Kriter > Dış Politika |

15 Temmuz'dan 16 Nisan'a Avrupa'nın Türkiye Hazımsızlığı


Avrupa kıtasının çocukluk dönemi hastalığı olan ve olgunlaştıkça yüzleşerek iyileştiklerini sandığımız bir rahatsızlığını artık karakter özellikleri olarak kabullendiklerine şahitlik ediyoruz.

15 Temmuz'dan 16 Nisan'a Avrupa'nın Türkiye Hazımsızlığı

Avrupa kıtasının çocukluk dönemi hastalığı olan ve olgunlaştıkça yüzleşerek iyileştiklerini sandığımız bir rahatsızlığını artık karakter özellikleri olarak kabullendiklerine şahitlik ediyoruz.

Avrupa’da son yıllarda tırmanışa geçen ve her seçimde daha fazla kanıksadıkları aşırı sağ, faşizmin modern görünümlü ve yaldızlı bir ambalajla piyasaya sürülmesinden başka bir şey değil. Faşizm artık Avrupa’nın sindirdiği hatta karakter özelliği haline getirdiği bir olguya dönüştü. Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda beklenen sonuç ortaya çıktı.

Milliyetçi Cephe lideri Marine Le Pen, denenmemiş bir siyasi formasyonun lideri olan Emmanuel Macron ile birlikte 7 Mayıs’ta yapılacak olan ikinci tur seçimlerinde yarışacak. Eğer bu satırları 7 Mayıs’tan sonra okuyor iseniz muhtemelen Emmanuel Macron’un Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı olduğuna şahitlik ediyor olacaksınız. Çünkü Fransa’daki tüm siyasi oluşumlar -aşırı sol hariç- Le Pen’e karşı Macron’u destekleyecek. Peki bu aşırı sağa, ırkçılığa ve faşizme karşı gerçek bir mücadele midir? Dahası “Avrupa sosyolojisi aşırı sağı reddetmektedir” diyebilir miyiz? Fransa’da Le Pen’e oy veren 6 milyondan fazla seçmenin verdiği mesajı iyi okuyor muyuz?

15 Temmuz Avrupa İçin Yarım Kalmış

Bir Operasyon Aslında bu gelişmeleri Türkiye’den takip eden bizler Avrupa’nın aşırı sağ ile dansını ülkemizle ilgili dosyalarda açık bir şekilde izliyoruz. Türkiye cephesinden Avrupa nasıl görünüyor, Avrupa’nın “Türkiye hazımsızlığı”nı nasıl okuyoruz, biraz bunları ele alalım.

15 Temmuz darbe girişiminden 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için yapılan referanduma kadar geçen sürede Avrupa ülkeleri, özellikle de bu ülkelerin “Alman parantezi” diyeceğimiz kesimi Türkiye’ye cephe açmak bir tarafa sınırı aşan bir saldırı yürüttüler. Cephe çizgisi çizmek yerine Türkiye’yi adeta retorik ve algı operasyonu bombardımanına tuttular. Ancak bu politikanın sadece Alman parantezi ile sınırlı olduğunu varsaymak fazla naiflik olacaktır. Burada altını çizelim Avrupa ve ABD hattının ya çok derinlerinde ya da üstlerinde bir damar, Türkiye konusunda kafalarında tasarladıkları bir projeyi gerçekleştirmek için Arap ülkelerinde yaşanan başkaldırı hareketlerinden bu yana çeşitli girişimlerde bulunuyorlar. Mesela 2013 yazındaki Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık yargı darbesi girişimi ve bu saldırıların en uç noktası olan 15 Temmuz darbe/işgal girişimi. Batı’daki bu damarın söz konusu girişimin başarıya ulaşamamasından duyduğu rahatsızlığı neredeyse günlük olarak gözlemliyoruz.

Darbeye karışan asker, yargı mensubu, destek veren gazeteci, akademisyen vs. kimseyi atlamadı Almanya. Mutlaka kapılarını açtı. Gelme cesareti bulamayanlara resmen çağrı yaptı. Türkiye’ye muhalif herkesi kabul edecekleri açıklaması bizzat bir Alman bakan tarafından açıklandı. Darbe girişiminde yayınlanan sözde “Yurtta Sulh Konseyi” bildirisi aslında dışarıda darbeden sonra yaşanan gelişmeleri net bir şekilde açıklıyor. Yurtta Sulh Konseyi bildirisinde en önemli vurgular uluslararası ilişkilere ilişkindi. Belli ki sınırlarımız dışındaki bazı odaklara bekledikleri tavizi vereceklerine dair bir vurgu vardı o metinde. Darbe girişimi dünya demokrasi tarihine önemli bir sayfa olarak geçecek bir şekilde millet tarafından bastırıldı. Milletin, liderinin çağrısına uyması ile sokaklara inen irade tankları, uçakları durdurdu.

