Kriter > Siyaset |

60 İhtilalinden 28 Şubat Travmasına Millet ve Ülke Düşmanlığı


Bugün demokrasi havariliğine soyunan partilerin, 28 Şubat darbesindeki tutumları, manşetlerde yerini koruyor. TÜSİAD, medya organları ve sendikalar, topyekun darbe sürecinin parçası haline geldiler. Darbe girişimi, toplumsal olarak çok hassas bir mevzudan başladı. Anadolu’dan okumak için büyükşehirlere gelmiş başörtülü kız çocukları, darbenin ilk hedefi olarak seçildi.

60 İhtilalinden 28 Şubat Travmasına Millet ve Ülke Düşmanlığı
Türk demokrasisinin utanç tarihi: 27 Mayıs 1960 (Ata Müzayede/AA)

Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı, günümüzün bütün siyasi tartışmalarını içinde barındıran bir yüzyıldı. Fransız İhtilali sonrası ulus devletler çağı başlamış, imparatorluklar dağılmakla yüz yüze kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin durumu diğer imparatorluklardan oldukça farklı idi. Bir Müslüman devlet yönetimine sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, hatırı sayılır bir kısmı Hristiyanlardan ve Yahudilerden oluşan bir nüfusa sahipti. Bugün birçok Batılı devletin sahip olduğu topraklar, İmparatorluğun yüzyıllar boyunca hakim olduğu geniş coğrafyanın içinde yer alıyordu.

 

İmparatorluk Farkı

13.yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Batı medeniyeti zayıflık emareleri gösterirken, Osmanlı Devleti ve İslam medeniyeti yükselişteydi. Bu zıtlık, Osmanlı Devleti’nin sınırlarını batıda Almanya ve Avusturya, Akdeniz’de İtalya ve Kuzey Afrika’da Fas, Tunus, Cezayir ve Mısır dahil olmak üzere on üç Afrika ülkesini kuşatacak hale getirmişti. Bu topraklar dışında Osmanlı haritası, Arabistan yarımadasından Kafkasya’ya, bugünkü Kırım topraklarından Doğu Avrupa’ya kadar uzanıyordu. Avrupa’nın modernleşme, aydınlanma ve teknoloji çağı ile Osmanlı Devleti’nin gerileme çağı eş zamanlı olarak yaşandı. Bu kez üstünlük diğer tarafa geçmeye başlamıştı ki Osmanlı Devleti tedrici olarak gerileyip toprak kaybetmek durumunda kaldı.

Ulus devletler çağının imparatorluk çağına göre çok önemli farkları vardı. İmparatorluklar, bir ülkeyi fethettiğinde oranın hukuk düzenini belirler ve o milleti adaletli bir düzen kurarak yönetmeye çalışırdı. Bu adil yönetim şekli, fethedilen topraklarda uzun süreler boyunca kalmalarını sağlardı. Fethedilen yerlerin milletlerinin dinlerine, kültürlerine, adet ve geleneklerine fazla karışılmazdı. Bugünkü Doğu Avrupa ülkelerinden bir kesit alıp bir Osmanlı valisinin idaresi altındaki Müslüman, Hristiyan ve Yahudi tebaanın yaşam koşullarını inceleyecek olsak, buralardaki dini hoşgörü ve kültürel mozaiği, dönemin hiçbir Batı başkentinde bulamayız. Nitekim sömürgecilik dönemine giren Batılı ulus devletler, yalnızca askeri işgalle yetinmeyip kültürel ve zihinsel bir sömürgeleştirme sürecini de başlattılar. Orta çağ karanlığı içinde engizisyon baskısını tecrübe etmiş, sonra da Kilisenin boğucu, kuşatıcı ve yok edici etkisine karşı Aydınlanmacı düşünce ile zafer kazanmış Batı dünyası, Müslüman ülkeleri işgal ettiğinde büyük bir kaosa yol açtı.

 

Türkiye Siyasi Zihninin Şekillenmesi

Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, Osmanlı-Rus savaşlarının beraberinde getirdiği yıkım ve toprak kayıpları, İngiltere ile Fransa’nın Mısır üzerinde yoğunlaşan baskısı ve Arap Yarımadası’ndaki isyanlar sonucunda, İmparatorluk bir varlık yokluk mücadelesiyle yüz yüze gelmişti. Devleti yaşatmak adına siyasi ve entelektüel seçkinler arasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve Batıcılık akımları çıkmış, milliyetçilik akımı önce gayrimüslim milletler arasında, sonra da Osmanlı idarecileri arasında yükselişe geçmişti. Devleti var edecek, yaşatacak ya da yeniden şekillendirecek bu tartışmaların ortasında, İttihat ve Terakki Cemiyeti doğdu. Kuruluşunda Masonların, İslamcıların, milliyetçilerin, Sabatayistlerin, yani bilcümle Osmanlı aydınının yer aldığı cemiyet, bugünkü Türkiye’nin siyasi zihniyetinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Cemiyet içerisindeki dünkü gruplaşma ve ayrışmalar, bugünkü siyasi yelpazeyi de şekillendiren kök hücrelerdir.

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Batılı sömürge imparatorluğu amacına ulaşmış ve İslam ülkelerinde işgale uğramamış toprak parçası kalmamıştı. Dünya savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu da parçalanmış ve işgal edilmiş olsa da ömrü yüzyılları bulan Osmanlı devlet geleneği sayesinde esarete alışkın olmayan bu millet, derhal bir kurtuluş savaşı başlatmış ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul mebuslarının bir kısmı Anadolu’ya geçmiş, sonuçta İstanbul hükümeti ve Ankara hükümeti şeklinde ikili bir yapı oluşmuştur. Ankara hükümeti kurulup Cumhuriyet ilan edilince, İmparatorluk sonlandırılmış ve başta Sultan Vahdettin olmak üzere Osmanlı hanedan ailesi sessiz bir şekilde ülkeyi terk etmiştir. Hanedan mensupları Cumhuriyetin kuruluşuna karşı ne bir örgütlenme ne de bir direnç ortaya koymuştur.

Kurtuluş Savaşı İtalya, Fransa, İngiltere ve Yunanistan’a karşı yapılmıştır. Fakat kısa bir süre zarfında sanki bu savaş, Osmanlı hanedanına karşı verilmiş bir mücadele gibi anlatılmaya başlanmıştır. Aradan yüzyıl geçmesine rağmen Yunanistan sınırında bulunan İzmir’in belediye başkanının, işgalci Yunan askerlerinin Anadolu’da binlerce haneye tecavüzünü, sivil halkı katletmesini unutup Osmanlı padişahına ağız dolusu hakaretler etmesi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) psikolojini anlamak açısından kafidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla devlet yönetimi, askeri ve sivil bürokrasiye emanet edilirken, köylüler köyüne hapsedildi, başkente girişleri yasaklandı. Din eğitimi, Kur’an-ı Kerim’i öğrenme faaliyetleri bütünüyle durduruldu. O. dönemlerde Anadolu’da Kur’an-ı Kerim kurslarına ve camilere dönük jandarma baskısı halen halk arasında anlatılır.

Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na ait tanklar
Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na ait tanklar 4 Şubat 1997'de Sincan'da motorlu yürüyüş yaparak Akıncı Üssü'ne gitmişti. (Hikmet Saatçi/AA)

 

Demokratikleşme Sancıları

Fransız İhtilali çok kanlı bir ihtilaldi. Cumhuriyetçilerle monarşi savunucuları arasındaki her güç dengesinin değişiminde on binlerce kişi katledilmiştir. Tek parti CHP’si Türkiye devrimini Fransız ihtilaline benzetmek için çok çaba sarf etmiştir. Ancak bir yönetici sınıfın kendi tarihine, kendi kültürüne, kendi dinine, kendi milletine karşı bu kadar gaddar, bu kadar ötekileştirici, bu kadar düşmanca bir tutum takınması, Fransız İhtilalinde dahi yaşanmamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, tek parti yönetimine son vermek için Serbest Fırka’yı kurdurmuş, ancak 1930’daki İzmir mitinginden sonra bırakın çok partili hayata geçmeyi devlet daha çok içe kapanmak durumunda kalmıştır. 1950 seçimlerini Demokrat Parti’nin kazanması sonucu Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk kez Türk halkının yönetime dahil olduğu bir cumhuriyet modeline geçilmiş oldu. Buna rağmen devletin iliklerine kadar işlemiş CHP kadrolarının Cumhuriyet rejiminin demokratikleşmesine hiçbir tahammülü yoktu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD), savaşın kaybeden ülkelerinin anayasalarını hazırlamış ve o ülkelerin yönetimini ABD’ye bağlamıştır. Bu nedenle 60 ihtilalinin tahlil edilmesinde CHP kadrolarının siyasi iktidarı yeniden ele geçirme arzusu kadar ABD’nin NATO konsepti ile Türkiye’yi zapturapt altına alma amacı da dikkate alınmalıdır.

