17 yaşındaki Nahel M. Paris'in Nanterre banliyösünde otomobille giderken trafikte polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurularak öldürüldü. Nahel M.'yi öldürmekle suçlanan polis hayatının tehlikede olduğu zannıyla Nahel’e savunma amaçlı olarak ateş açtığını iddia etti. Ancak sosyal medyada yayımlanan ve Fransız Haber Ajansı AFP’nin de doğruladığı videoya göre polisin iddiası doğru değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Nahel M.'nin öldürülmesinin ardından yaptığı ilk açıklamada olayı sert bir dille kınadı, yaşanan hadisenin "affedilemez" olduğunu söyledi: "Genç Nahel'in ailesine, onlarla dayanışma içinde olduğumuzu söylemek ve milletimizin sevgisini iletmek istiyorum. Öldürülen bir gencimiz var. Bu açıklanamaz, affedilemez. Olay hızla yargıya intikal etti. Umarım adalet en kısa sürede yerini bulacak". Nahel M.'nin cenazesinin kaldırılmasının ardından 5 binden fazla kişinin katıldığı yürüyüş, birkaç saat içinde polis ve güvenlik güçleri arasında çatışmaya dönüştü. Paris banliyölerinde Asnières, Colombes, Suresnes, Aubervilliers, Clichy-sous-Bois, Mantes-la-Jolie’de başlayan olaylar, daha sonra ülkenin başka şehirlerine de yayıldı. Göstericilerin hepsi Mağrip ya da Afrika kökenli Fransızlar değil elbette. İçlerinde aşırı solcu Fransız gençliği de var, hükümetin muhtelif politikalarına mesela emeklilik yaşı düzenlemesine karşı tepkisini halihazırdaki meydanda ortaya koymak isteyenler de. Ayrıca tepkisini ve öfkesini ortaya koymak için yakıp, yıkmak, kırıp dökmek, ateşe vermek banliyö çocuklarına mahsus bir durum değil, tarihi olarak Fransa’ya mahsus çok Fransız bir ifade biçimi.
Cumhurbaşkanının ifadesiyle Nahel’in ölümüyle sonuçlanan bu “affedilemez” hadise, Fransa’da “münferit bir hadise” mi? Ne oldu da Nahel’in birkaç saat matem havasında süren yası, 2005’ten bu yana ilk kez bu büyüklükte ve bir anda bütün ülkeyi en başta da Nahel gibi gençlerin içinden çıktığı banliyöleri rehin alan bir şiddet sarmalına dönüştü. Enerji fiyatlarının yükselişine tepki olarak 2018 Kasım’ında başlayıp aylarca süren protesto gösterileri, göstericilerin polisle çatışma, yağma, kamu binalarını ve otomobilleri ateşe verme olaylarında banliyö gençleri yoktu.
1980'lerde Lyon banliyölerindeki isyanlardan bu yana, bazıları yerel, bazıları büyük şehirlerde olmak üzere 40 yıldan bu yana en büyüğü 2005’te olmak üzere çok değil ondan fazla isyan yaşandı. Her seferinde bir ya da daha fazla genç polis tarafından öldürüldü ya da yaralandı ama her öldürme veya yaralama hadisesinde isyan da çıkmadı. Çıktığında gençler mahallelerindeki kamu binalarına, belediye binalarına, sosyal merkezlere, okullara saldırdılar, kırdılar, döktüler. Ancak dün de bugün de banliyölerdeki insanlar, Fransa’daki diğer toplumsal protesto hareketleri gibi örgütlenebilmiş ve tepkilerini kalıcı bir siyasi baskıya dönüştürebilmiş değiller. Her seferinde aynı başlıklarla haber oluyorlar, aynı analizlere konu oluyorlar ve olaylar bittikten sonra da bir sonraki olaya kadar konuşulmuyorlar.
2005’te Ne Olmuştu?
Paris’in Clichy Sous-Bois banliyösünde 15 yaşındaki Bouna Traore ile 17 yaşındaki Zyed Benna ve 17 yaşındaki Muhittin Altun bir futbol maçından dönerken polisin kimlik kontrolünden kaçıp trafoya girmişlerdi. Afrika kökenli 2 gencin öldüğü olayda Urfalı Türk genci Muhittin Altun da tepeden tırnağa yanmış günlerce hastanede tedavi edilmişti. Tıpkı Nahel’de olduğu gibi cenazeler kaldırılırken var olan matem havasından kısa bir süre sonra dönemin İçişleri Bakanı Nicholas Sarkozy’nin deyimiyle Fransa’yı en büyük ve en karmaşık krizlerinden biriyle karşı karşıya bırakmıştı. Sarkozy’nin banliyödeki gençleri “ayaktakımı” olarak tanımlaması ve “temizlikten” söz etmesiyle çatışmalar daha da büyümüştü.
NTV ve Sabah Gazetesi’nin Paris muhabiri olarak sokakları ateşe veren banliyö gençleriyle ve hiçbir hadiseye katılmadığı halde bu ateşten her seferinde herkesten daha fazla yanan, mağdur olan gençlerle de konuşmuştum. Birinciler ne anne-baba ne polis ne devlet otoritesi tanımayan öfkeli, kin ve nefret duygularının esir aldığı çoğu suç olaylarına karışmış kimliksiz gençlerdi. Onlar, dedeleri Fransa’nın eski sömürgelerinden gelmiş binbir zorlukla hayatlarını idame ettirmiş Mağripli ve Afrikalı, üç dört nesil sonra artık geldikleri toprakla zerre kadar ilişkileri kalmamış, doğup büyüdükleri Fransa’da da protesto etmeyi, yakıp yıkmayı öğrenmiş Fransız banliyö çocukları ve gençleriydi. "Gece sokağa çıkma yasağı ilan ederlerse, biz de gündüz yakarız" diyorlardı.
Olayların en şiddetli yaşandığı banliyölerden birinde Aulny Sous Bois’da ikamet ediyorlardı. Kahvede tanıştığımız Fas kökenli Kerim’in aracılığıyla, sabaha karşı 2-3 gibi buluştuk onlarla. O zamanlar gündüzden ziyade tam o saatlerde otomobilleri ateşe veriyorlardı. Yaşları 12-18 arasında değişiyordu, biraz önce size derdini anlatmaya hazırlanırlarken, biraz sonra size saldırmayı planlıyorlardı. “Ne istiyorsun devletten, hükümetten?” diye sormuştum, üç kere “Para, para, para” diye bağırmıştı. Bir diğeri “Dur bakayım ne desem acaba” diye dalga geçip “Haah buldum işte” diye devam etmiş, kameraya odaklanıp Sarkozy’e peş peşe en ağır küfürleri sıralamıştı. Bir diğeri “Okullarda bize yer yok. O iş yerlerinde de nasılsa biz çalışmıyoruz, yansın" diyordu. O ne diyor, bu ne yapıyor diye bakarken, Kerim sırtımdan itip “Hadi otomobile” diye bağırdı! Farkında değilmişim, içlerinden birkaçı kameraya göz dikmiş ve belki birkaç dakika sonra da otomobile saldırmayı planlıyorlardı ki bu o dönemde gazetecilerin yaşadığı adi vakalardandı. Kerim’in dediğine göre “Bu gençler Fransa'yı korkuttuklarını anlamışlardı, hayatlarında ilk kez akşam olunca haberleri dinlemek için televizyonun başından ayrılmıyorlardı”.
Banliyöler bu gençlerden ibaret değil, onlar her şeye rağmen ve her zaman azınlıktalar. Şiddete hiç bulaşmayan, sistemin etrafına ördüğü duvarlarla mücadele ederek hayata tutunan, helalinden hayatını kazanmaya çalışan milyonlarca genç var Fransa’da. Zaten Mağrip kökenli ailelerin üçüncü, dördüncü kuşak gençleri ve yetişkinleri bir anda ülkeyi terk etmeye kalksa hastaneler, PTT, metro ve tren şirketi RATP çöker, bütün sistem felç olur. 2005 olaylarında konuştuğum Afrikalı siyahi bir genç vardı, adı Halid. “Ben Fransız’ım, bu cumhuriyetin çocuğuyum. Ama Paris'e indiğimde yüzüme acaba bu çocuk ne çalmıştır, ne suç işlemiştir diye bakıyorlar. Bu beni o kadar üzüyor ve hırpalıyor ki" demiş ve gözleri dolmuştu. Okulunu bitirince Amerika'ya ya da İngiltere'ye gideceğini söylemiş "Duyduğum kadarıyla oralarda bizim gibi insanlara daha iyi davranıyorlarmış" demişti.
2005’teki olaylarda teknolojik yenilik telefonlardaki SMS idi. Hangi otobüs durağını ateşe vereceklerini SMS ile bildiriyorlardı birbirlerine, bugün akıllı telefonların ve sosyal ağların türlü türlü nimetleri var! Elbette sosyal medyanın günümüzdeki sokak olayları ve isyanlarında fevkalade negatif bir tesiri var. Ancak dün de bugün de yaşanan şiddet sarmalına dair mesele, Cumhurbaşkanı Macron’un beyanlarına rağmen bundan ibaret değil elbette! Le Monde Gazetesi’nin haberine göre, otomobilde Nahel M. dışında iki genç daha var, biri kaçmış diğeri ise gözaltında. Polis ilk ifadesinde Nahel M.’nin kendilerine zarar vermek amacıyla araçlarını üzerlerine sürdüğünü söylerken, AFP Haber Ajansı’nın teyit ettiği görüntülere göre ise durum hiç de böyle değil. Videoda aracın yanında iki polis memuru görülüyor. Biri aracın camından silahını doğrultuyor ve Nahel M. kaçmaya çalıştığı sırada yakın mesafeden ateş ediyor. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin de kolluk kuvvetlerine desteğini açıklarken sosyal medyada paylaşılan bu videonun “şoke edici” olduğunu kabul etti.
Nahel M. Fransa’da polisin trafik uygulamasında bu yıl öldürülen ikinci kişi oldu. Nahel’den iki hafta önce 19 yaşında Gine asıllı bir genç de Angouleme’de aynı şekilde üstelik işe giderken polis tarafından öldürüldü, geçen yıl aynı şekilde 13 kişi öldü Fransa’da. Banliyölerde kolluk güçlerinin karşı karşıya kaldığı gerilimleri yönetmenin kolay olmadığı sır değil. Ancak Fransa’da kolluk kuvvetlerinin saldırganlığı ve bunun herhangi bir yaptırımının olmaması da sır değil. 2005’teki olaylarda yargılanan iki polis memurunun davası, polis telsizinde "trafoya girerlerse, oradan canlı çıkma olasılığı az" beyanı üzerine yoğunlaşmıştı. Her ikisi de 2015’te beraat etti. Üstelik polis Macron döneminde plastik mermi ve tartışmalı başka tip silahlarla da donatıldı. Gençler çoğu zaman bu kontrollerden çok sıkıldıkları ve sadece polise karşı halihazırda duydukları öfke sebebiyle onu alt etmek adına da kimlik kontrolünden kaçıyorlar.
Fransa’daki Şiddet Sarmalı Durdurulabilir mi?
Elbette durdurulur. Geçen sefer yüzlerce genç gözaltına alındıktan ve OHAL ilan edildikten sonra olaylar durdu. Başyazısında şehrin en fakir sakinlerinin daima küme düşme ve terk edilme duygusuna karşı mücadele, ulusal bir öncelik olmalı diyen Le Monde Gazetesi’nin önerisini siyasete dönüştürmek mümkün mü? Bir tarafta dünyanın en zengin 7 ülkesinden birinin başkentinin gökyüzüne saldığı görkemli ışıkları, diğer tarafta onun periferisinde trenle yarım saat, 45 dakika mesafedeki ışıksız hemen herkesin aynı dertlerden muzdarip olduğu banliyöler. Bir tarafta zenginliğin, başarının, emperyal devletin sahipleri diğer tarafta sömürgeleştirilmiş toprağın sakinlerinin fakirliği, itilip kakılması ve terk edilmişlik. Madden ve manen soyulmuş ülke insanlarının hayatta kalma mücadelesi verirken, madden kaybettiklerinin izinde ve aslında bir şekilde hayatta kalmak üzere göç ettikleri bu topraklarda öteden beri ikinci üçüncü sınıf görülmesi ve hemen her tür ayrımcılığa maruz kalmaları. Zadig Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre Cumhuriyet bu bölgelere "sakin sayısına göre başka yerlerden dört kat daha az kaynak" veriyor. Fazladan onlar bugün aşırı sağ tarafından “işgalci” diye etiketlenirken, Macron hükümetinin çıkardığı yasalarla meşrulaşmış İslam düşmanlığı söyleminin sabah akşam hedefindeler! Fransa’nın bütün kamu binalarında yazılı olan özgürlük, eşitlik, kardeşlik tabiatıyla onlara bir şey demiyor! Ve işte yarın öbür gün bastırılacak bu hadiselerden sonra hayatları düne göre biraz daha zor olacak.