2022’yi Mehsa Emini’nin 19 Eylül’deki ölümünün ardından meydana gelen ve üç ayı aşkın bir sürede tüm ülkeye yayılan protesto gösterileri ile kapatan İran, 2023’te de iç politik görünüm açısından hareketli bir seyir izleyebilir. Mehsa Emini’nin ölümünün ardından zorunlu tesettüre karşı başlayan gösteriler, kısa süre içinde başta Kürtler ve Beluçlar olmak üzere Sünni kesimlerin ön plana çıktığı gösterilere dönüşmüş, bu durum özellikle yüksek ölü sayılarında kendisini göstermişti. Başkent Tahran’da daha çok orta üst sınıfın destek verdiği gösteriler, geniş kitlelerin mevcut yönetimden duyduğu tüm rahatsızlıklara rağmen büyük destek görmemiş, genellikle sanatçı, sporcu gibi elit kesimlerin öncülüğünde üniversite öğrencilerinin sürdürdüğü protestolara dönüşmüştür. Yurt dışındaki Farsça medya ve muhalif aktivistlerin öne çıktığı süreçte, ülke içindeki reformcu kesim büyük ölçüde suskunluğa bürünmüş, farklı siyasi gruplar, olayları özellikle Hameney sonrası siyaset sahnesindeki güç paylaşma zeminine dönüştürmüştür. Yine de olayların kısa süre içinde bastırılamaması ve devletin alışılagelmiş demir yumruk yöntemine başvur(a)maması soru işaretlerine yol açtı. Hameney’in yeni yılda iç ve dış politikada vereceği önemli kararlar, İran’ın yakın geleceğine damga vurabilir.
Emini Gösterilerinin Anlamı
Son gösterilerde hayatını kaybeden genç kızın Kürdistan bölgesinden Tahran’a gezi amaçlı gelmiş olması, gösterilerin öncelikle Kürtlerin yoğun yaşadıkları vilayetlerde yapılmasına neden oldu. Konu hızla diğer ülkelerdeki siyasi Kürt grupların da gündemine geldi, örneğin Mesut Barzani genç kızın ailesini arayarak başsağlığı mesajını iletti. Bununla birlikte gösteriler, yalnızca uzunca bir süredir politize durumdaki Kürt şehirlerinde kalmadı ve kısa süre içinde bütün ülkeye yayıldı. Bu durumun anlaşılabilir nedenleri bulunuyor; zira toplumsal ve siyasi atmosfer hemen her toplumsal grup üzerinde baskı üretse de bunların önceliği her bir grup için farklılık gösteriyor. Örneğin başkentin bazı mahallelerinde yaşayan vatandaşlar için başörtüsü zorunluluğu, sosyal hayatta karşılaştıkları en büyük baskı iken olaylarda yüzlerce kayıp veren Pakistan sınırındaki Beluçlar’ın protestoları ise son yüzyılda yaşadıkları sistematik ve anayasal ayrımcılığa karşı verdikleri mücadeleden kaynaklanıyor. Hükümet de Beluçlara karşı kullandığı şiddetin ciddi bir ulusal ve uluslararası tepki görmeyeceğini bildiğinden en sert tepkiyi göstermekten çekinmedi. Bununla birlikte son Beluç katliamı Mevlevi Abdülhamid gibi ihtiyatlı tavırlarıyla bilinen Sünni liderin yönetimle köprüleri atmasına neden oldu. Bundan sonra, ülke nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan İran Sünnilerinin merkezi yönetimle zaten mesafeli olan ilişkileri, eskisi gibi olmayacaktır. Kürt ulemanın da destek verdiği Mevlevi Abdülhamid liderliğindeki Beluçların; tarihi, siyasi çeşitli gerekçelerle İran merkezi siyasetini etkileme şansı olmasa bile devletin gösterdiği sert tepki ve Sünniler arasında yaşanan duygusal kopuş, özellikle genç kesimlerin radikalleşmesinin önünü açabilir. Bölgenin Afganistan ve Pakistan gibi istikrarsız ülkelere sınırının olması da durumu karmaşıklaştırıcı bir etki oluşturabilir.