 

Seçim Zaferine Karşı “İrtica”

60 ihtilaline giden siyasi sürecin bir benzeri 28 Şubat’ta yaşanmıştır. Dün devlet erkinin siyasilerin eline geçmesine isyan eden askeri ve sivil seçkinler, bu dönemde çok daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalmışlardır. 60 ihtilalinden beri devam eden askeri vesayet düzeni, devlet bürokrasisi ve aydın sınıf içindeki kontrolünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bugüne kadar devlet seçkinleri kendi tarihleriyle, dinleriyle, halkın değerleriyle savaşmış, Batılı değerlere neredeyse tapan siyasi, ekonomik ve kültürel bir sınıf meydana getirmişti. Bu nedenle İslamcılık geleneğinden gelen Necmettin Erbakan’ın iktidara gelişi bu sınıf tarafından hazmedilebilecek bir durum değildi.

Ancak Erbakan’ın Refah Parti’sinin (RP) karşısında direnecek hiçbir siyasi parti yoktu. RP’nin seçim zaferleri karşısında bugün sorsanız birçok kimsenin anlamını dahi bilmeyeceği “irtica” kavramı ortaya atıldı. Bir askeri darbe girişiminde askeri bürokrasi, darbe sürecinin en çok kullanılan, darbe başarısız olunca da yargılanan zümrelerini oluşturur. Bugün darbe yapmaya kalkışmaktan yargılanan generallere sorsanız yapmış oldukları vatan hainliğini, vatanperverlik olarak anlatırlar. 28 Şubat günlerinde elden ele dolaşan bir TÜSİAD Raporu vardı. Bu rapora göre RP, iktidarda kalırsa bir sonraki seçimde yüzde 65 oy alacak ve Cumhuriyet rejimini değiştirecekti. Bu nedenle “ulusalcı, Atatürkçü milli devleti” korumak için bu partinin hükümetten uzaklaştırılması gerekiyordu.

O dönemde devletin siyasi krizleri, demokratik yollarla çözüme kavuşturma kapasitesi bulunmuyordu. Darbenin gerçekleştirildiği süreçte, irili ufaklı muhalefet partileri darbecilerin yanında saf tuttu. Bugün demokrasi havariliğine soyunan partilerin, 28 Şubat darbesi karşısındaki tutumları manşetlerde yerini koruyor. Bunun dışında TÜSİAD, medya organları ve sendikalar topyekun darbe sürecinin parçası haline geldiler. Darbe girişimi, toplumsal olarak çok hassas bir mevzudan başladı. Büyük çoğunluğu yoksul ailelere mensup Anadolu’dan okumak için büyükşehirlere gelmiş başörtülü kız çocukları darbenin ilk hedefi olarak seçildi. Bu sürecin yönetilmesi için gerekli mayın eşeklerini ve kazıklı voyvodaları bulmak çok da zor olmadı. Böylece üniversitelerde yüzbinlerce genç kızın hayatını karartan süreç başlamış oldu. Neredeyse her yer kamusal alan ilan edilerek, dindar genç kızların en temel hakları olan din ve vicdan hürriyetleri ellerinden alındı.

Bir askeri idarenin adım adım bir toplumun nefes alma kanallarını nasıl boğduğunu gün gün yaşadık. Bağımsız ve tarafsız medya olarak markalanmış büyük gazeteler, her gün generallerin tehdit dolu mesajlarını manşet yapıyordu. Hükümeti şeriatı getirmekle suçlayan yazılar ve beyanatlar yayımlanıyordu. Bugün AK Parti hükümetlerini antidemokratik olmakla suçlayan köşe yazarları, darbecilerin aşağılık yağdanlığı haline gelmiş, dindarlara ve milliyetçilere ağız dolusu hakaretler ediyorlardı. Vakıflara, derneklere baskınlar yapılıyor; Batı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri, ilçelere ve beldelere kadar inerek denetimler yapıyorlardı. Tek parti dönemini yaşamış, 12 Eylül darbesini görmüş millet tir tir titriyordu. Hakimler, savcılar, gazeteciler brifinglere alınıyor; darbecilerin nutukları ayakta alkışlanıyordu.

