Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Ekim’de dört günlük Afrika seyahatine başladı. Angola, Nijerya ve Togo’ya gerçekleşen Erdoğan’ın bu seyahati hem Türkiye’de hem de yurt dışında ilgiyle karşılandı. Türkiye’de bir kesim “ne işimiz var orada?” minvalinde bu ziyaretlere eleştirel yaklaşmakta olsa da Erdoğan’ın Afrika seyahati, kıta ülkeleri ile stratejik ortaklık konusunda önem arz ediyor. Türkiye’nin Afrika’ya yönelik gönül köprüleri Maarif Vakfı, TİKA, YTB, YEE, Türk Kızılayı gibi kurumlar aracılığıyla kurulurken, doğrudan devlet başkanı düzeyindeki bu ziyaretler de sadece bölge toplumlarının ve bürokrasisinin değil bölgede çıkarları bulunan uluslararası aktörlerin de dikkatini çekiyor.
Afrika, kıta düzeyinde her ne kadar coğrafi olarak genel bir bütün olsa da “Türkiye’nin Afrika politikası” ifadesiyle, özelde Kuzey Afrika alt bölgesel sisteminin dışında kalan Sahra Altı ülkeleri kastediliyor. Türkiye için Afrika, salt ekonomik çıkar odaklı olmaktan uzak, “kazan-kazan”a dayalı siyasi, kültürel ve insan odaklı politikalar çerçevesinde şekilleniyor. Buna karşılık Afrika için Türkiye ise, emperyalist güçlerden farklı yaklaşan, dost, kardeş, sömürgecilik karşıtı, istikrara ve kalkınmaya katkı sunan, iş birliğine ve karşılıklı kazanç odaklı politikalar izleyen, Batılı ülkelerden pozitif anlamda farklı bir konumda yer alıyor.
Türkiye’nin İlişkileri Üç Boyutlu
Türkiye’nin, Afrika’da izlemiş olduğu politikalar ikili, bölgesel ve küresel olmak üzere üç boyutta ele alınabilir. Aynı zamanda bu üç boyutun her birinin içinde kültür, ekonomi, siyasi ve insani sütunlar yer alıyor.
İkili ilişkiler boyutunda Türkiye’nin siyasi ayağının en büyük göstergesi, kıta ülkelerinde artan diplomatik varlığı. Türkiye’nin 2002’de 12 olan büyükelçilik sayısı 2021’e gelindiğinde dört kata yakın artarak 43’e yükseldi. Afrika ülkelerinin Türkiye’de ve Türkiye’nin Afrika ülkelerinde açtığı büyükelçilikler, ikili ilişkilerin gelişmesindeki arzuyu ortaya koyan temel göstergelerden. Öte yandan kurulan ikili ilişkilerde, karşısındaki ülkenin iç işlerine karışmayan Türkiye, ülkede siyasi ve ekonomik istikrarın bulunması durumunda iş birliğini arttırmayı hedefliyor.
Özellikle ekonomik alanda yapılan iş birlikleri ile bir yandan siyasi ortamın daha istikrarlı bir hale gelmesi sağlanırken; diğer yandan ticaretin de artmasıyla ülkenin refah seviyesinde artış meydana geliyor. Bu sayede terör sorunu yaşayan ülkelerin siyasi istikrarı sağlaması ve ekonomik refahın artmasıyla toplumlar arasında bir güven oluşabilmekte ve terörün o ülkeden beslenememesi söz konusu olmaktadır. Böylece güven ortamının devam edebilmesi için Türkiye ile ikili ilişkiler kuran Afrika ülkelerinin, askeri alanda iş birliği kurması devamını izleyen süreçte yaşanıyor.
Akılları ve Kalpleri Kazanmak
Ekonomik açıdan ikili ilişkilere bakıldığında ise 20 seneye yaklaşan ilişkilerin karşılıklı arttığı yıllarda kazan-kazan odaklı anlayış ile karşılıklı fayda çerçevesinde ilişkiler yürütülüyor. Türkiye bu noktada Afrikalılar gözünde Batılı ülkelerden ayrılmakta ve farklı şekilde konumlanmaktadır. Geçmişte Batılı sömürgeci güçler tarafından sömürülen ve sömürge sonrası dönemde sömürgeci dönemin mirası ile yaşayan Afrika’da Türkiye’nin uyguladığı politikalar ile gönül köprüleri inşa edilmektedir.
Afrika’da ikili ilişkilerin yanında bölgesel düzeyde ilişkiler geliştiren Türkiye, 2002 sonrası dönemde ilk olarak 2008’de Afrika Birliği ile stratejik iş birliği kurmuştu. Bunun yanı sıra bütün olarak değerlendirildiğinde kıta her ne kadar yekpare bir görünüme sahip olsa da Kuzey Afrika, Orta Doğu alt bölgesel sisteminde değerlendirilirken; Sahra Altı Afrika Batı Afrika, Doğu Afrika, Güney Afrika ve Orta Afrika olarak bölgesel sistemlere ayrılmıştır. Her bölgenin farklı dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel politikaların da değişkenlik göstermesi olağan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği terör örgütleri ve terör konusunda edinmiş olduğu güvenlik, toplumsal, yönetimsel deneyimleri, Afrika’nın farklı bölgelerinde varlık gösteren çeşitli terör örgütlerine karşı mücadelede bölgesel güçlerle iş birliğini geliştirmektedir. Bu iş birliği, Türkiye için son dönemde Libya dahil olmak üzere birçok farklı coğrafyada başarı gösteren İHA/SİHA’ların yeni pazarlara girmesi için de önemli fırsatlar barındırıyor. Aynı zamanda FETÖ’nün Afrika’daki yapılanmalarına karşı mücadele kapsamında, FETÖ okullarının Maarif Vakfı’na devredilmesi FETÖ’ye karşı verilen mücadelede önemli rol oynuyor.
Afrika’da genellikle olumlu karşılık bulan Türkiye, bu durumu ekonomik göstergeler ile net bir biçimde ortaya koyuyor. Bu bağlamda Türkiye’nin 2002’de Afrika kıtası genelinde 3 milyar dolar olan dış ticaret hacmi 2021’de 25 milyar dolara yükselmiştir. Kıtanın sahip olduğu zengin enerji, hidrokarbon ve maden rezervleri Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin hammadde ihtiyaçları açısından oldukça önemli bir yere sahip. Öte yandan Afrika’dan Türkiye’ye yönelik dost ülke yaklaşımı ve Türkiye’nin sahip olduğu imaj, özellikle Erdoğan’ın 2011’de Somali’ye uzatılan yardım eliyle perçinlendi. Türkiye’nin Afrika kıtasında insanı merkeze alan anlayışı ve kalkınmaya dayalı politikaları, kıtanın kalkınmasına önemli katkı sağlıyor. Özellikle nitelikli insan yetiştirme konusunda Afrika’nın farklı ülkelerinden Türkiye’ye gelip çeşitli düzeylerde eğitim gören Türkiye Burslusu uluslararası öğrencilerin mezun olup ülkelerine dönmeleri ile kalkınma somut şekilde kendisini gösteriyor. Aynı zamanda kendi ülkelerine yaptıkları katkılarla kalkınmanın yanı sıra halihazırda ülkelerine dönen ama Türkiye’yi bilen, tanıyan Türkiye mezunları, ülkeleri ile Türkiye arasında gönül elçileri olarak görev yapıyor. Türkiye’deki iş insanları ve yatırımcılar ile kendi ülkelerindeki iş insanlarını buluşturan Türkiye mezunları, bugün Afrika ülkelerinde ülkemizin gönüllü elçilerine dönüşmüş durumda.
Afrika’da Küresel ve Bölgesel Meydan Okumalar
Günümüzde Afrika, ciddi sorunlar ve meydan okumalar ile karşı karşıya ve birçok ülkenin güç mücadelesine ev sahipliği yapıyor. Özellikle küresel ve bölgesel güç mücadelesi kıtanın her noktasında kendisini sıkça hissettiriyor. Kıta, uzun yıllardan bu yana kıtlık, yoksulluk, kuraklık, iç savaş, korsanlık, susuzluk ve terörizm gibi sorunlarla mücadele etmekte. Ancak bu durumun en önemli sebeplerinden biri kıtanın sömürgeciliğe maruz kalmasıdır. Sömürgeciliğin sona ermesinden sonraki Soğuk Savaş döneminde ise ABD-SSCB mücadelesinin bir boyutunu oluşturan kıta üzerindeki ekonomik ve ideolojik güç mücadelesi, Afrika’nın zayıf kalmasına neden oldu. Soğuk Savaş dönemini bitiren SSCB’nin dağılmasıyla, ABD de uzun yıllar desteklediği diktatör rejimleri yüzüstü bıraktı ve kıtanın birçok ülkesinde kaotik ortamların yaşanmasına yol açtı. Ancak yine de kıta ülkelerinin en büyük travması, sömürgecilerin bıraktığı geçmişten kaynaklı.
Batılı ülkelerin geçmişte olduğu gibi günümüzde de salt ekonomik çıkar odaklı, insani politikalardan uzak, siyasi hedefleri doğrultusunda istikrarsızlıklara göz yuman, anti-demokratik hareketleri görmezden gelen ve zaman zaman içişlerine karışan ve dolaylı müdahalelerde bulunan politikaları söz konusu oluyor. Ayrıca kıta üzerindeki güç mücadelesi birbirine bağlı olarak ekonomik ve askeri boyutlarda sürüyor. Kıta ülkelerine yapılan yardımlar ve özellikle enerji kaynakları ve maden rezervlerinin korunması için askeri varlıklarını arttıran ve üsler kuran ülkeler dolayısıyla Afrika giderek daha çok militarize oluyor. Özellikle ABD, Çin, Rusya, Fransa, İngiltere, Türkiye, Japonya, Hindistan, Almanya, İtalya, Belçika, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörler Afrika’da üsler elde etmeye çalışıyor. Ancak bu noktada Türkiye’nin bahsi geçen birçok ülkeden net şekilde ayrıldığını belirtmek gerekiyor.
Avrupa ülkelerinin kıtadaki sömürge geçmişi, Afrika ülkelerinin kendilerine yönelik güvensizliğini sıcak tutuyor. Her ne kadar günümüzde kıtada sömürgecilik olmasa da Avrupalı sömürgecilerin, sömürge topraklarından ayrılırken arkalarında bıraktıkları anti-demokratik miras ve yerlerine bıraktıkları yakın yönetimler ile dolaylı olarak varlıklarını sürdürmeleri, yerel toplumların güvensizliğini perçinlemiş durumda.
Rusya ise Afrika’da güvenlik ve ekonomik çıkar odaklı politikalar izliyor. Afrika’da paralı asker grubu Wagner üzerinden sürdürdüğü politikaların yanı sıra nükleer enerji üzerinden varlığını pekiştirmeye çalışıyor.
Afrika ülkelerinin BM Genel Kurulu’nda sahip olduğu oy potansiyeli, alınacak kararlarda önemli bir yere sahip. Nitekim İsrail’in, Filistin’e yönelik uygulamayı ve meşrulaştırmayı istediği politikalarında Afrika ülkelerini BM’de yanına alması, siyaseten elinin güçlendireceği için, kıtayı eşsiz kılıyor. Dolayısıyla İsrail’in kıtaya yönelik izlemiş olduğu “sessiz ve derinden” politikası, kıta ülkelerine fayda sağlamaktan ziyade, salt kendi çıkarları açısından değerlendiriliyor. Ayrıca İsrail’in Afrika ülkelerinden gelen mültecilerin İsrail’i terk etmelerine yönelik açıklamaları da kıtada ikircikli bir siyaset izlediğinin göstergeleri arasında yer alıyor.
Soğuk Savaş döneminde Bağlantısızlar Hareketi’nin öncülerinden olan Hindistan’ın Afrika ile uzun bir dönemdir yakın bağları bulunuyor. Hindistan’ın Afrika ile günümüzdeki ilişkileri, özel sektör üzerinden mikro sektörlere ve bilişim teknolojileri üzerine yatırımlarla gerçekleşiyor. Güney-Güney söylemi üzerinden Hindistan’ın kıtaya uyguladığı politikalar, pragmatizm çerçevesinde sürüyor.
Türkiye’nin Kıta Tarihinde Karşılaşılmayan Yaklaşımı
Özellikle Avrupalı devletlerin uzun yıllar Afrika kıtasının doğal kaynaklarını ve insan gücünü kullanmasının yanı sıra sömürgecilik ve ırkçılık faaliyetleri, Afrikalı halkların yabancılara bakışını oldukça olumsuz etkilemiştir. ABD’nin kıtada enerji ve güvenlik odaklı politikaları ve Çin’in yatırımları karşılığında aşırı borçlandırdığı ve uzun vadeli borç ödeme planları sunduğu Afrika ülkelerini kendisine bağlaması neo-kolonyalizm olarak ifade ediliyor. Suudi Arabistan ve BAE ise faaliyet gösterdikleri bölgelerde istikrarsızlığa sebep olmaları ve anti-demokratik faaliyetleri destekledikleri yönündeki suçlamalar nedeniyle hoş karşılanmayabiliyor. Osmanlı döneminde kültürel, dinsel ve dilsel baskılara maruz kalmayan Afrika, Türkiye’nin sömürgeci bir geçmişi olmaması nedeniyle, günümüzde Türkiye’nin kendisine olan ilgisine olumlu bakmakta ve Türk insanlarına sıcak davranmaktadır. Bu yönüyle Türkiye, kıtada güç mücadelesi içinde olan diğer aktörlerden farklıdır.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “birlikte kazanmak, birlikte kalkınmak, birlikte büyümek ve birlikte yol yürümek” olarak ifade edilen Afrika’daki amacı, kıta tarihinde hiç karşılaşılmayan bir yaklaşımdır. Afrika’nın Türkiye’den beklentileri, sürdürülebilir kalkınma ve sahip olunan teknolojinin ve tecrübelerin paylaşılmasıdır. Türkiye açısından ise Afrika’nın sahip olduğu potansiyel doğrultusunda sahip olunan kaynakların karşılıklı kazanmaya yönelik yönetilmesidir. Dolayısıyla Afrika’da bundan sonraki süreçte Türkiye’nin yatırımlarının ve ticaretinin artması karşılıklı olarak çok büyük faydalar sağlayacaktır.