“Diktatör” ve “otokrat” dedikleri bir liderin tek cümlesiyle milyonları sokağa dökmesinin de hiçbir anlamı yok mu bu ülkeler için? Bir daha düşünmeleri gerekmiyor mu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “diktatör” sıfatını kullanırken? Darbenin başarıya ulaşması olasılığı karşısında yarınını, canını düşünmedi Türk insanı. Bunları Avrupa görmedi mi? Demokrasi adına bu refleksin ne anlama geldiğini okumuyor mu Avrupa siyaset sınıfı? Kendi demokrasi standartlarının da, kendilerine sıra dışı gelen ve asla tecrübe edemeyecekleri bu direnişle yükseldiğinin farkında değiller mi? Kuşkusuz farkındalar. Ancak 15 Temmuz’u “yarım kalmış bir operasyon” olarak gördükleri için açıktan saldırıya geçtiler. Açık açık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast çağrıları yapıldı.

Avrupa “Hayır”ın Orkestra Şefi

16 Nisan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumu için “evet” cephesine her düzeyde sansür uygulamakla yetinmeyip “hayır” cephesinin destekçisi olmanın da ötesine geçerek bizzat orkestra şefi oldular. Avrupalı karar vericiler ve Avrupa basınına bakacak olursanız 17 Nisan sabahı Türkiye’de “sultanlık” ilan edildiğini sanabilirsiniz. Halkın oylarıyla kabul edilen ve 2019’daki seçimlerin ardından yürürlüğe girecek olan bir Anayasa değişikliğinin referandumun sabahında işlevselleşeceği gibi bir algı kondu ortaya. İğneyi kendimize batıralım. Bütün ön yargılarına karşın Anayasa değişikliğini daha iyi anlatmamız gerekiyordu Batı kamuoyuna. Hayır, 17 Nisan sabahı bu Anayasa değişikliği hayata geçirilmeyecekti. Evet 600 vekile çıkarılıyordu vekil sayısı. Çünkü AB ortalaması vekil başına 53 bin kişi iken, Türkiye 600 vekile rağmen 120 binlerle en düşük temsil oranına sahip ülke statüsünü koruyordu. Evet, seçilme yaşı 18’e düşüyordu. Çünkü Avrupa’nın yüzde 73’ünde seçilme yaşı 18 idi. Kendilerinde yürürlükte olan uygulamalar neden bize gelince antidemokratik oluyordu, bu sorunun cevabı var mı?

16 Nisan referandumu için “evet” cephesine fiziki baskı uygulandı, “hayır” cephesinden hiçbir destek esirgenmedi. Hatta AGİT heyeti ile referandum çalışmalarını izlemek üzere Türkiye’ye gelen Danimarkalı parlamenter Nikolaj Villumsen’in açıkça HDP propagandası yaptığına dair onlarca fotoğraf yansıdı kamuoyuna. Neredeyse hayır cephesine, “Siz bu kampanyayı yeterince iyi yürütmüyorsunuz. Çekilin kenara, ben geldim” mesajı da veriyor bazı AGİT üyelerinin bu fotoğrafları. Aynı vekiller Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (PACE) tarafından Türkiye’nin denetime alınmasının tartışıldığı oturumda sesi en fazla çıkan isimler oldular.

Tarafsızlık, adalet, eşitlik... Bu kavramların Avrupa ülkelerinde ne kadar kolay bir şekilde rafa kaldırıldığına 11 Mart günü Rotterdam’da tanık olduk. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın otuz metre yürüyerek Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğuna girmesine izin verilmemişti. Bütün olan bitenler çok planlı bir Türkiye operasyonunun birbirini izleyen halkaları. Bu saptamayı yaparken klasik yargılardan yola çıkmıyorum. 15 Temmuz-16 Nisan parantezinde tırmanışa geçen olayların sakince analizi bizi bu sonuca götürüyor.

Avrupa ve ABD’de bir damar Türkiye’yi kabullenmekte, hazmetmekte zorlanıyor ve istediği parçalara ayırmak istiyor. Tablo budur.

Avrupa Türkiye’den Kopamaz

Peki Türkiye-AB ilişkileri ne olacak?

Türkiye, Avrupa kıtasından tamamen kopsun, bütün ilişkilerini kessin mi?

Öncelikli olarak Türkiye ve Avrupa arasındaki ekonomik ilişkiler, orada yaşayan milyonlarca Türk, Batı dünyasının savunma ve güvenlik konularında ülkemize duyduğu ihtiyaç böyle bir seçeneği olanaksız kılıyor.

Türkiye Avrupa’dan, Avrupa da Türkiye’den kopamaz.

Ancak kurumlarla ilişkileri daha gerçekçi bir çerçevede yeniden tanımlamak kaçınılmaz hale geldi. Konjonktürel adımlar atan vizyonsuz Avrupa siyasetçilerinin politikalarına bakmayın. Türkiye’siz Avrupa “kanatları parçalanan bir uçak gibi” yere çakılmaya mahkumdur. Üstelik aşırı sağın yükselişinin kanıksanması, İngiltere’nin AB’den çıkış operasyonu bu uçağın hızla inişe geçtiğini de gösteriyor. Bu inişi ve hızla çakılmayı engelleyecek olan buton ise eski kıtanın yeni dünya dengeleri ile bağını kuracak olan Türkiye’nin elinde. Başta mülteci krizi olmak üzere mevcut krizlerden çıkış reçetesi de Türkiye’de olduğu gibi. Avrupa bunları iyi düşünmelidir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası