Kriter > Dosya |

Ordu Milletin Emrinde Olmalı


Yaklaşık 40 yıldır devletin birçok kurumuna olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de (TSK) sızan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensuplarının 15 Temmuz’da kalkıştığı darbe girişiminin püskürtülmesinin ardından, ordunun bu tür hareketlere izin vermeyecek ve mevcut sorunlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yapılandırılmasına yönelik devrim niteliğinde kararlar alındı.

Ordu Milletin Emrinde Olmalı

Yaklaşık 40 yıldır devletin birçok kurumuna olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de (TSK) sızan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensuplarının 15 Temmuz’da kalkıştığı darbe girişiminin püskürtülmesinin ardından, ordunun bu tür hareketlere izin vermeyecek ve mevcut sorunlarını ortadan kaldıracak şekilde yeniden yapılandırılmasına yönelik devrim niteliğinde kararlar alındı.

Bu kapsamda Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) yapısı değiştirildi. YAŞ artık Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan yardımcıları, Adalet, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma Bakanları ile kuvvet komutanlarından oluşacak.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan, gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları ile bağlılarından doğrudan bilgi alabilecek, bunlara doğrudan emir verebilecek ve verilen emir herhangi bir makamdan onay alınmaksızın derhal yerine getirilecek.

Düzenleme ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığına, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ise İçişleri Bakanlığına bağlandı. Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okullarının kapatıldı. Milli Savunma Üniversitesi kuruldu. Bu üniversite kurmay subay yetiştirmek ve lisansüstü eğitim vermek amacıyla yeni kurulan enstitülerden kara, deniz ve hava harp okullarından, astsubay meslek yüksekokullarından oluşacak. Ayrıca Jandarma ve Sahil Güvenlik teşkilatlarının subay, astsubay ile diğer personel ihtiyacını karşılamak için İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi oluşturuldu.

Bu değişiklikler TSK açısından kurumsal yeniden yapılanmanın yanında bir zihniyet dönüşümü anlamına da geliyor. Ancak FETÖ’nün TSK sızmalarının 15 Temmuz’da bir darbeye kalkışması 1960, 1971, 1980 darbeleri, 28 Şubat postmodern darbesi ve sonuçlanamayan diğer girişimlerin Atatürkçülük ve “rejim bekçiliği” dayanağı ile yapıldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu durum da darbe alışkanlığının tam olarak bertaraf edilmesi için TSK’daki kurumsal ve zihni dönüşümün zorunluluğunu gösteriyor.

28 Şubat FETÖ İçin Sıçrama Tahtası Oldu

TSK’daki yeniden yapılanmaya dair konuştuğumuz Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Denetleme Kurulu Başkanı ve Emekli Albay Nejat Özden, bu değişikliklerin gerekli ve aslında gecikmiş adımlar olduğunu belirtiyor.

Söz konusu değişikliklerin TSK’nın emir-komuta zincirini sarsacağına yönelik eleştirileri haksız bulduğunu ifade eden Özden, “Mevcut yapıda disiplinin ve emir-komuta zincirinin ne kadar bozulduğunu biz zaten 15 Temmuz’da ve önceki darbe girişimlerinde hep gördük. Burada önemli olan, sivil iradenin milli politikalarını tatbik edecek stratejiye sahip ve muharebe gücü yüksek bir ordu yapısı oluşturmaktır. Atılan adımların da bunu sağlayacağına inanıyorum” diyor.

ASDER Üyesi Emekli Albay İbrahim Keleş de TSK’ya yönelik yeniden yapılandırmanın bundan sonra bir darbe oluşumuna imkan verecek zemini ortadan kaldırmayı amaçladığını belirtiyor.

Çok yerinde olan bu yeniden yapılanmanın bugüne kadar zaten mutlaka atılması gereken bir adım olduğunu aktaran Keleş, mevcut yapının FETÖ’nün TSK içinde örgütlenmesine imkan veren bir zemini bulunduğuna, ancak TSK’nın tarihinin sadece FETÖ sebebiyle değil önceki darbeler açısından da çok temiz olmadığına dikkati çekiyor.

Özden, TSK’da kurumsal yapılanma sürecinde darbe alışkanlığını ortadan kaldıracak zihniyet dönüşümünün nasıl sağlanacağına ilişkin ise şunları söylüyor:

“15 Temmuz’a giden yolda 28 Şubat FETÖ için önemli bir sıçrama tahtası olmuştur ama ondan önceki dönemlerde askeri liseler ve harp okullarında tezgah tamamen Kemalist rejimin neferlerini yetiştirdiği sistem üzerine kuruluydu. Burada olması gereken, şu ya da bu ideoloji değil milletin ve sivil iradenin emri altında milli politikalara dayalı askerlik uygulamasını getirmektir. 1980’li yıllarda harp okullarından mezun olan her subay kendini bir cumhurbaşkanı namzedi olarak görürdü. Bu ideolojik saplantı ortadan kaldırıldığında milletin emrinde milli politikalara amade bir ordu oluşturulabilir. Bu kurumsal dönüşümün yanında zihniyet dönüşümü de beraberinde gelecektir.”

FETÖ’cü ve Kemalist Asker Arasında Fark Yoktu

Özden’in “FETÖ’nün sıçrama tahtası” olarak nitelediği 28 Şubat sürecinde şekilci laiklik ve çağdaşlık kriterlerine uymadıkları için 2 bine yakın subay disiplinsizlik gerekçesiyle ordudan atıldı. FETÖ’cü askerler ise “tedbir” altında eşinin başının açık olması ya da alkol kullanma gibi kriterlere kolayca uyum sağlayarak TSK içinde varlıklarını devam ettirdi. 15 Temmuz’da yaşananlar, FETÖ’nün TSK içinde bir darbe girişimine kalkışacak kadar büyümesi ne resmi ideolojinin şekilci dayatmalarının da zemin hazırladığını gösterdi.

FETÖ’nün “Amaca götüren her yol mubahtır” anlayışıyla gizlilik stratejisi uyguladığını anlatan Özden, bu örgütün 28 Şubat’taki etkinliğine ilişkin şu değerlendirmede bulunuyor:

“Bu yapı 28 Şubat döneminde darbecilerle ittifak halinde çalıştı. Bunu Fetullah Gülen’in birçok beyanatında ve Çevik Bir’e yazdığı mektuplarda görüyoruz. 28 Şubat’ta TSK içerisindeki İslami kimliğini saklamayan rütbeli askeri personelin tasfiye edilmesi onların işine yaradı. Bu dönemde tasfiye edilenlerin yerine gizlilik stratejisiyle kendi adamlarını yerleştirdiler. Bunlardan olan bir subaya yaşantı itibarıyla baktığınız zaman Kemalist bir asker ile arasında hiçbir fark göremezdiniz. Dolayısıyla fark edilmeleri mümkün değildi.”

İbrahim Keleş ise 28 Şubat sürecinde TSK içerisindeki Kemalist yapılanmanın kendince sözde laikliği korumak adına dindar insanlara karşı bir harekete giriştiğini belirterek, şunları aktarıyor:

“1995 yılında FETÖ’cü gruba Fetullah Gülen tarafından bir talimat geldi. Bu talimatta ‘Eşlerinizin başını açtırın’, ‘Namazı ima yoluyla kılın’ ve ‘Tugaydaki eğlencelere katılın’ deniliyordu. Çünkü Kemalist grup bu üç özelliğe göre insanları değerlendiriyordu. Biz kendimizi gizleme gereği duymadığımız için bizim üzerimize gelmeye devam ettiler ve çok sayıda ihraç gerçekleşti. Ama FETÖ’cüler laikçi kesimin tabiriyle ‘hizaya geldi’ ve Kemalistler bunların takibini bıraktı. Dikkat ederseniz 1995'ten sonar FETÖ'cüler ihraç edilmemiştir. Zaten 15 Temmuz’da darbeye kalkışan ve şu anda FETÖ’cü olduğu için TSK'dan atılan ve tutuklanan generaller 28 Şubat sürecinde bunlara hiç dokunulmadığının çok açık bir ispatıdır.”

Nejat Özden, 15 Temmuz sonrasında TSK içindeki FETÖ’cülere yönelik bir temizlik yapılsa da “uyuyan hücreler” olabileceği uyarısında bulunarak, bu örgütle mücadelenin resmi kanallar ve emir-komuta zinciri içerisinde çözümlenemeyeceğini, bunun dışında Genelkurmay ve sivil bürokrasi içinde özel bir mekanizma kurulması gerektiğini kaydediyor.

Aslında FETÖ’nün TSK ve diğer devlet kurumlarındaki mevcut yapı içerisinde kurduğu tezgahla kendine alan açabildiği dikkate alındığında yeniden yapılanmaya yönelik değişikliklerin gerekliliği bir kez daha ortaya çıkıyor.

TSK’nın Yeniden Yapılandırılması Bir İhtiyaçtı

Baki Kaya

Emekli Kurmay Albay

Aslında TSK’nın yeniden yapılandırılması geciktirilmiş bir tasarıdır. Bu yapılırken göz önünde bulundurulması gereken en temel husus, bu kuvvetin milli güvenliğe ilişkin durumlarda kanunlara uygun bir şekilde görev ve fonksiyonunu etkin bir şekilde devam ettirmesidir. Bu noktada TSK’nın böylesine fırtınalı bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin tek teminatı olduğu dikkate alınarak bir dönüşüm yapılması, dönüştürüyorum derken etkisizleştirilmemesi çok önemlidir.