Sonuçta, Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Refahyol hükümeti, darbecilerin çabaları ile düşürüldü. Darbeye destek veren Süleyman Demirel, askerlerin uygun göreceği bir hükümet kurduysa da darbeciler bu hükümete de kan kusturdu. Generallerin birçoğu hükümetin yıkılmasına önayak olan holdinglerde yönetim kurulu üyesi oldular. Askeri nüfuzlarını kullanarak bankaların içini boşalttılar. Bir süre sonra devlet yönetilemez hale geldi. 1999 Gölcük depremi olduğunda devlet üç gün sonra deprem alanına yetişti. Yüzbinlerce depremzede karşı karşıya kaldıkları yıkım ve sefalet karşısında kendilerine el uzatacak bir devlet bulamadı. Zira darbeciler, darbe destekçisi iş adamları ve medya tekelleri, ülkeyi fetret dönemine sürüklemişlerdi. Örneğin depremden birkaç ay sonra devlet yetkilileri, memur maaşlarını ödemekte zorlanınca yapılan dış yardımların maaşların ödenmesi için kullanılacağı söylentisi ortaya çıkmıştı.

 

Acının Rakamları

İnsan, zorlu bir sürecin içerisinden geçerken bütün gelişmeleri vücudunun her zerresinde hissederek yaşar, fakat felaketin derinliğini görmekte yine de zorlanır. Bekir Candemir küratörlüğünde İletişim Başkanlığı ve Beyoğlu Belediyesi’nin ev sahipliğinde açılan bir 28 Şubat sergisini ziyaret ettiğimde karanlık, ahlaksız millet düşmanı hainlerin bu millete yaşattıklarını bir daha yeniden hissettim fakat benim için en çarpıcı olan ortaya çıkan rakamlardı. Nitekim bilanço çok ağırdı.

“28 Şubat: Korku ve Yüzleşme” adlı serginin derlediği mağduriyet rakamları kısaca şöyle: Ülke genelinde fişlenen 6 milyon kişi, eğitim hakkı engellenen 6 yüz bin başörtülü genç kız, üniversitelere kaydı yapılmayan 10 bin öğrenci, çeşitli gerekçelerle okuldan atılan 2 bin öğrenci, eğitim almak için yurt dışına gitmek zorunda kalan 10 bin öğrenci ve milyonlarca liralık milli kaynağın yok edilişi. Bu süreçte İmam Hatip okullarına el konulduğu için öğrenci sayısı 700 binden 60 bine düştü. Genelkurmay brifingine 400 hakim ve savcı alındı. Disiplin soruşturmasına maruz kalan 33 bin 271 öğretmen, fişlenerek disiplin cezası alan 11 bin 890 öğretmen, görevinden istifa ettirilen bin 100 öğretmen, irtica suçlamasıyla işlerini kaybeden 3 bin 527 öğretmen ve 128 din görevlisi, YÖK’ten istifa ettirilen 139 akademisyen, işten el çektirilen 71 kaymakam ve irtica gerekçesi ile kapatılan 21 vakıf. 28 Şubat sürecinin ekonomiye toplam zararı 381 milyar dolar. Batırılan bankaların devlete yükü 17,3 milyar dolar.

Bütün bunlar olup bittikten sonra darbecilerin oluşturduğu yıkım ve devletin ülkeyi yönetemez hale gelmesi, 2002 şartlarını hazırladı. Bu iklim, AK Parti’yi iktidara getirdi. AK Parti iktidarında 60 ihtilali ile başlayan ve en son FETÖ hain darbe girişimine kadar süren askeri vesayete son verildi ve darbeciler yargılandı. Sonuçta millete kan kusturan insanlar tarih önünde sefil duruma düştüyse de 28 Şubat sürecinde milyonlarca vatandaşın ve yüzbinlerce genç kızın hayatlarından koca bir on yıl çalındı. Bu sancılar kolaylıkla geçecek, unutulacak sancılar değil.

Bugün ülkeyi vesayetçilerden kurtarıp sivil yönetime devreden ve Cumhuriyeti demokratikleştirmek gibi bir payeye ulaşan AK Parti’ye antidemokratik parti yakıştırmasında bulunanlar, tek parti zihniyetini taşıyan, 28 Şubat’ı desteklemiş darbe yanlısı kişiler. Elbette tarih bütün bu millet ve ülke düşmanlarını yargılayacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası