Kriter > Ekonomi |

İki Tarz-ı Finans ve İki Tarz-ı Ekonomi


Yüksek faiz-düşük kur rejiminde üretim değil tüketim teşvik edilmiş olmaktadır. Bu açıdan özellikle sanayileşmekte olan ülkelerin bu rejimden olabildiğince uzak durmaya çalışması gerekmektedir.

İki Tarz-ı Finans ve İki Tarz-ı Ekonomi

Ülke ekonomilerinin gerek ticari gerekse de finansal olarak birbirleriyle ciddi düzeyde etkileşim içinde olduğu günümüz dünyasında, ülkelerin finansal sistemlerin nasıl bir çerçeveye, yapıya ve işleyişe sahip olduğu hem ülkenin uzun vadeli ekonomik planları hem de gelir dağılımı açısından oldukça önemlidir.

En genel haliyle, kısmi rezerv bankacılığı ve yüzde 100 rezerv bankacılığı şekilde iki tür finansal sistem bulunmaktadır. Günümüzde bunlardan ilki olan kısmi rezerv bankacılığı küresel ölçekte hüküm sürmektedir. Kısmi rezerv bankacılığında, merkez bankaları kağıt parayı basarken, mevduat bankaları da kredi tahsisi yoluyla elektronik para üretmektedir, yani bankalar kelimenin tam anlamıyla (elektronik) para basmaktadır. 2018 itibariyle Türkiye’de bulunan toplam para stokunun yüzde 13’ü TCMB’nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) bastığı kağıt para iken, yüzde 87’si mevduat bankaları tarafından basılan elektronik paradır. Bu sistemde bankalar zannedildiği gibi kredi verirken mevduata ihtiyaç duymamakta, ancak krediyi verdikten sonra ortaya çıkan rezerv ihtiyacını ekstra mevduattan veya merkez bankasından borçlanma yoluyla temin etmektedirler. Yine, belirtmek gerekir ki bir banka kredi verdiği anda mevduat da üretmiş olduğundan, bütün bankalar bir arada değerlendirildiğinde ortada bir mevduat problemi bulunmamaktadır. Bu çerçevede, bir bankanın kredi verirken karşılaştığı asıl kısıt mevduat hacmi değil, kredinin geri ödenmeme olasılığıdır.

Yüzde 100 rezerv bankacılığı ise günümüzde uygulanmamakla birlikte zaman zaman uygulanabilirliği tartışılan bir sistemdir. Bu sistemde genel olarak kağıt veya elektronik para basımı tamamen merkez bankası bünyesinde iken, mevduat bankaları da tam anlamıyla mevduattan kredi veren, “gerçek” aracı kurumlar hüviyetindedir.

İronik bir şekilde günümüzde insanlar bu uygulanmayan sistemin hüküm sürmekte olduğunu ve bankaların borç alanlarla borç verenler arasında gerçek anlamda birer “aracı kurum” vazifesi gördüğünü düşünmektedir. Fakat, günümüzde bankalar bir aracı kurum olmaktan ziyade, tam anlamıyla “borç vererek para üreten kurum” hüviyetindedir.

Kısmi rezerv bankacılığının hüküm sürdüğü bir finansal sistem ile yüzde 100 rezerv bankacılığının hüküm sürdüğü bir finansal sistem arasında muazzam farklar bulunmaktadır. Bir ülkenin para politikası dizayn edilirken de içinde bulunulan finansal sistemin hangi özelliklere sahip olduğunun iyi bir şekilde anlaşılması ve buna göre hareket edilmesi zorunludur. Mevcut finansal sistem anlaşılmadığı ve hatta bazı noktalarda her iki tür finansal sistemin birbirine karıştırıldığı bir finansal anlayış üzerinden para politikası oluşturmak oldukça sorunlu olacaktır ve bu tutum ülke ekonomisine önemli miktarda zarar verebilecektir.

Belirtmek gerekir ki kısmi rezerv bankacılığında, bankalar kazandıkları paranın büyük kısmını, iddia edildiği gibi “riske” girdikleri için değil, devletin kendilerine vermiş olduğu elektronik para basma yetkisi sayesinde kazanmaktadır. Zira, günümüz dünyasında büyüyen ekonomilerin artan para ihtiyaçları “ancak ve ancak” bankalardan çekilecek ekstra kredi ile temin edilebilmektedir.

Bugün itibariyle Türkiye’de özel şirketlerin bankalardan çektikleri toplam kredi miktarı, bu özel şirketlerin özkaynaklarının 1.3 katından daha fazladır. Yani, şirketlerin toplam “işleyen sermayelerinin” yüzde 57’si banka kredisi olup, sadece yüzde 43’ü özkaynaktır. Şu halde, bankalar fiilen şirketlerin “büyük ortağı” konumundadır. Peki, neden? Cevap ise oldukça açıktır: Ekonominin büyümesiyle birlikte şirketlerin ortaya çıkan ekstra “para” ihtiyaçlarını giderebilecekleri tek merci bankalardır. Yine, çekilen kredilerin faizlerinin ödenebilmesi de ekstra para gerektirir ve bunun için de “başka şirketlerin” kredi çekmesi gerekir. Çünkü o faizin ödenebilmesi için gereken para/likidite ancak başka şirketler (veya bireyler) kredi çektiğinde ortaya çıkabilecektir. Sonuç olarak, kısmi rezerv bankacılığında bütün yollar “kredi çekmeye” çıkar. Vurgulamak gerekir ki bu sistemde özel şirketler “hep birlikte” bankalardan çektikleri kredi miktarını anlamlı düzeyde azaltıp özkaynak düzeylerini arttıramazlar. Zira, böyle bir “dünya” yoktur. “Özkaynak düzeyini” artırmak için ihtiyaç duyulan ekstra para (daha doğrusu o parayı basma yetkisi) yine bankalardadır ve bu paraya da yine ancak “kredi” çekilerek ulaşılabilir.