 

Öte yandan bir kesim TSK'nın yeniden yapılandırılmasına tümüyle karşı çıkıyor. Sanki FETÖ'cüler ordudan temizlendikten sonra eski yapı ve kültür aynen muhafaza edilirse bir sorun olmazmış gibi bir tavır ortaya koyuyorlar. Ancak TSK'nın yeniden yapılandırılmaya ihtiyacı vardı. Bu aslında 30 yıldır konuşulan bir meseleydi. Ancak Genelkurmay, kuvvet komutanlıklarının "sultasını" yıkamadı. Özellikle havacılar ve denizciler buna karşı çıktı. Çünkü onlar Genelkurmay'ı kontrolünde gibi gözükseler de kendi üslerinde özerk bir yapıları vardır.

Halkın Darbeye Boyun Eğeceği Düşünülürdü

TSK'nın sivil otoriteye bağlanması tek başına darbeyi önleyen bir şey değildir. Düşünün ki 1960 darbesi Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı iken gerçekleştirildi. TSK içerisinde öteden beri darbeciliğe meşruiyet kazandıran bir zihin yapısının izleri vardı. Vatanı herkesten, özellikle de politikacılardan daha fazla sevdiğini varsayan, milli hususların tanımlanmasından bunlardan kaynaklanan sorunların çözümünü tekelinde tutmaya ve politikacıların yapabileceklerinin belirli ekonomi, ticaret, altyapı gibi alanlarla sınırlı olduğunu düşünmeye kadar, aslında kendisinin esas merkez olduğunu düşünen bir zihin yapısıydı bu. Buna bir de 15 Temmuz'a kadar son iki yüzyılda yaşanan darbelere ve bunun yarattığı sonuca karşı ciddi bir toplumsal tepki gösterilmemiş olduğunu ekleyelim. Sonuçta "Biz bunu yaptığımızda halk elbette boyun eğecektir" diye düşünülürdü.

Tabi her darbe ast rütbeli askeri personelin gözünde darbe liderlerini idolleştirdi. 15 Temmuz kalkışmasını yapan generallerin profiline baktığımızda bunların tamamına yakınının 12 Eylül darbesinden sonra Harp Okulları'ndan mezun olduğunu, dolayısıyla her birinin içinde bir Kenan Evren yattığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bu anlayış da terk ve tedavi edilmezse Türkiye'de darbeciliği besleyecek altyapı gizli ya da açık şekilde kendini devam ettirecektir. Ayrıca TSK'daki cuntasal oluşumun sadece kendi içinden kaynaklanan bir durum olmadığı, bunun sivil boyutunun da ihmal edilmemesi gerektiği açıktır.

Darbe En Büyük Ulusal Tehdittir

Ben bazı kesimlerin savunduğu gibi askeri liselerin kapatılmasının çok büyük bir kayıp olduğunu düşünmüyorum. Askeri eğitim süreçlerine mutlaka el atılmalıydı. Bu okullarda eğitim süreçleri şeffaf, denetlenebilir olmalı ve demokrasiye, halkın iradesine inanan askeri personel yetiştirilmelidir. Darbelerin devlet ve toplum hayatında yol açtığı travmalar, verdiği zararlar, vaka bazlı incelenmeli ve darbe yapmaya çalışan bir silahlı kuvvetin en büyük ulusal güvenlik tehdidi olduğu öğretilmelidir.

Muharebeye yönelik bilgi birikimi mutlaka korunarak, askeri konular dışındaki dersler demokrasiye inanan sivil öğretim üyeleri tarafından verilmelidir. Askeri okullara gelen bazı sivil öğretim üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti hükümetini Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir tehdit olarak niteleyen yorumları rastlanan olaylardandı. Demokrasiyi içselleştirmemiş öğretim elemanları bu dersleri vermeye devam ederse, buradan çıkacak sonuç eskisinden farksız olacaktır.

Kriter Vatanseverlik, Liyakat ve Sadakat Olmalı

TSK bünyesinde FETÖ'cü yapılanmaya imkan sağlayan şartlara gelince; 28 Şubat sürecinde ve hatta çok daha öncesinde, TSK içinde bir şekilde insanların kimliklerini ve inançlarını baskı altına alan bir düzen vardı. Özellikle 28 Şubat'tan sonra yoğunlaşan absürt şekilde dayatmalar karşısında FETÖ'cüler çağdaşlık namına sunulan kriterlere "surda bir gedik açmak" saikiyle uyum sağlayıp, gizlilik ve sinsilik içinde yol alabildi.

Dolayısıyla kimsenin gizlenme ihtiyacı duymadan, kimlik ve inancı dolayısıyla eleştirilmeyeceği ve dışlanmayacağı bir düzen oluşturulması hayatidir. Burada temel ölçüt, vatanseverlik, meslekte liyakat ve devlete sadakat olmalı. TSK her inançtan, her etnisiteden, her kültürden bütün milletin ordusu olmalı; eskisi gibi toplumun bazı kesimlerini dışlayıp aşağılayan, ötekileştiren bir kurum olmamalıdır. Aksi takdirde yine bir başka grubun buraya sızması, başka paralel yapılanmalar oluşturması muhtemeldir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası