Mayıs 2023 seçimleri, dünya medyası tarafından dünyada bu yılın en önemli seçimleri olarak nitelenmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın zaferi ile sonuçlanan bu seçimler, küresel-bölgesel anlamı ötesinde Türkiye için yeni bir yüzyılın nasıl karşılanacağı boyutuyla apayrı bir önem taşımaktaydı.
Türk seçmeni, ülkemizin geleceği için iki farklı Türkiye tahayyülünün rekabetinde, Erdoğan’ın Türkiye Yüzyılı vizyonunu seçti. Yirmi bir yıllık kesintisiz iktidardan sonra Erdoğan’a önümüzdeki beş yıl daha bu vizyonu hayata geçirmek için yetki verdi. Türk siyasi hayatında iç ve dış vesayetlere karşı mücadelesi ile bilinen Erdoğan, böylece dış politikada “Türkiye Ekseni’ni tahkim etmek” olarak belirlenen hedefe doğru yürüyüşünü devam ettiriyor.
Türkiye ekseni, dar milli çıkarlara ya da çevremizdeki bölgelerde dominasyon arayışına dayanmıyor. Aksine kapsayıcılığı, barışı, hakkaniyetli paylaşımı ve karşılıklı menfaatleri temel alıyor, açılımları ve yeni iş birliği hamlelerini içeriyor.
Çok kutupluluğun belirsizlikleri ve rekabetleriyle boğuşan uluslararası sistemde Türkiye’nin etkinliğini artırmak isteyen Erdoğan, Korona salgını ve Ukrayna savaşı sırasında üstlendiği aktif rol ile çevresindeki bölgede istikrar, güvenlik ve iş birliği oluşturmaya çalışmaktadır. Normalleşme politikasının devamı, Batı ve Rusya arasında denge politikası, kıtasal açılımların konsolide edilmesi, kutuplaştırıcı blok siyasetinden uzak durma ve küresel krizlerin barışçıl çözümüne katkı verme gibi tercihlerde bulunmaktadır.
Türk milletinin bağımsızlığına ve egemenliğine verdiği değerin bir yansıması olarak 15 Temmuz direnişi, siyasi hayatımızı dönüştüren çok kritik bir etkide bulunmuştur. Bu itibarla Cumhuriyetimizin ilk yüzyılını rakamsal olarak 2023’te tamamlıyorsak da yeni bir yüzyıla geçişin en önemli yol taşlarından birisinin yedinci yılını kutladığımız 15 Temmuz 2016 destanı olduğu görüşündeyim.
FETÖ darbe girişimine direnen ve seçtiği siyasetçi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sahip çıkan Türk milleti, merhum Adnan Menderes’in başına gelene bir daha müsaade etmeyeceğini göstermiştir. Türkiye’nin hem cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi hem de Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz’deki operasyonları ve hamleleri, o kutlu gecenin getirdiği özgüven, kararlılık ve iradenin sonuçlarıdır. Bu sebeple aslında Türkiye Yüzyılı’na gidişin önemli dönemecinin 15 Temmuz direnişi olduğu görüşündeyim.
Eğer o gece FETÖ’nün meşum emelleri galebe çalsaydı, Türkiye bambaşka, karanlık bir mecraya sürüklenecekti. Millet iradesi iç ve dış vesayetçiler tarafından gasp edilecek, devletimiz ve demokrasimiz onulmaz hasarlar alacaktı. Bu büyük milletin feraseti ve kahramanlığı, ülkemizi kaos, bağımlılık ve vesayet sarmalına girmekten korumuştur. Her 15 Temmuz direniş yıl dönümünde onur ve mutluluk duyguları içinde ifade ettiğim üzere o gece Boğaziçi Köprüsü’nü, TBMM’yi ve daha birçok meydanı canları pahasına savunan milletimizin yazdığı destan paha biçilmez bir değere sahiptir.
15 Temmuz ruhu, Türkiye Yüzyılı vizyonunu hayata geçirmek için ihtiyaç duyulan özgüvene, gayrete ve inanca karşılık gelmektedir. 15 Temmuz ruhu, milli mücadele sırasında vatanını düşmana ezdirmeyen kahraman ecdadın mirasını canlandırmaktır.
Bu ruh, Cumhuriyetimizin birinci yüzyılı ile ikinci yüzyılındaki vizyonu birbirine bağlayan şeydir. Devletimizi, demokrasimizi ve vatanımızı bizim kılan hissiyatın zirve yaptığı andır. Bu kutlu direnişin siyasi bilincine, uzun bir mücadelenin sonunda vardık. Türkiye’nin yarınları için 15 Temmuz bilinci diri tutularak gelecek nesillere aktarılmalı. Bu amaç parti siyasetinin güncel çıkarlarının ve çekişmelerinin ötesindedir. Milletimizin 15 Temmuz direnişinde sergilediği bağımsızlık, mücadele ve fedakarlık, Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında bize yol gösterecek değerlerdir.
Türkiye olarak dünyanın belirsizliklerinin, rekabetlerinin ve çatışmalarının arttığı dönemde barış, istikrar, iş birliği ve hakkaniyeti öne çıkaran bir yerde durmak zorundayız. Bloklaşmayı, soğuk ve sıcak savaşları ve nükleer tırmanmayı durduracak bir politika izlemek durumundayız.
Türkiye’nin Özgüveni ve “Batı’ya Öğretmek”
Türkiye’nin bölgesel ve küresel sorunların çözümüne katkı vermek için çaba göstermek zorunda olduğunu gösteren bir olay da Kurban Bayramı sırasında gerçekleşti. Stockholm’da polis korumasında Kur’an-ı Kerim’in yakılması, Batı medeniyetinin krizinin açık işaretlerinden birisi olmuştur. İslam karşıtlığının yükseldiği Avrupa ülkelerinde, Müslümanların değerleri konusundaki bu sorunlu yaklaşım; terörle mücadele, mülteciler, savaş suçluları ve çevre gibi birçok konuda takınılan çifte standardın değerler konusundaki başka bir yansımasıdır.
Bugün Batı medeniyetinin "özgürlükler, demokrasi ve insan hakları" gibi alanlardaki söylemlerine inanılmamasının sebebi, bunların başkaları için bir yaptırım olarak görülmesi ancak kendilerine gelince göz yumulmasıdır. Ayrıca, değerlere saygı konusu, Batı'nın özellikle kriz içerisinde olduğu ancak dayatmalarından da vazgeçmediği bir alandır.
Son yıllarda bu tür çelişkilere en çok dikkat çeken lider Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. İslam dünyasından Kur'an yakma eylemine gelen tepkiler arasında Erdoğan'ın şu cümlesi çok dikkat çekiciydi; "Müslümanların kutsallarına hakaret etmenin düşünce hürriyeti olmadığını, Batılı kibir abidelerine eninde sonunda öğreteceğiz".
"Batıya öğretmek" bir özgüvenin tezahürüdür. Türkiye hem kendi milli menfaatleri hem de uluslararası sistemdeki adalet sorunlarına işaret ettiği alanlarla ilgili bu özgüveni sergilemektedir. Hatta Erdoğan'ın Batılılara "öğreten" bu yaklaşımının, Afrikalı liderler tarafından takdir edildiğini ve örnek alındığını da söyleyebiliriz. Fransız Cumhurbaşkanı Macron'a Afrika seyahatlerinde sıklıkla sömürgeci geçmişi ve halen devam ettirdiği üstenci tavrı hatırlatılmaktadır. Bugün Batı merkezli adaletsiz düzen yıkılmakta ve yeni bir düzen arayışı öne çıkmaktadır. Batılı değerler bir zamanların "evrensel normları" olarak görülmüyor artık. Bunu bizzat Batılı liderlerin adaletsiz uygulamaları, işgalleri ve çifte standartları sağladı.
Çok kutuplu dünya farklı kültür ve medeniyetlerin değerlerinin birbiriyle hem etkileştiği hem de yarıştığı bir yere dönüyor. Teknoloji rekabetinden iklim değişikliğine kadar birçok alanda ortak küresel sorunlara muhatap olan ülkeler, iş birliği kadar çekişme ve savaşı da gündemlerine alabilmektedir. ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçlerin sert rekabetinin, Türkiye gibi iddialı bölgesel güçlerin vereceği katkılarla yeni soğuk ve nükleer savaşlara dönmesi engellenmelidir.
İşte Türkiye Yüzyılı vizyonu ile ülkemiz önümüzdeki onlu yıllarda küresel barış ve istikrara en ciddi faydaları üretebilecek ülkelerin başında gelmektedir. Müttefik olduğumuz ABD ve Avrupa ülkelerinin bu gerçekliğe uyanması ve Türkiye ile kurdukları ilişkiyi yeni baştan ele almaları gerekmektedir. İslam karşıtlığı ve ırkçılık ile mücadele için genelde Batı ve özelde Avrupa, Müslümanlara yönelik politikalarını gözden geçirmek durumundadır. İslam'ın kutsallarına saldırıların "özgürlük" adı altında destek görmesi Müslümanlar arasında yeni Batı karşıtı oluşumları tahrik etmektir. Batı'da İslam karşıtlığını artıran bu kötü gidişata dur demenin yolu, başka medeniyetlerden, kültürlerden ve milletlerden eşit göz mesafesinde öğrenebileceğini fark etmektir, kibri terk etmektir.
