Çevre, henüz tarih olgusunun olmadığı dönemlerde bile var olan bir kavram. Ancak varlığının daha anlamlı hale gelmesi, insanın çevre ile kurduğu ilişki ile başlar. Ateş yakmak bu ilişkinin en sade ve basit halidir. Bu ilişki, aynı zamanda tarih fikrinin de oluşmasının nedenidir. Başka bir deyişle onu anlamlı kılan şey tarihin başlaması olmuştur. Bugün insanoğlunun çevreyle kurduğu ilişkiyi ve ilişki biçimini yeniden değerlendirmesini gerektirmektedir. Bu değerlendirme belki de farklı toplumlar temelinde yapılmalıdır. Bizim toplumumuzda da modern anlamda çevre bilinci Türk modernleşmesi ile birlikte gelişen bir konu olmuştur. Tanzimat’ın ilanı ve 1923’te Cumhuriyetin ilanı arasındaki dönemde çevre yönetimi, vakıflar değil belediye eliyle devlet tarafından yönetilmiştir. Bu dönem Batı’nın tüm değerleriyle Osmanlı sosyoekonomik yaşantısına etki ettiği bir dönem olmuş, şehir yaşantısından şehircilik çalışmalarına, mimariden çevre ve sokak düzenlemesine kadar her şey Batılı sisteme uyarlanarak yapılmıştır. Ancak cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türk toplumu siyasi ve tarihi olarak büyük değişimleri radikal bir şekilde yaşamıştır.
Tanzimat’la başlayan modernleşme sürecinin çevre ve şehircilik politikalarına, yeni rejim döneminde de devam edilmiştir. Ancak bu kez yeni rejimin çevre politikalarında ideolojik etki ön planda olmuştur. Tek partili yönetimin radikal değişimler öngören çevre ve şehircilik yaklaşımları, baskın bir kimliğe sahip olmuştur. Çevre odaklı dönüşüm yeni cumhuriyetle birlikte kent odaklı bir yaklaşımı beraberinde getirmiştir. Paternalist yaklaşımdan ulus devlet çizgisine geçiş yapan bu yeni rejimin çevre politikalarında çevre, kentsel çevre olarak algılanmıştır. Yeni kurulan cumhuriyet, çevre politikalarında bir dönüşüm yapsa da çevre çalışmalarında öncelikli konu yine savaşlar ve düşman işgali ile tahrip edilen Anadolu topraklarını ihya etmek olmuştur. Uzun süren savaşlar nedeniyle yıpranmış bir toplumun ihya edilmesi için öncelikli konu tarımsal üretimi artırma ve sanayi kalkınmasını sağlamak olmuştur. Özellikle Yunan işgalinin neden olduğu tahribat, çevreye ve Batı Anadolu topraklarına büyük zarar vermiştir. Yine şehir ve kırsal ayrımının yapılmaya başlandığı bu dönemlerde şehirlere yakın kırsal alanlarda tarımsal üretim sahaları kurulmuştur. Bugün suni olarak şehirlerde kurulmaya çalışılan bataklık alanlar, o dönem kurutularak tarım arazisine dönüştürülmüştür. Atatürk Orman Çiftliği ve Etimesgut Numune çiftliği de bu şekilde oluşturulmuş alanlardandır.
Bu dönemde, çevre politikaları kent odaklı değerlendirilirken, şehrin egemen rejim ile kurduğu ilişki biçimi de son derece önemli olmuştur. Bu ilişkinin temelinde ideolojinin mekana somut olarak yansıtıldığı ve toplumun ortak bir ülkü etrafında toplandığı gerçeği yatmaktadır. Ankara Gençlik Parkının kurulması da tam olarak bu amaçlar çerçevesinde şekillenmiştir. Şehrin ortasında kalan bataklık alanın kurutularak park haline dönüştürülmesi ve şehirlerarası tren garının hemen yakında bulunması, şehre gelenlere Cumhuriyet rejiminin, yeni rejimin çevre politikasını göstermesinin yanında, Cumhuriyetin de muhteşemliğini göstermeyi amaçlamıştır. Kırıkkale ve Karabük gibi sanayi kentlerinin kurulması ile sanayi kenti kavramı, çevre ve şehircilik yaklaşımlarında kendisine yer bulmuştur. Bu dönemde kentsel rekreasyon alanları, geniş caddeler ve bulvarlar kurulmuştur. Şehircilik çalışmaları ve kamusal açık alan kavramı yine Batı modellemesi üzerine inşa edilmiştir. Bu bağlamda yeni rejim Batıda olduğu gibi sağlıklı bir neslin yetişmesi için kentsel mekanlarda spor tesislerinin kurulmasına çalışmıştır. Stadyumların inşası, şehir merkezlerinde kurulan rekreasyon alanları, çevre ve şehircilik çalışmalarında ön plana çıkmıştır. 19 Mayıs Stadyumu, Antalya Karaali Gençlik Parkı, Ankara Gençlik Parkı, İzmir Enternasyonal Fuar alanı gibi mekanlar, bunlardan sadece bazılarıdır.
Çevre politikalarına kentsel odaklı bakıldığı ve egemen rejimin güçlü şekilde ilişki kurduğu iki önemli şehir ise İstanbul ve Ankara olmuştur. Bu şehirlerde kurulan büyük ve uzun bulvarlar, yeni kamusal alanlar ve sosyal donatı alanları, Batılı tarzda çağdaş olmayı amaçlamıştır. Bu şehirlerin kentsel planlaması, aynı zamanda diğer şehirler için örnek olması amacıyla yapılmıştır. Çevre ve kentsel çevre kavramlarının Batılı anlamda tesis edilme çabası, batılı planlamacıların Türkiye’ye getirilmesine neden olmuştur. Türkiye’ye Henry Prost, Hermann Jansen, Joseph Brix, C. Lercher gibi şehir planlamacıları davet edilerek İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerin planları yaptırılmıştır. Sonuç olarak Cumhuriyetin ilanı ile birlikte başlayan sürecin çevre politikaları, Demokrat Parti yönetimine kadar bu şekilde devam etmiştir.
Demokrat Parti İktidarı ve Çevre Yönetimi
Demokrat Parti iktidarı döneminde çevre politikaları, Türk siyasi yaşantısına etki eden iki büyük etken çerçevesinde gelişmiştir. Bunlardan birisi İkinci Dünya Savaşı’nın tamamlanması diğeri ise çok partili siyasi yaşamın başlamasıdır. NATO’ya üye olunması, Marshall Yardımları ile birlikte Türkiye sosyoekonomik yaşamının küresel kapitalist sisteme entegre edilmesi gibi bir süreci başlatmıştır. Yurt dışı kaynaklı yatırımlar, yabancı sermaye girişi, ithal ve ikameci odaklı politikalar ön plana çıkmıştır. Buna bağlı olarak ülkede ekonomi yönetimi ve kalkınma stratejileri de değişime uğramıştır. Bu dönem, çevre politikalarında muhafazakar gelenekler kapsamında liberal yaklaşımların sergilendiği bir dönem olmuştur. Şehirlerde bulunan üretim ve sanayi alanlarında doğan iş gücü talebi ile doğru orantılı olarak, köyden kente göçte büyük bir artış görülmüştür. Bu durum çevre politikalarının ziyadesiyle şehircilik politikalarına evrilmesine neden olmuştur. Şehircilik politikaları ise modernist ve popülist tarzda yürütülmüştür. Hem burjuvazi hem de kırsal nüfus, iktidarın siyasetinden memnun kalmıştır. Halk ile etkileşimin daha güçlü olduğu bu dönemde, popülizm toplumsal yaşamın her alanına sirayet ettiği gibi çevre ve şehircilik politikalarına da sirayet etmiştir. İdeoloji daha arka planda kalırken daha millet odaklı alanlar kurulmuştur. Ortasında havuzların bulunduğu belediye parkları, bu dönemin çevre yaklaşımlarının somut bir örneği olmuştur. Yine bu dönemde ulaşımda kara yolu ulaşım yatırımlarına öncelik verilmesi, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in özellikle İstanbul’un imarı ve ihyasına verdiği önemin bir neticesi olarak Vatan ve Millet caddelerinin açılması ve çevresinin ağaçlandırılması, değinilmesi gereken konular arasında yer almaktadır.
Kırsal/çevresel değerlerin şehirlerde daha az karşılık bulduğu ve yeni kurulan sanayi alanlarının şehirlerin en merkezinde yer aldığı gerçeğinden hareketle, sanayi ve kalkınma odaklı yaklaşımlar daha da önceliklendirilmiştir. Başka bir deyişle hızlı kentleşmenin başladığı bu sanayileşme ve kalkınma hamleleri, 1970’lere gelindiğinde artık Türkiye’de çevre sorunlarının gerçek manada oluşmasına neden olmuştur. Aslında bu yıllar, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada çevre sorunlarının masaya yatırılmaya başladığı yıllar olmuştur. 1972’de Stockholm’de BM Çevre Konferansı düzenlenmiştir. Konferansın sonunda BM İnsan Çevresi Bildirisi kabul edilmiştir. Bu konferansın hemen akabinde Türkiye çevre sorunlarına daha çok kamu görevi olarak addetmeye başlamış ve bu alanda yeni teşkilatlanmalara gidilmiştir. 1973’te Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu, 1974’te Çevre Koordinasyon Kurulu, 1978’de Bakanlar Kurulu Kararıyla, Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı kurulmuştur. Bu dönemde Türk çevre bürokrasisi, çevre sorunsalını kalkınma ve çevre ilişkisi üzerinde değerlendirmeye çalışmıştır.
Gecekonduda yaşayan işçi sınıfı ile kalkınma öncelikli politikalar birbirini besleyen iki ayrı kaynak olurken, her ikisi de çevre sorunlarının da nedeni olmuştur. İki kavramın bir arada olması 70’lerde tüm dünya için aşılması zor bir sorundu. Bu nedenle sanayi sektörünün temsilcileri ve kalkınma öncelikli sanayi altyapısından sorumlu bürokrasi, son derece tutucu bir tavır sergileyerek, çevre sorunsalını kabul etmekten bile imtina etmişlerdir. Dahası bugün ilan edilen ve tarihi öneme sahip Yeşil Kalkınma yaklaşımlarının mümkün olmadığı yönünde tartışmalar yaşanmış, bu konu üzerinde gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına müsaade etmemek için bu tür çevre sorunlarını bahane ettikleri ileri sürülmüştür. Diğer yandan Türkiye’nin o yıllarda gelir yetersizliği, işsizlik, eğitim, sağlık ve şehircilik gibi tüm alanlarda ağır sorunları bulunmaktaydı. Kalkınma olmadan bu sorunlara çözüm bulunması ise mümkün değildi. Kısaca bu dönemde çevre ve kalkınma arasında büyük bir savaşın yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu savaşın kazananı ise kalkınma olmuştur. Yakın gelecekte gerçekleşecek olan 12 Eylül darbesi ve sonrasında yeniden liberalleşme sürecine kadar çevre sorunsalı Türkiye’de rafa kaldırılmıştır.
Darbe Yılları Çevre Yaklaşımları
Darbe ile birlikte Türkiye’de muhalefetin bastırılması, muhalefetin siyaset alanının da kısıtlanmasına neden olmuştur. Bu kısıtlanma muhalefete siyaset yapma alanı olarak çevre ve doğa konularını bırakmıştır. Özellikle 80 ve 90’larda çevre konusu doğal çevre ile birlikte siyasetin konusu olarak muhalefet ve farklı radikal gurupların enstrümanı olarak iktidara karşı kullanılmıştır. Ancak 1982 Anayasası ile birlikte çevre politikalarında yeni bir yaklaşım sergilenmiştir. İnsanların, diğer canlıların da yaşama hakkına saygı göstermek şartıyla, çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve geliştirilmesine yönelik sahip oldukları haklar olarak tanımlanan “Çevre Hakkı”, Anayasada kendisine yer bulmuştur. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir, şeklinde Anayasada ifade edilmiştir. (1982/56) Bunun hemen akabinde 9 Ağustos 1983’te amacı; bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olan 2872 sayılı Çevre Kanunu kabul edilmiştir. Yine çevre teşkilatlanması, 1984’te Genel Müdürlük ve 1989’da Çevre Müsteşarlığı seviyesine çıkarılmıştır. Bu yıllarda nüfus artışına bağlı olarak artan kentleşme çarpık kentleşmeyi beraberinde getirmiş ve Türkiye’de ilk defa bu dönemde biri darbe yönetiminde diğeri Turgut Özal döneminde olmak üzere toplam 5 kez imar affı getirilmiştir. Gecekondu bölgelerini kapsayan bu aflar, 2000’lere gelindiğinde Türk şehirlerinin yakın çeperlerinde şehirlerden daha büyük gecekondu mahalleri gibi bir sorunun ve yine buna bağlı olarak çevre sorunlarının oluşmasına neden olmuştur.
İkinci Yüzyıla Çeyrek Kala
2000’lerin başında AK Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’de her alanda yeni bir dönem başlamıştır. 80 ve 90’ların sosyal krizleriyle boğuşan kırılgan Türkiye’si, 2002 itibariyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türk devlet ve siyasi hayatında radikal değişim ve dönüşümlerin yaşanacağı dönemin başlangıcı olmuştur. Türkiye’nin Soğuk Savaş rehavetini üzerinden attığı bu yeni dönemde, milli kalkınma seferberliği ile birlikte küresel sisteme entegrasyon inanılmaz bir hız ile gerçekleştirilmiştir. Bu da çevre politikalarında kalkınma hamlesinin birinci derecede etkili olmasına neden olmuştur. Çevre odaklı şehircilik çalışmalarını ve etkisini, küresel ölçekte gösteren iklim değişikliği gibi konuların ön plana çıktığı bir dönem olmuştur. Afet, kriz, savaş ve çatışmaların yoğun olduğu, küresel rekabete dayalı jeopolitik mücadelelerin yaşandığı bu dönemin politikalarında güçlü ve karizmatik lider etkisi görülmüştür. Türkiye’de 2023 hedefi ve sloganı ile yolan çıkan AK Parti iktidarı Cumhuriyetin 100. yılına kadar geniş kapsamlı bir milli kalkınma seferberliğini başlatmıştır. Bu seferberlik, iktidar için her şeyden önce geçmişin, içinde bulunulan dönemin ve geleceğin çevre ve şehircilik sorunlarına çözüm bulunmasını mecburi kılan bir hareket olmuştur.
Çevre Odaklı Şehircilik
Halk refahını önceleyen yaklaşımların hızla ve eş zamanlı olarak ülke genelinde görüldüğü bu dönemde, muhafazakar gelenekler çerçevesinde gelişen çevre kültürü ve bilinci, liberal yaklaşımlar ile birlikte sergilenmiştir. Korumacı bir yaklaşım ile kalkınma hamleleri arasında ilk zamanlarda bir denge kurulamasa da sonraları bu denge çevreyi gözetecek şekilde kurulmuştur. Bu kapsamda öncelikle çevre yönetiminde ve politikalarında kurumsal teşkilatlanma daha da güçlü bir hale getirilmiştir. Bu kapsamda 1991’de kurulan Çevre Bakanlığı yerini, 2003’te Çevre ve Orman Bakanlığına (Çevre Bakanlığı/Orman ve Su İşleri Bakanlığı), 2011’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Bayındırlık ve İskan Bakanlığı) ve son olarak 2021’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bırakmıştır.
Bu dönemde iktidar, sosyal politikalar alanında attığı kritik adımlar ile halk desteğini arkasına alarak, ülkenin altyapısını, ekonomisini ve kurumlarını modernleştirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir reform uygulamıştır. Köprüler, otoyollar ve havalimanları, tüneller, barajlar gibi büyük ölçekli altyapı projelerine öncelik verilmiştir. Bu projeler, ülke içindeki ulaşımı ve bağlantıyı geliştirmeyi ve Türkiye'nin bölgesel merkez rolünü güçlendirmeyi amaçlıyordu. Şehircilik, bu dönemde her zamankinden daha güçlü bir disiplin olmuştur. Bahse konu amaçlarla uygun olarak Türkiye’de büyük şehirler küresel ölçekli neoliberal ekonomik sistemin bir parçası haline gelerek hızla büyümeye ve gelişmeye başlamıştır. Bu süreç zarfında kentleşmenin artması ve yeni bir orta sınıfın yükselişi de dahil olmak üzere önemli sosyal ve politik değişiklikler de yaşanmıştır.
Yeniden hızlanan sanayi yatırımları ve mega projeler, planlı kentleşme ilkeleri çerçevesinde yürütülmüş Türkiye’nin her yerinde iklim dostu yeşil OSB’ler kurulmuş, yeşil finansman çevre politikalarında etkili bir enstrüman olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlamda Ankara Sanayi Odası 1. OSB (ASO 1), Bursa OSB, İzmir Atatürk OSB ve Adana Hacı Sabancı OSB Yeşil OSB projesi kapsamında OSB'lerin sürdürülebilirlik potansiyellerini tespit etmek için pilot OSB olarak ilan edilmiştir. Pilot OSB'lerden yola çıkarak, 18 farklı OSB için neler yapılacağı belirlenip, yeşil OSB sertifikasyon sistemi çalışmalarına başlanmıştır. Yine şehir içinde kalmış şehirleri baskılayan sanayi alanları da kentsel dönüşüm uygulamaları kapsamında kurulan yeni sanayi alanlarına taşınmıştır. Ankara, Trabzon, Uşak, Aksaray, Diyarbakır ve Kayseri başta olmak üzere toplam 44 şehirde yeni ve modern sanayi alanları kurulmuştur. Çevre ve kalkınma arasında uzun yıllardır süre gelen mücadele, bu dönemde belirli bir dengeye oturtulmuştur.
Sanayileşmeye bağlı olarak kırsaldan şehirlere yaşanan göç, inanılmaz bir hızla artmaya başlamıştır. Bu durum, aynı zamanda şehirlerdeki konut ihtiyacını da artırmıştır. Barınma ihtiyacını karşılayacak büyük sosyal konut projelerine başlanmıştır. Bu projelerle şehirlerin eşiğinde yaşayan dar gelirli vatandaşlarımız mahalle kültürünü yansıtan ancak modern şehir yaşamının bir ürünü olan sosyal konut projeleri ile şehrin beşiğine taşınmıştır. Kırsaldan gelen yaşam pratiklerinin şehre adaptasyonu noktasında değişimlerin yaşandığı bu süreç, mahalle kültürü dinamiklerinin etkinleştirilmesi ile telafi edilmeye çalışılmıştır. Toplu Konut İdaresi Başkanlığında yürütülen sıfır atık uyumlu, iklim dostu yeşil sosyal konut projeleri ile kırsal çevre ve şehir çevresi arasında bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Sosyal konut projeleri ile gecekondulaşmanın sonlanması veya minimuma indirilmesi ise çevre kirliliğine bağlı sorunların azalmasına vesile olmuştur. Şehirlerin çevre sorunu üreten ve 70’lerden kalma sorunlarına neden olan gecekondu alanlarının tamamında kentsel dönüşüm uygulamaları yapılmış ve ülke gündeminden gecekondu kavramı kaldırılmıştır. Sosyal konut ve kentsel dönüşüm sonucu üretilen konutların tamamı sıfır atık uyumlu, çevre dostu ve iklim değişikliği ile mücadele ve uyum politikaları ile uyumlu olarak inşa edilmiştir. Yeni konut projelerinin istisnasız tamamı çevreye duyarlı olarak oluşturulmuştur.
İklim Değişikliği ile Mücadele ve Sıfır Atık
Kuşkusuz bu dönemin çevre politikalarındaki en kritik iki adım, iklim değişikliğiyle mücadele ve atık yönetimi alanında atılmıştır. İklim ve sıfır atık diplomasisinin etkin olarak uygulanması sonucu Türkiye bu alanlarda küresel öncü ülkeler arasındaki yerini almıştır. Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayesinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Sıfır Atık Hareketi, medeniyetimizin kadim değerleri temelinde küresel bir politikaya dönüştürülmüştür. Bugün Türkiye’nin diplomatik girişimleri ile 30 Mart tüm dünyada “Uluslararası Sıfır Atık Günü” olarak kutlanmaktadır. Sürdürülebilir bir çevre yönetimi ve kalkınma için çok önemli bir çıkış noktası olan Sıfır Atık Hareketi, Türkiye’nin öncülüğünde kısa sürede tüm dünyada bir yaşam felsefesine dönüşmüştür.