Aslında İran’ın bugün karşı karşıya bulunduğu siyasi ve ideolojik bütün meydan okumaların temelinde ülkenin değişen sosyal dinamikleri yatıyor. Devrimin başında 35 milyonluk, kırsal nüfusun ağır bastığı ve eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu İran ile bugün 85 milyona varan, okuma yazma ve yükseköğretim oranları gelişmiş ülkeler seviyesine çıkan ve nüfusun 4’te 3’ünün şehirlerde yaşadığı İran arasında toplumsal ve kültürel değerler açısından devasa farklar bulunuyor. Bunların başında hiç şüphesiz kadının toplumdaki rolü ve konumu geliyor. İran toplumunun geneline hatta yönetici elitlerin yakın çevresine bakıldığında, bu durum kolaylıkla anlaşılabiliyor. Nitekim protestocuların da sosyal medya üzerinden sürekli vurguladığı gibi üst düzey yöneticilerin çocukları ya da torunları yurt dışından çok farklı görüntüler verirken, “başörtüsü yeterince uygun değil” diye polis tarafından gözaltına alınan genç kızın karakolda hayatını kaybetmesinin büyük infiale yol açması şaşırtıcı olmadı.
İran toplumu, tarihsel ve kültürel nedenlerin de etkisiyle oldukça protest bir topluluk ve deyim yerindeyse devletle halk arasındaki makas sürekli olarak açık. Bu kopukluk ve duygusal mesafe, yalnızca merkez ve çevre arasındaki etnik/mezhebi gruplar arasında değil merkeze ait güçler arasında da mevcut. Devrim ve sonrası sürece bakıldığında toplumsal fay hatlarının halen hareketine devam ettiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Daha önceden on senede bir gerçekleşen toplumsal protestoların aralığının sıklaştığı ve 2-3 yılda bir gerçekleştiği görülüyor ki bunun en önemli nedeni, toplumsal taleplerin dile getirilebileceği “meşru” kanalların yetersizliğidir. Son örnekten yola çıkacak olursak siyasi partilerin bulunmadığı ülkede, herhangi bir siyasi oluşumun “biz iktidara gelirsek başörtüsü serbest olacak ve yalnızca dileyenler takabilecek” gibi bir söylem ya da vaatte bulunması mümkün değil. Benzer şekilde en temel iç ve dış politika konularında, örneğin Devrim Muhafızlarının ekonomi alanındaki tekelini ya da ülkenin dış politika, mesela Suriye konusundaki tercihlerini sorgulayan kimseler, eski üst düzey yetkililer bile olsa soluğu mahkemede alabiliyor.
Bu baskıcı ortam benzer birçok toplumsal, ekonomik ve siyasi talebin ötelenmesine, keskinleşmesine ve bir süre sonra farklı gerekçelerle patlama noktasına gelmesine yol açıyor. Dolayısıyla İran’da meydana gelen toplumsal protestoları, yalnızca çıkış noktasıyla değerlendirmekten ziyade, bunların bardağı taşıran son damla olduğu gerçeğinin farkında olmak gerekiyor.
Öte yandan son dönemde uygulanan seçim mühendisliği sonucunda, düşük katılımla da olsa İbrahim Reisi’nin Cumhurbaşkanlığına getirilmesi süreci, devrim başından beri gözetilmeye çalışılan atanmış-seçilmiş güçler arasındaki dengenin atanmışlar lehine daha da bozulmasına neden oldu, geniş kesimlerin meşru siyaset platformlarından beklentilerini iyice azalttı. En son 2017’de Hasan Ruhani’nin ikinci dönem seçimlerinde görüldüğü üzere geniş kitleler, meşru siyasetten beklentileri olduğunda süreçlere aktif katılım sağlarken, gidişattan memnun olmadığında ya da umutlarını kaybettiklerinde seçim sandığına tamamen küsebiliyorlar. Nitekim İbrahim Reisi’nin tarihin en düşük katılım oranıyla Cumhurbaşkanı seçilmesi ve bu oranın başkent Tahran’da yüzde 20’lerde kalması da iddiamızı teyit etmektedir. İran’da yayınlanan bazı araştırmalara göre gösterilerin en yoğun olduğu bölgeler aynı zamanda son seçimlerde oy verme oranının en sert düştüğü bölgelerdir. Bu gerçek yakın geleceğe yönelik projeksiyonlara da ışık tutabilir.
Burada aktarılan veri ve değerlendirmeler, kuşkusuz mevcut yönetim tarafından da biliniyor. Dolayısıyla son yıllarda toplumda biriken olumsuz tepkilerin yatıştırılması için bir çeşit bilinçli alan açıldığı, benzetme yerindeyse bir nevi hacamat yöntemiyle “kirli kanın” atılmasına izin ve onay verildiği anlaşılıyor. Muhtemelen yönetim ve Hameney, bu tür ani patlamaların sistemik değişimden ya da çeşitli siyasal ve toplumsal gruplara kalıcı taviz vermekten daha az bedeli olduğunu düşünüyor. Zira son yıllarda yapılan birçok “yasa dışı” toplumsal protestoya rağmen yönetimin en basit bir miting ya da gösteri özgürlüğüne bile alan açmaması ve ısrarlı taleplerine rağmen mevcut siyasi yapılara toplantı izni vermemesi, bu çıkarımı güçlendiriyor. Zira iç siyasette adil bir rekabet ya da görünürlük ortamı sağlanması halinde Hameney-Reisi ikilisine mesafeli grupların son 43 yıldır benzeri görülmemiş ölçekte gövde gösterisi yapmaları oldukça mümkündür. Humeyni sonrası tüm kilit pozisyonları elinde tutan ve Reisi’nin işbaşına gelmesiyle birlikte yönetimde tam bir tek seslilik sağlayan muktedir kesimlerin ise böyle bir tabloyu kabullenemeyecekleri de aşikardır.
Medya ve İletişimin Rolü
2022 gösterilerindeki önemli bir değişiklik de sosyal medya ve yurt dışı uydu kanallarının giderek etkisini artırması ve olayların adeta orkestra şefliğini yapar hale gelmesidir. Özellikle Londra merkezli yayın yapan Farsça uydu kanalları, son yıllarda ülke içindeki muhatap kitlesini ciddi ölçüde artırmış, yönetime bağlı medya organlarının Ukrayna uçağının düşürülmesi olayında olduğu gibi açıkça yalan haber ve propagandalara yer vermesi de söz konusu mecralara olan ilgiyi önemli oranda yükseltmiştir. Bu bağlamda Suudi Arabistan sermayeli olduğu belirtilen İran International ile BBC Farsça gibi kanallar öne çıkmış, sürekli olarak göstericileri yönlendirmeye çaba göstermiştir. Yurt dışı medya araçlarının bu etkinliği yönetimde ciddi endişe doğurmuş ve İran İstihbarat Bakanlığı İran International kanalının terör örgütü olarak kabul edildiğini açıklamıştır. İranlı yetkililer ve üst düzey DMO komutanları, konuyla ilgili olarak Suudi Arabistan’ı açıkça tehdit etmişler, kanala desteğini kesmemesi durumunda Arabistan’a misilleme yapacaklarını açıklamışlardır. Yönetimin kısa vadeli çözüm olarak internet bağlantılarını kesmesi şimdilik işe yarasa da çok yakın gelecekte starlink gibi uydu internet sistemlerinin devreye girmesi, bu kriz önlemlerinin etkinliğini azaltacaktır.
Sonuç olarak 2023’e girilirken olayların hız kesmesi buzdağının sadece görünen yüzüdür ve tepkilere neden olan siyasi, kültürel, ekonomik hatta çevresel sorunlar çözülemediği gibi her geçen gün daha da karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hal almaktadır. Bunun sonucunda yönetim günden güne artan şekilde meşruiyetini kaybetmekte, rejim destekçisi kitlelerin dahi eskisi kadar protestolara yönetim lehinde müdahil olmadığı görülmektedir. Mir Hüseyin Musevi, Muhammed Hatemi ve Mehdi Kerrubi gibi isimlerin liderliğini yaptığı kesimlere Ruhani, Laricani ve Hasan Humeyni gibilerinin başını çektiği daha geleneksel toplumsal grupların da eklenmesi, dar ideolojik kadroların çeşitli sorunlarla boğuşan hassas bir coğrafyadaki ülkeyi ne kadar sağlıklı yönetebilecekleri konusunda soru işaretlerine neden olmaktadır. Temel sorun alanı olarak kısa vadede ABD ile ilişkilerinin rayına oturtulamaması, yaptırımların sürmesi yine politik elitler arasındaki sürtüşmenin hafiflememesi halinde İran belki hemen çökmüş bir devlet haline dönüşmeyecek ama Hameney’in son yıllarında temel fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanacaktır. Hameney’in ardılı ve sonrasına ait siyasi projeksiyonlar etrafındaki kamplaşma ve tartışmalar, 2023’te de İran’ın ana iç politika gündemini oluşturmaya devam edecek gibi görünüyor.