Hasılı, günümüz dünyasında kısmi rezerv bankacılığı hüküm sürse de bu sistem reel kesim aleyhine ve finansal kesim lehine olacak şekilde içinde ciddi oranda adaletsizlik ve verimsizlik barındırmaktadır. Dünya ekonomisinin ve insanların ihtiyacı olan sistem ise iyi işleyen bir yüzde 100 rezerv bankacılığı sistemidir.

İki Tarz-ı Ekonomi

Türkiye’de kurun seviyesinin ne olması gerektiği hususunda önemli düzeyde bir kafa karışıklığı bulunmaktadır. Dahası, Türk Lirası ne kadar değerli olursa bizim için o kadar iyi olacağı şeklinde bir anlayışla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Fakat, Türkiye için iyi olan şey TL’nin “olabildiğince değerli” olması değildir. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, tersine, TL’nin belirli düzeyde “az değerli” olmasıdır.

İki tür faiz-kur rejimi vardır. Dışarıya açık olan ekonomiler bunlardan birisini “seçmek” durumundadır. Yüksek faiz – düşük kur rejiminde yerli para birimi aşırı değerlidir ve bu durum yurtiçindeki tüketicilerin yurtdışındaki mal ve hizmetleri daha ucuza satın alabilmeleri noktasında oldukça avantajlıdır. Yine bu rejimde yurtdışındaki (finansal) varlıkların yerli para birimi cinsinden değeri düştüğünden, yurtdışından varlık ve borç edinimi de daha kolaydır. Bu yüzden bu rejim kısa vadede oldukça “avantajlı” görünür. Öte yandan, bu rejime eşlik eden yüksek faiz politikası bir taraftan gelir dağılımını hatırı sayılır ölçüde bozarken, diğer taraftan reel ekonominin gücünün azalmasına neden olmaktadır. Yerli para biriminin fazla değerli olması yerli üreticilerin rekabet gücünü azaltmakta ve ülkenin ihracat potansiyeline önemli ölçüde zarar vermektedir. Sonuç olarak bu rejimde üretim değil, tüketim teşvik edilmiş olmaktadır. Bu açıdan, özellikle sanayileşmekte olan ülkelerin bu rejimden olabildiğince uzak durması gerekmektedir.

Düşük faiz – yüksek kur rejiminde ise yerli para biriminin az değerli olması, yurtiçindeki tüketicilerin yurtdışındaki mal ve hizmetleri satın alma gücünün az olması sonucunu doğurması hasebiyle dezavantajlıdır. Yine, yurtiçi yerleşiklerin yurtdışından varlık ve borç edinimi de bu rejimde daha zordur. Bu açıdan, bu rejim kısa vade perspektifinden dezavantajlıdır. Öte yandan, bu rejimde göreceli olarak düşük faiz oranlarının hüküm sürmesi hem reel ekonomi hem de gelir dağılımı açısından oldukça iyidir. Reel kesim bu rejimde kendisine sağlıklı bir şekilde gelişebileceği bir alan bulmaktadır. Gelir dağılımı da bu rejimde diğerine kıyasla daha sağlıklı bir yapıya sahip olabilmektedir. Yine, bu rejimde ülke para biriminin göreceli olarak değersiz olması, yerli üreticilerin uluslararası arenadaki rekabet güçlerini ve ihracat potansiyellerini önemli oranda arttırmaktadır. Sonuç olarak bu rejimde, üretim ve reel ekonomi teşvik edilmektedir. Düşük faiz – yüksek kur rejimi uzun vade perspektifinden özellikle sanayileşmekte olan ülkeler için ciddi biçimde faydalıdır. Bu açıdan, sanayileşmekte olan ülkelerin elden geldiğince bu rejimi benimsemeleri gerekmektedir.

Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda oldukça önemli mesafeler kaydetmiş olmasına rağmen, 2000’li yılların büyük kısmında uygulanan yüksek faiz – düşük kur para politikası Türkiye’nin daha da iyi bir performans göstermesinin önüne geçmiştir. Türkiye’nin 2000’li yıllarda yüksek cari açık vermesinin arka planında da enerji fiyatlarındaki artışın yanı sıra, TL’nin aşırı değerli olması oldukça önemli bir paya sahip olmuştur. Fakat, 2003-2016 sürecinde aşırı değerli olan TL, son yıllarda yaşanan kur saldırıları neticesinde -ironik bir şekilde- günümüzde olması gereken düzeylere gelmiştir ya da olması gereken düzeyin “hafif” daha altındadır. Bugün itibariyle TL/dolar kuru için 5.50-5.60 seviyeleri oldukça normal seviyelerdir. Halihazırda, faiz oranları yüksek olsa da enflasyonun yaz aylarında düşüşe geçmesiyle birlikte faiz oranlarında da düşüşler yaşanacaktır. Böylece herhangi bir ekstra arz şokunun yaşanmaması ve Türkiye’nin “şişirilmiş” risk priminin kontrol altına alınması durumunda, “dinamik” Türkiye ekonomisi için düşük faiz – yüksek kur rejimine geçmek ve bu rejimi sürdürmek bugün olanaklar dâhilindedir. Türkiye’nin ihtiyacı olan rejim de budur.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası