Covid-19 salgını 2020'de uluslararası sistemi derinden etkiledi ve şekillendirdi. Geride kalan yıl, yalnızca küresel yönetişimin zayıflıklarını ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda “küresel liderliğin” de sorgulanmasına sebep oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Covid-19’un kontrolden çıkması, Washington yönetiminin küresel ölçekte Avrupa ve Asya ülkelerine kıyasla azalan etkisinin pekişmesini sağladı. Bu nedenle küresel yönetişim, yerel düzeyde daha fazla karmaşık hale geldi ve devletler arasında etkili iş birliği olmaması nedeniyle, artık küresel ölçekte neredeyse yok denecek kadar azaldı. Salgın küresel ve bölgesel tehdit ve gerilimi derinleştirerek devletlerin hayatta kalma zorunluluğunu arttırdı ve jeopolitik çatışmaları da etkiledi. Sonuç olarak, “Stratejik kendi kaderini tayin (strategic self-determination)” siyasetinin ulus-merkezli siyasetin daha fazla merkezine yerleşmesine neden oldu. Bu kavram ve davranış biçimi, her ülkenin stratejik kimliğini ve yaklaşımlarını her türlü bölgesel veya kurumsal düzenden bağımsız olarak zenginleştirmeye ve geliştirmeye çalışması olarak tanımlanabilir. Devam eden bu yapısal değişim, pandemi sonrası dönemin dinamiklerinin nasıl şekilleneceğine dair yeni bir tartışmanın da kapılarını açtı.
Kesin olan bir şey var ki, bu yoğun rekabet çağının dinamikleri, “jeopolitik kaygı” diyebileceğimiz küresel bir hal üretti. Bu yeni küresel kaygı biçimi, üç bileşenle tanımlanabilir: sürekli risk, belirsizlik ve küresel eğilimin beklentilerinin müphemliği. Bu kaygıyı besleyen birçok neden bulunuyor. İlki, liberal uluslararası düzenin geleceğinin belirsizliklerle dolu olmasıdır. Liberal düzen; uluslararası kurumlar, bu kurumların başını çeken bir ülke (sponsor) ve bu kurumların üzerine inşa edilecek normlardan oluşuyor. Ancak her üçünde de ciddi boşluklar oluşmuş durumda.
Jeopolitik kaygıyı besleyen ikinci önemli husus ise ABD'nin küresel rolünün belirsizliğidir. Yeni seçilen Başkan Biden'ın “Amerika geri dönüyor” söyleminin ne getirebileceği (olumsuz veya yapıcı) büyük bir belirsizlik kaynağı olmaya devam ediyor. ABD, dünyadaki konumunu yeniden tasarlarken, Trump döneminden sonra ABD'nin rolünü tahmin etmek hiç de kolay değil. Bu belirsizlik hali, temel olarak uzun bir aradan sonra Batı’nın stratejik üstünlüğünün sorgulanır hale gelmesinden besleniyor ve Batı’yı yavaş yavaş tarihe doğru geri iterken, yeni dünya liderliğini kimin ya da kimlerin üstleneceğine yönelik soruları arttırıyor.
Jeopolitik kaygıyı besleyen bir başka alan ise küresel ekonomide artan rekabet. Liderliğini sürdürmek için, Biden yönetiminin ilk önceliği Çin’e yönelik daha kararlı politikalar benimsemesi olacak. Bu bağlamda, Çin ile ABD arasında devam eden küresel ekonomik rekabet, Çin küresel piyasalara daha agresif bir şekilde müdahale etmekten geri adım atmadığı için bir çatışmaya hatta bir savaşa dönüşme olasılığını arttırıyor. Öte yandan teknoloji üzerindeki rekabetin (kimilerine göre savaş) kaygının derinleşmesinde de benzer bir etkisi var. Çin'in Dijital İpek Yolu ile ilgili teknolojik hamlesi ABD'yi endişelendiriyor, bu nedenle bu dijital ve teknoloji hevesinin rekabeti daha geniş sorunlara ve ülkelere doğru tırmandırması bekleniyor. Avrupa’nın en son Çin’i ekonomik bir rakip olmaktan çıkararak neredeyse düşman kategorisine sokmuş olması bu kaygıyı derinleştirdi. Sonuç olarak, Batı ekonomide sadece rekabet etmiyor aynı zamanda ekonomiyi yeni savaşın bir parçası olarak tasarlıyor. Yaptırım gibi ekonomik ve düzenleyici araçların daha fazla kullanılması böylece yeni silah olarak ortaya çıkıyor.
