Doğu Akdeniz’de son zamanlarda yaşanan askeri ve siyasi gerilimin, görünürde Atina’nın maksimalist hevesleri nedeniyle Türkiye ile Yunanistan arasında henüz deniz yetki alanlarının belirlenmemiş olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Aslında iki ülke arasındaki rekabete indirgenen Doğu Akdeniz gerginliği, buzdağının sadece su üstündeki kısmıdır. Mesele ne sadece Yunanistan’ın yayılmacı emelleriyle ne Kıbrıs sorununun geleceğiyle ne de bölgedeki potansiyel hidrokarbon rezervleriyle sınırlı. Günümüzde Doğu Akdeniz temelli yaşanan jeopolitik mücadele, bunların tamamını içerecek şekilde bölgesel ve küresel dönüşüm ve bunun ortaya çıkaracağı sonuçlarla ilgilidir. Küresel sistem giderek çatırdıyor ve sürdürülemez hale geliyor. Yeni sistem de henüz oluşmuş değil. Dolayısıyla bir dönüşüm süreci içerisindeyiz. Söz konusu dönüşüm, mutat güç dengelerini köklü bir şekilde değiştirme ihtimalini içerdiğinden Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasını ve bununla ilişkili hak ve menfaatlerini de yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan kapsamlı meydan okumalara karşı her bir boyutu dikkate alan Doğu Akdeniz politikası giderek daha fazla önem kazanıyor.
Taktik Düzeyi
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının amacını temelde taktik ve stratejik olmak üzere iki boyutta açıklamak mümkün. Taktik seviyede amaç, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) tarafından öngörülen deniz sınırlarını kesin bir şekilde kabul etmeyerek, ilan edilen Türk kıta sahanlığına uygun bir deniz sınırının bütün taraflara kabul ettirilmesidir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının üç hedef çerçevesinde harekete geçtiği görülmektedir.
Bu hedeflerden ilki, Yunanistan’ın maksimalist politikasına set çekerek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerine halel getirmesini engellemek. Yunanistan, tıpkı teritoryal genişlemesinde ve Ege Denizi’ndeki Lozan dengesinde yaptığı gibi zaman zaman ikili ilişkileri zaman zaman da bölgesel ve küresel konjonktürü kullanarak Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında GKRY ile kesintisiz bir birliktelik sağlamayı amaçlamaktadır. Resmi herhangi bir niteliği olmamasına rağmen dolaşıma sokulan ve tartışmaya açılan Seville Haritası, Yunanistan’ın bu amacının kağıda dökülmüş halidir.
İkinci hedef, Kıbrıs sorunuyla ilişkilidir. Türkiye, GKRY’nin tek taraflı olarak deniz yetki alanı belirlemesini, Türk kıta sahanlığını ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) deniz yetki alanlarını göz ardı ettiği için kabul etmemektedir. Dolayısıyla kendi deniz yetki alanlarının yanı sıra KKTC ve dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin Doğu Akdeniz’deki haklarını zedeleyecek veya ortadan kaldıracak gelişmelere karşı çıkmaktadır. Nitekim GKRY, diğer alanlarda olduğu gibi deniz yetki alanları ve hidrokarbon rezervleri konusunda da KKTC ve Kıbrıs Türklerinin haklarını göz ardı ederek tek taraflı adımlar atmaktadır. Türkiye ise garantör olarak KKTC ve Kıbrıs Türklerinin mağdur edilmemesi için oldu-bittilere göz yummayacağını teoride ve pratikte göstermektedir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının üçüncü taktik hedefi, enerji güvenliğine zarar verecek gelişmeleri engellemeye yöneliktir. Geçtiğimiz 10 yılda dünyada keşfedilen hidrokarbon rezervlerinin yüzde 80’den fazlası denizlerde yapılmıştır. Deniz sismik araştırma ve sondaj teknolojisi geliştikçe ve maliyetleri düştükçe, denizlerden doğalgaz ve petrol arama ve çıkarma faaliyetlerinin artış trendini sürdüreceği beklenmektedir. Doğu Akdeniz’deki potansiyel rezervler dikkate alındığında, Türkiye’nin sahip olduğu alanlarda yapacağı arama ve sondaj faaliyetleriyle beraber Karadeniz’de olduğu gibi yeni sahalar keşfetmesi ve üretime geçme ihtimali yüksektir. Bu durum, enerji ithalatçısı olan Türkiye’nin orta ve uzun vadede enerji tedarikçisi pozisyonuna dönüşmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı, enerji rekabeti perspektifinden de hayati hale dönüşmekte.
Stratejik Düzey
Stratejik seviyede Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının amacı ise, kıyıdaş olsun küresel olsun, Doğu Akdeniz’de bir başka gücün Türkiye’nin bölgede artan etkisini kısıtlama, manevra alanını daraltma, Türkiye’yi kuşatma veya Akdeniz kıyılarına hapsetme girişimlerine engel olmaktır. Özellikle son 10 yıldır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen jeopolitik sarsıntılar, güç boşluklarının ortaya çıkmasına neden olmuş ve bölgesel/küresel aktörler söz konusu güç boşluklarını doldurmak için kıyasıya bir mücadele içine girmiştir. Bu mücadele çoğu zaman üstü örtülü bir şekilde yapılsa da zaman zaman vekil aktörler veya “vekil konular” üzerinden gerginliğin asıl aktörler arasında yaşanması söz konusu olmuştur.
Türkiye, bu jeopolitik mücadelenin asli aktörlerinden birisi olarak söz konusu gelişmelerin, hayati addettiği çıkarlarına aykırı olması halinde farklı cephelerde harekete geçmekten çekinmemiş ve denklemi değiştirebilmiştir. Libya ile 27 Kasım 2019’da imzalanan muhtıralar, bunun en açık örneğidir. Günümüzde söz konusu mücadelenin önemli sıklet merkezlerinden birisi Doğu Akdeniz’dir. Diğer cephelerde Türkiye ile üstü örtülü bir mücadele içinde olan aktörler, bu kez yönlerini Doğu Akdeniz’e çevirmiş ve bölgeyi Türkiye ile mücadelenin merkezi noktası haline getirmeye çalışmaktadır. Libya, Suriye, Mısır, Kıbrıs hatta Avrupa Birliği (AB) veya Ortadoğu genelinde meydana gelen gelişmeler, Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinden ayrı düşünülmemelidir.
Meydan Okumalar
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasına yönelik meydan okumalar taktik ve stratejik düzeylerde çok boyutlu olup, temel özelliği her birinin bir zincirin halkası gibi iç içe geçmiş ve birbiriyle ilişkili olmasıdır. Örneğin Yunanistan tarafından biraz da yapay bir şekilde ana gündem maddesi haline getirilen mesele, taktik seviyede bir meydan okuma olarak nitelendirilebilecekse de bu durumu fırsat bilip sorun üzerinden kendisini Türkiye karşıtı cephede konumlandıran çok sayıda aktör bulunmakta ve meydan okumalar çok boyutlu hale gelebilmektedir.
Türkiye, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı sınırlarını ilan edip bunu deklare ederken, Yunanistan bölgede Türkiye ile arasındaki alanda resmi olarak her hangi bir kıta sahanlığı ilanında bulunma cesaretini gösterememiştir. Buna karşılık Türkiye’nin kendisini hak kaybına uğrattığı iddiasıyla başta AB platformu olmak üzere birçok mekanizmayı harekete geçirmiştir. Dolayısıyla aslında ikili ilişkileri ilgilendiren sorun, Yunanistan’ın girişimleriyle uluslararasılaştırılmaya çalışılmakta. Bu girişimde ise Yunanistan’ın çok sayıda destekçisi bulunmaktadır.
Fransa, özellikle son 10 yıldır bölgede ortaya çıkan jeopolitik boşlukları doldurmaya çalışarak bölgesel bir güç projeksiyonu oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak bu çabasında farklı cephelerde karşısında hep Türkiye’yi bulmaktadır. Nitekim önce Suriye, sonra Libya, sonrasında da Doğu Akdeniz’de Türkiye ile giriştiği bölgesel güç mücadelesinde sürekli bir gerileme içinde olması, Fransa’nın daha agresif bir tutum takınmasına neden oluyor. Doğu Akdeniz’deki gerilimi fırsat olarak görüp yanına Türkiye ve İslam karşıtı politikalardan beslenen bazı ülkeleri almasına rağmen Fransa’nın AB mekanizmasını Türkiye karşıtı bir bloka dönüştürme girişimleri şimdilik istediği sonucu vermedi. Fransa’nın yanı sıra Türkiye’nin Arap halk hareketlerindeki tutumu ve Libya politikası nedeniyle BAE ve Mısır, aynı tutum ve Filistin sorunu konusundaki net tavrı nedeniyle de İsrail Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde kendilerini açık veya üstü örtülü bir şekilde Türkiye karşıtı cephede konumlandırdı.