İklim değişikliği ise çok boyutlu dinamik politikalar ile yönetilmiştir. Akdeniz iklim kuşağında bulunan Türkiye, küresel iklim krizinden en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır. Kastamonu başta olmak üzere birçok ilde yaşanan seller, Akdeniz bölgesindeki orman yangınları, Marmara denizinde müsilaj sorunu gibi iklim krizine bağlı olarak yaşanan afetler bunun en somut örnekleridir. Bu anlamda Türkiye bu dönemde, iklim diplomasisi alanında da çok önemli ve tarihi adımlar atmıştır. 2021’de Paris İklim Anlaşması’na taraf olmuş böylece doğal ekosistemlerin bütüncül bir anlayışla korunması için yapmış olduğu çalışmalara uluslararası alanda yürüttüğü iklim diplomasisi ile yeni bir ivme daha kazandırmıştır. Türkiye Taraflar Konferansında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum başkanlığında yürüttüğü iklim diplomasisi ile birçok alanda iklim değişikliği ile mücadele ve uyum çalışmalarına katkı sağlamıştır. Bu dönemde Paris İklim Anlaşmasına taraf olan Türkiye, kurumsal anlamda yeni teşkilatlanmaları da gerçekleştirmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilirken, İklim Değişikliği Başkanlığı, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu ve Türkiye Çevre Ajansı gibi stratejik yapılar oluşturulmuştur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde Cumhuriyetimizin 100. yılına doğru şehirler ve insanlığın ortak evi dünya için 2053 Net Sıfır Emisyon ve Yeşil Kalkınma hedefleri ortaya konmuştur. Türkiye’nin 81 ilinde Millet Bahçeleri kurulmuş, ekolojik koridorlar, doğa koruma alanları oluşturulmuş, mavi bayraklı plajların sayısı artırılmıştır. Yeşil ve döngüsel ekonominin garantisi iklim dostu bir ülke için tarihi adımlar bu dönemde atılmıştır. Küresel ısınmaya bağlı olarak oluşan küresel iklim krizi ile mücadele için başta atık yönetimi olmak üzere çevre kirliliğine neden olan tüm kaynaklara karşı tedbirler alınmıştır. Özel çevre koruma alanlarının ilanı ile ekosistemin ve biyoçeşitliliğin korunması amaçlanmıştır. Marmara Denizi, Van Gölü, Salda Gölü gibi alanlar Özel Çevre Koruma alanları ilan edilerek korunması gereken hassas bölgeler yapılmışlardır. Deniz ve kara ekosistemi içerisinde yaşayan tüm türlerin korunması için birçok yasal mevzuat düzenlenmiştir. Tarihi ağaçlar, anıt ağaç statüsü ile koruma altına alınmıştır.
Türkiye son yıllarda özellikle iklim değişikliği ile mücadele ve uyum çalışmalarına hız vermiş ve kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Bu anlamda iklim krizine bağlı afetlere karşı direnç kazandıracak çevre politikaları uygulamaya geçilmiştir. Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi, sıfır atığın yaygınlaştırılması, döngüsel ekonomi ilkelerinin uygulanması ve iklim değişikliği ile mücadele edilmesi için uyulması zorunlu standartlar ile vergi, harç, katılma payı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve temiz teknolojilerin teşviki, motorsuz veya elektrikli araçların teşviki, atıkların geri kazanımı ile arıtılmış atık suların yeniden kullanımının teşviki, geri kazanım katılım payı, plastik içerikli poşet veya ambalaj ve tek kullanımlık materyallerin kullanımının azaltılması, depozito uygulaması, emisyon ücreti, kirletme bedeli ve kirliliğin önlenmesine yönelik teminat alınması ve sera gazı emisyonlarının takibine yönelik karbon ticareti ve yeşil finansman gibi piyasaya dayalı mekanizmalar ile ekonomik araçlar ve teşvikler maksimum düzeyde kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Türkiye’nin yerli ve milli ilk elektrikli otomobili TOGG ile birlikte çevre kirliliğine karşı tarihi bir adım da yine bu dönmede atılmıştır. Emisyon salım miktarında önemli bir yer kaplayan fosil yakıtlı araçların yerini alacak olan TOGG Türkiye’de çevre kirliliğine karşı verilen mücadelede tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Yine son olarak Türkiye’nin gelecek 100 yılına yön verecek, iklim değişikliği ile mücadele ve uyum çalışmalarının anayasası olacak İklim Kanunu çalışmaları bu dönemde başlatılmıştır. İklim Kanunu taslak çalışması Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonunda devam etmektedir. Sonuç olarak bu dönemin çevre politikaları tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar diğer sektörleri de kapsamış ve toplum tabanının da katıldığı konvansiyonel bir mücadeleye dönüşmüştür. Yine yürütülen iklim diplomasisi ile Türk çevre politikaları küresel sisteme entegre edilmiş ve küresel boyutlarda çalışmalar yapılmaya devam edilmektedir.
Cumhuriyetin 100. yılına çeyrek kala uygulanan tüm bu çevre politikaları gelecek yüzyıl için hedeflerin belirlenmesi ile Türkiye Yüzyılı stratejisi temelinde yürütülmesi adına planlamaları tamamlamış ve çalışmalara başlamıştır. Türkiye Yüzyılı’nın aynı zamanda çevrenin de yüzyılı olması için tarihi ve milli bir hedef olarak belirlenmiştir.