaki yarışta yaşananlar hala en dikkat çeken siyasi mücadeleler arasında yer alıyordu. Başkanlık seçimlerindeki kilit eyaletlerden olan Illinois’nin Chicago şehrindeki oylar hakkındaki sorun hala süren bir tartışmanın parçası olageldi. Nixon bu yaşananları hiç unutmadığı gibi başkan olduğunda Demokrat Parti’ye kurmaya çalıştığı kumpas sonucu Watergate skandalına, o skandalın sonucu olarak da Amerikan tarihindeki ilk başkan istifasına yol açtı. Tıpkı 2000’deki başkanlık seçimlerindeki Florida oylarının yeniden sayımı konusunda yaşanan kavga gibi. Kampanya bağışları, büyük sermayenin ve lobilerin siyasete etkisi ise ABD’de seçimlerle ilgili hiç bitmeyen bir tartışmanın parçası zaten. Amerikan tarihinin en önemli skandallarının birinin kahramanı ise Jack Abramoff adında bir lobicinin yapıp ettikleriydi. Skandala adı karışanlar arasında Temsilciler Meclisinin çoğunluk lideri Tom DeLay de bulunuyordu. Sonraları adına “Washington’ı satın alan adam” denen Abramoff bu konuda bir kitap da yazdı.
2016 Skandalları ABD’nin Seçimlere Yaklaşımını Etkiledi
Elbette bütün bunları sıralarken 2016 Başkanlık seçimlerine henüz hiç girmedik. 2016 seçimlerine başta Rusya olmak üzere aralarında Birleşik Arap Emirlikleri’nin de bulunduğu bir dizi devletin müdahale etmiş olma ihtimalinin ABD’de resmi olarak üst düzey bir soruşturmanın hedefi olması bu konuyu daha da ciddi bir boyuta ulaştırıyor. Son iki senedir ABD’de Trump kampanyasının Rusya ile ilişkileri, Clinton kampanyasının İngiliz istihbaratından emekli birine Trump ile ilgili yazdırdığı araştırma raporu, Trump’ın avukatının seçimlerden hemen önce Trump ile ilişkisi olduğu iddiasında bulunan porno yıldızına verdiği sus payı paralarının kaynağı konuşuluyor. Ayrıca Trump’ın oğlunun Clinton’ı karalamak için Wikileaks ile yaptığı görüşme, Facebook ile iş birliği yapan Cambridge Analytica adlı şirketin sosyal medya kullanıcılarını manipüle etmeye çalışması ve FBI’ın Trump kampanyasını takip etmesi üzerine de tartışmalar yaşanıyor. Bir senedir süren Mueller soruşturmasının ucunun nereye gideceği henüz belli değil ancak Trump’ın kampanyasında görev almış birçok kişi şimdiden suçlarını kabul etti ve soruşturmayı sürdüren savcılarla bir anlaşmaya vardı.
Bütün bunlar bir araya gelince ve iki senedir yaptığı ABD’nin başkanlık seçiminin içinde dönen skandallar ana gündem maddesi olunca ABD’de başka ülkelerdeki seçimlerle ilgili de oldukça şüpheci bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Seçimler ABD kamuoyunda son bir senedir konuşulduğu şekliyle dış ülkelerin manipüle edebildiği, para karşılığı kampanyaların önemli isimlerinin karmaşık ilişkilere girebildiği ve özellikle sosyal medya simsarları tarafından seçmen davranışının etkilenebildiği bir kurum. Buna dünyanın en önemli seçimi diyebileceğimiz ABD başkanlık seçimleri de dahil.
Seçimlerin ABD’de sahip olduğu imaj elbette dünyanın diğer bölgelerinde meydana gelen seçimlerin ülke içindeki algılanmasını da yakından etkiliyor. Son süreçte Türkiye’deki seçimler de ABD’de bu algıdan nasibini alıyor.
Erdoğan Karşıtı Çevreler AK Parti’nin Seçim Performansını Anlayamıyor
Erken seçim kararı verildiği günden bu yana aslında Türkiye’deki seçimlerle ilgili tartışmalar gelgitlerle sürüyor. Önce oldukça şüpheci bir yaklaşımla yapılacak seçimlerin meşru olmayacağı konusunda iddialar öne sürülürken özellikle muhalefetin bir çatı aday bulma çalışmalarının ardından bu meşruiyet tartışması yerini bu adayın Erdoğan’ı seçimlerde mağlup etme ihtimaline bırakmaya başladı. Ancak bu heyecan muhalefetin bir süre sonra bu çatı aday çalışmasında yeterince başarılı olamamasıyla sona erdi. O dönemden bu yana yeniden Türkiye’de seçimlerin meşruiyeti konusu daha öne çıkmaya başladı. Bu durumun seçimlere kadar bu şekilde devam edeceği görülüyor. Anketlerdeki sonuçlara göre bu durum tıpkı daha önceki çatı aday tartışmasında olduğu gibi değişiklik gösterebilir.
Meselenin bir yönü elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimlerden sürekli olarak zaferle çıkmasında yatıyor. Son yıllarda önce Türkiye karşıtı daha sonra da daha yoğun ve dar bir biçimde Erdoğan karşıtı olan çevreler Erdoğan ve AK Parti’nin ortaya koyduğu seçim performansını kavrama konusunda oldukça zorlanıyor. Özellikle son 16 senedir yapılan seçimlerde AK Parti’nin sürekli olarak galip gelmesini açıklamaya çalışırken bu durumun organik ve tamamen Erdoğan’ın ve AK Parti iktidarlarının halkta yarattığı karşılıktan doğan bir sonuç olma ihtimalini göz önünde yeterince bulundurmuyor. Bu durum da Türkiye’deki seçmen davranışları konusunda yurt dışında oldukça yetersiz bir bilgi birikiminin olduğunu ortaya koyuyor. Seçmen eğilimi, seçmenlerin sandığa giderken dikkate aldıkları hususlar ve adaylara bakışları konusunda yeterince çalışma olmadığı gibi bu konularda oldukça kestirme ifadelerle yargılar veriliyor. Türkiye’de neredeyse yetmiş yılı aşkın bir süredir çok partili seçimlerin yapıldığı ve halkın bu demokratik gelenekle iç içe yaşadığını görmezden gelmek bu noktada söz konusu analistlere oldukça sorunlu bir Türkiye algısı bırakıyor. Bu sorun da kısa vadede çözüleceğe benzemiyor.
24 Haziran yaklaştıkça bu tür analizler ve değerlendirmeler gelmeye devam edecek. Elbette bu değerlendirmeler yapılırken bir yandan da ABD’deki 2016 seçimlerinde nelerin olduğuyla ilgili yeni ortaya çıkan skandal ve haberler de takip edilmeye devam edilecek.