Benzeri bir meydan okuma, Kıbrıs sorunu merkezli de ortaya çıkmakta. GKRY’nin tek taraflı eylemleri nedeniyle on yıllardır devam eden sorun, GKRY’nin 2004’te AB üyesi yapılmasıyla karmaşık hale geldi. Önümüzdeki dönemde Doğu Akdeniz alt sistemindeki gerilimin ana kaynağının Kıbrıs adası olması yüksek ihtimal. Bu noktada KKTC’de ekimde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimi ve Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanı seçilmesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının sekteye uğramadan devam etmesi açısından önemli bir aşama.
ABD ve Rusya açısından bakıldığında, kısa vadede bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de agresif bir Türkiye karşıtı pozisyon takınmadığı görülmektedir. Bu husus, söz konusu ülkelerin Türkiye yanlısı bir tutum içinde oldukları anlamına da gelmiyor. Aksine, şimdilik kapsamlı bir eylem planı uygulamamakla beraber ABD’nin son dönemde Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la geliştirdiği ilişkiler, orta ve uzun vadede uygulayacağı politikanın ipuçlarını veriyor.
Türkiye’nin Meydan Okumalara Cevabı
Türkiye mücavir coğrafyada ortaya çıkan güç boşlukları sonucunda iyice gün yüzüne çıkan jeopolitik mücadelede eş zamanlı olarak çok sayıda cephede mücadele vermektedir. Bu cephelerden Doğu Akdeniz’deki mücadele, sadece deniz yetki alanlarını değil, diğer cephelerindeki mücadeleyi de etkileyecek nitelikte.
Taktik düzeydeki meydan okumaların her birine karşı Türkiye masada ve sahada gerekli karşılıkları verip stratejik düzeydeki meydan okumalara karşı da hazırlığını yapıyor. Bu noktada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığı meydan okumaları bertaraf etmek için kullanabileceği çok sayıda aracı olması, en avantajlı yönü. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında kullanabileceği temel araçları, diplomasi ve uluslararası hukukun genel kurallarının yanı sıra yerli ve milli imkanlarla tahkim ettiği askeri kapasitesi ve enerji güvenliğini pekiştirmeye yönelik kapasitesi şeklinde ifade etmek mümkün. Bunlardan son ikisi, diplomatik görüşmelerde aynı zamanda Türkiye’nin elini güçlendiren önemli destek unsurları ve belki bundan da önemlisi Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının stratejik boyutunun en önemli taşıyıcılarıdır.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz temelli jeopolitik mücadelede mesele sadece Yunanistan ile aramızdaki deniz yetki alanları sorunu olmasa da konunun günümüzde Yunanistan ile gerilim noktasında merkezileştiği görülmektedir. Zira Türkiye ile hesabı olan veya Türkiye’nin bölgede artan etkisini sınırlandırmak isteyen aktörler, “vekil konu” olarak tanımlanabilecek bu mesele üzerinden Türkiye’yi durdurmaya, en kötü ihtimalle yıpratmaya çalışıyor. Aslında bu durum olmasaydı bile Türk-Yunan ilişkilerinin tarihi bize Yunanistan’ın maksimalist politikasından kolay kolay vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Bu noktada ister sadece Yunanistan ister Türkiye karşıtı geniş cephe olsun, Türkiye’nin bölgede ortaya çıkan meydan okumalara karşı mukabele etme kapasitesi ve yeteneği her geçen gün daha da güçleniyor.
Son olarak gerek Yunanistan’la ilişkiler gerekse Doğu Akdeniz genelindeki meselelerde Türkiye’nin en güçlü yönlerinden birisi, kararlı ve caydırıcı duruşu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 26 Haziran 2020’de Malazgirt Zaferi’nin 949. Yıl Dönümü Kutlama Programı’nda “Türkiye, Akdeniz'de Ege'de ve Karadeniz'de de hakkı olanı alacaktır. Biz nasıl kimsenin toprağına, egemenliğine, çıkarına göz dikmiyorsak, kendimize ait olanlardan da asla taviz vermeyeceğiz. Bunun için siyasi, ekonomik, askeri bakımdan ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız. Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlardan uzak durmaya davet ediyoruz” şeklindeki ifadesi, söz konusu caydırıcılık ve kararlılığın en somut ifadesi niteliğinde.