Kaygının başka bir hali de artan askeri çatışmalarda kendisini gösteriyor. 2020, yalnızca salgın açısından değil, aynı zamanda Suriye'den Libya'ya kadar dünyanın dört bir yanındaki çatışmalarla birlikte askeri tehditlerin devam etmesiyle insan güvensizliğinin yükselişine tanıklık eden bir yıl oldu. Savaşın ve çatışmaların doğası ve ilgili aktörlerin karakteri sürekli değişmektedir. Aynı şekilde, savaş kapasitelerini de kademeli olarak geliştiren uluslararası terör örgütlerinin faaliyetlerinin artması, kaçınılmaz riskler ve kalıcı korku yaratarak bu olgunun üstesinden gelinmesini daha da zorlaştırmaktadır. Birincinin devamı ve ikincisinin yükselişi, devletlerin genel güvenlik manzaraları açısından büyük ölçüde belirleyici hale geliyor ve bu kaygıyı besleyen müthiş bir güvensizlik psikolojisinin yerleşmesine neden oluyor.
Türkiye’nin Kaderi: Coğrafya mı Jeopolitik mi?
2020'de en çok etkilenen güvenlik ortamlarından biri kuşkusuz Türkiye’ninki idi. Yıl biterken Türkiye bu jeopolitik kaygının ortasında, kendisini zor ve çatışmalı bir bölgede bulmasıyla daha da kötüleşen bir dizi belirsizlik ve güvensizlikle karşı karşıya buldu. Türkiye'yi çevreleyen çatışmaların doğası gereği, bu küresel jeopolitik kaygı da Türkiye’nin güvenlik ortamını doğrudan etkiliyor.
Türkiye’nin güvenlik/jeopolitik ortamı, bir dizi sürekli değişen dinamiklerle şekilleniyor. Bunlardan ilki, aktif askeri çatışmaların varlığıdır. Türkiye, dünyanın bazı çatışmalı bölgelerinin bağlantı noktasında yer almaktadır. Şu an itibariyle Suriye, Libya, Yemen, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Ukrayna'da aktif çatışmalar sürüyor. Türkiye tüm bu çatışmalara taraf olmasa da yine de olası yayılma sonuçlarından etkileniyor. Örneğin Türkiye, Suriye ve Irak'taki çatışmalar ve bu ülkelerdeki devlet aygıtlarının tamamen yok edilmesi sonucunda devam eden göç dalgaları sürekli bir şekilde test oluyor. Öte yandan bu güvenlik ortamının rekabetçi yapısı Türkiye’yi güvenlik eksenli politikalar izlemeye mecbur bırakıyor.
Türkiye’nin güvenlik/jeopolitik ortamını şekillendiren ikinci dinamik ise güç siyasetinin çeşitli düzeylerde bu bölgeye has bir sonuç üretmesi. Güç siyasetinin üç yüzü söz konusu: bölge içi, bölgeler arası ve bölge dışı rekabet. Örneğin, bölge içi aşamada Suriye’de, Türkiye de dahil olmak üzere birçok bölge içi aktörün doğrudan çatışmanın tarafları haline dönüştüğü görülüyor. Öte yandan Doğu Akdeniz gibi tartışmalı konular Türkiye’nin bölgeler arası bir jeopolitik rekabetin yaşanmasına neden oluyor. Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Levant gibi çok farklı jeopolitik karaktere sahip olan bölgeler Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’nin aktif olarak takip etmesi gereken hususlar olarak ön plana çıkmış durumda. Bölge dışı yanı ise Türkiye’nin dış ve güvenlik siyasetinin cereyan ettiği bir başka alanı temsil ediyor. Güç siyasetinin bölge dışı tezahürleri açısından, akla gelen bariz durum, Fransa'dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) kadar tüm ülkelerin çatışmaya taraf olduğu Libya'dır. Bu çatışmalar sadece doğrudan askeri çatışmayı değil, aynı zamanda ciddi bir güç rekabetini ve diplomatik angajmanı da içermektedir.
Denklemdeki üçüncü dinamik, Türkiye bölgesinde son 10 yılda gerçekleşen silahlanma yarışıdır. Pek çok bölgesel aktör, Türkiye’nin yakın çevresinde giderek daha fazla silahlandı ve bu da Türkiye’yi gerçek bir güvenlik ikileminden nasıl çıkacağını düşünmeye sevk etti. Bu da Türkiye’nin yerli savunma sanayisini geliştirmesine ve söz konusu güvenlik ikileminin semptomu olarak görünen Rusya’dan S-400 sistemleri gibi stratejik silahların satın alınmasıyla sonuçlandı.
Terörizm, kendisini Türkiye’nin güvenlik ortamını oluşturan dördüncü dinamik olarak sunmaktadır. Bölgesel ve küresel ölçekte terör saldırıları büyük ölçüde çoğalmıştır. Bu aynı zamanda terör örgütlerinin ve devlet dışı aktörlerin sayısındaki artışla (yüzde 53) birleşti ve bu aktörlerin çoğu Türkiye’nin yakın coğrafyasında şekillendi. Türkiye bu anlamda, egemenliğine tehdit oluşturan terörü ortadan kaldırmaya ya da minimize etmeye hizmet eden aktif bir terörle mücadele politikası uyguladı.
Türkiye’nin güvenlik/jeopolitik ortamına ilişkin son dinamik ise, bölgesel olayların ekonomi politiğidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge dünyanın en büyük enerji kaynaklarına ev sahipliği yapmaya devam etmektedir ve Türkiye Karadeniz'de son zamanlarda önemli miktarlarda doğalgaz keşfetmiş ve Doğu Akdeniz'de sismik araştırma faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu, Türkiye ile Yunanistan ve daha geniş anlamda Avrupa Birliği arasında bir dizi ikili ve çok taraflı anlaşmazlığa yol açmaya devam etmektedir. Enerji ticareti ve sınırlı kaynakların paylaşımında pek çok ülke kendi payına düşen payı almak için çabalarken, Türkiye de bölgesindeki jeopolitik rekabetin bir ucunda kendisini hissetmektedir ve kendi payı için mücadele etmektedir.
En Önemli Konu Anketi
2021'de Türkiye’nin dış politika ve güvenliği için bir rota çizerken, Türkiye’nin Güvenlik Topluluğu üyelerinden 2021’i şekillendirecek en önemli mesele olarak algıladıkları konu hakkında yorum yapmalarını istediğimiz bir anket yaptık. Uzmanların, ABD ile ikili ilişkileri yeniden tesis etmeye ve Doğu Akdeniz'de devam eden anlaşmazlığa odaklandıkları görülüyor. Buna ek olarak, İsrail ile bağları geliştirmenin önemini vurgulayanların sayısı ise hayli yüksek. AB ve ABD'nin yaptırım tehdidi de güvenlik camiasının bakış açısında riskli alanlar olarak görülüyor.
Bu algının da gösterdiği gibi önümüzdeki yıl, Türkiye'nin dış politikasının bir dönüm noktasında olduğu ve eski dönemin bazı belirsizliklerinin muhtemelen çözüleceği bulgusunun işaretleri bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca ifade ettiği gibi salgın küresel jeopolitik sahnede tektonik bir değişimle sonuçlanabilir. Tüm bunların ortasında, Türkiye yeni yıla yeni bir dış politika paradigmasıyla girmeye hazırlanıyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası sistemde reform yapılması gerektiği yönündeki iddiasını da yansıtıyor. Bu yöndeki politikası 2021 boyunca daha fazla şekillenebilir.
“İleri Askeri Üs Varlığı”
2021’de, Türkiye’nin askeri aktivizmi, yalnızca sert güç ve sınır ötesi terörle mücadele faaliyetleri açısından değil, aynı zamanda Türkiye’nin yayılmacı bölgesel aktörlere karşı caydırıcı dengeleyici rolünü de kapsayan daha incelikli bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. Bu anlamda Türkiye, “ileri askeri üs varlığını” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) de içine alacak şekilde genişletme fikrine daha sıcak bakıyor. Bu anlamda, Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki etkili terörle mücadele çabaları 2021’de de duraksamadan devam edecek ve büyük olasılıkla kapsamı genişleyerek çok daha geniş kapsamlı bir proje haline gelecektir.
Türkiye’nin çeşitli bölgesel aktörlerle (Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan) ikili ilişkilerini 2020’nin gerginliğini çıkararak yeni bir düzleme taşıma ihtimali muhtemelen 2021’de artacak, çünkü Türkiye dış politikasını kazan-kazan tarzında yeniden tesis etmeye çalışıyor. Son olarak, Türkiye’nin savunma sanayisiine yerli yatırımları daha aktif bir şekilde devam edecek. Ankara, ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) yaptırımlarının etkisini en aza indirmek için yerli yatırıma daha fazla önem verecek ve savunma pazarında çeşitliliği merkeze alan bir strateji takip edecektir. Bölgesel jeopolitiğin kızıştığı bir dönemde askeri yeteneklerini ve caydırıcılık kapasitesini arttırmaya çalışan bir Türkiye’nin 2021’deki en temel önceliği savunma sanayiindeki aktivizmi olacaktır.