Linç, insanlık tarihinde her zaman yer edinmiş bir davranış biçimidir. Tarihin tozlu sayfaları, insanların ortak fikre sahip oldukları düzlemde şiddet içerikli bu eylemin haklı ya da haksız şekilde gerçekleştirildiğine tanık olmuştur. Analitik psikolojinin kurucusu Jung, bu kolektivitenin nesilden nesle aktarıldığı tezini ortaya koyar. Jung’a göre insanlığın kolektif bir bilinçaltı oluşmuştur. İletişim şeklinin çok değiştiği bu çağda dahi insanlar bir şekilde linç davranışını yaşatıyor. Linç kültürü, artık kendini yeni dönemin “kamusal alanı” olarak gösterilen sosyal medyada gösteriyor. Sosyal medya üzerinden yapılan linç girişimlerinde hedefteki kişiye yönelen tepkinin gerekçesi, kişilerin düşünce ve davranışlarından daha mikro bir düzeye iniyor.
Toplumda en çok eleştirilen konulardan biri olan “ötekileştirme”, gerçek yüzünü özellikle sanal ortamda daha kolay bir şekilde gösteriyor. İnsanlar, ötekileştirilmekten son derece rahatsız olduklarından dem vururken, öte yandan söz konusu ötekileştirme zincirinin bir halkası olmaktan da kaçınmıyorlar. Sosyal medya son 10 yılda özellikle Z kuşağının, yani “dijital yerli”lerin aktif katılımıyla daha dinamik bir ortam haline geldi. Bu dinamizm, maalesef, bilginin veya değerlerimizin çabucak kirletilebileceğini de bize gösterdi. Bir kişinin veya bir ekibin, herhangi bir söylentiyi dahi elinde evirip çevirerek karanlık bir noktaya itelemesiyle birlikte, değer verilen kişiler, bilgiler veya veriler bir şekilde değersizleştirilmeye çalışılabiliyor.
Hedef Gösterme
Bu bağlamda, sosyal medyada linç edilenler arasına her geçen gün yenileri eklendiğini görüyoruz. Bunun son örneği, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülleri töreninde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müzik alanındaki ödülü verdiği Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur’dan oluşan ve yıllardır müzikseverlerin gönlünde ayrı bir yer edinen MFÖ oldu. MFÖ grubunun solisti Mazhar Alanson, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldığı ödül sonrası yaptığı konuşmada, “Bunca yıldır çok ödül aldık. Maalesef taşınmalardan dolayı saklayamadım. Ama bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım” ifadelerini kullandı. Bu konuşmanın ardından sosyal medya üzerinden MFÖ grubu üyelerine yönelik yoğun bir linç kampanyası başlatıldı. Başlatılan linç kampanyasına -sözde- Türkiye’nin ayrımcılıktan en fazla dem vuran gazetecileri bile dahil oldu.
Şöyle biraz geriye gidelim. 2016’da Türkiye’nin yetiştirdiği belki de en büyük oyunculardan biri olan Şener Şen, sinema alanında Cumhurbaşkanlığı tarafından ödüle layık görülmüştü. Bu süreçte de maalesef aynı minvalde olaylar yaşanmıştı. Şen ise yaptığı konuşmada, “Bu ödülü toplumsal barışımıza bir katkısı olması umudu ile kabul ediyorum” ifadelerini kullanmıştı. Toplumsal bütünleşmeyi ve görüş farklılıklarına rağmen kültür-sanatta birleşmeyi temel edinen bir konuşmanın ardından bile Şen hedef tahtasına oturtulmuştu. Sosyal medya üzerinden, Şener Şen gibi hayatını sinema sektörüne adamış bir aktörü hedef alan yaralayıcı ifadeler kullanılmıştı.
Bu dijital linçten kimler nasibini almadı ki? Nobel ödüllü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar bile acımasızca eleştirildi. “Günlük siyasette boğulmayın, bilimle uğraşın” diye uyarmasına rağmen eleştirilerin odağı olmuştu Sancar. Alev Alatlı da benzer şekilde dijital linçten nasibini alanlar arasındaydı. Alatlı, 2014’te Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ithafen, “Dünya 5’ten büyüktür dediğinizde biliyor musunuz ‘evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda gerçeği söylemek devrimciliktir’ diyen George Orwell sizi ayakta alkışlardı” cümlesini kurmuştu. Bu sözleri neticesinde sosyal medyada ağır bir linçe maruz kalmıştı. Fakat Alatlı bu linç hareketini de önceden sezercesine şu ifadeleri kullanmıştı: “Bir kalem darbesiyle atarlı ergenleri sokağa döken yazar, alevler afakı sardığında suç mahallinde değilse, olayları evinden seyrettiğini ifade edebiliyorsa yasal olarak suçsuzdur ama helal değildir yaptığı.”
Değerlerin Harcanması
Oluşan “dijital linç kültürü”, adeta binasının pis su borusunu bir nehre bağlayan ve “herkes yapıyor” diyerek kendini bireysel sorumluluktan sıyırdığını düşünen kişiler gibi değerlerimizi acımasızca lekeleyebiliyor. Bu örneği daha önce Gezi Olayları sırasında da gözlemlemiş ve tecrübe etmiş bir ülke olarak, bu linç kültürünün değerlerimize nasıl saldırgan bir yaklaşım gösterdiğini de mercek altına almak gerekiyor. Bu dijital linç yığınının arasında kalmak elbette ki bu kişiler gibi kalitesini kanıtlamış insanları çok etkilemez fakat kitlesel bilinçaltında oluşturduğu yaraların, ülkemizin sanat mirasında olumsuz anılar bırakacağı şüphesiz.
İsimleri ve altına imza attıklarının sosyal karşılığını ve oluşturdukları toplumsal hacmi düşündüğümüz zaman bile aslında Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamın ne kadar doğru tercihler yaptığını görmek mümkün. Oysaki bu isimler, ötekileştirilmenin kulağımızdaki yankısını silebilecek isimlerdi. Fakat bazı kesimler hala -artan kullanımıyla birlikte her ne kadar anlamını yitirse de- Beyaz Türklerin kemikleşmiş yapısını kollama gayretinde.
Sosyal medya, nefretlerini bir yığın haline getirmeleri için uygun bir alan sağlıyor bu kişilere. Daha önce ülkemizde fiziksel ve sözlü şiddet boyutunda olan bu tür zorbalık şimdi ise siber dünyada etkisini gösteriyor. İngiliz yapımı Black Mirror dizisinin “Hated in the Nation” bölümünde de incelenen dijital linç, sosyal medyanın ötekinin üzerine çullanmak için gayet uygun bir yer olarak görenlerin, bu davranışlarının nasıl sonuçlara yol açabileceğini de gözler önüne seren güzel bir örnek.
Muhalefetin Ötekileştirdikleri
Dijital dünya artık kamusal alanın önemli bir parçasıdır. Analog olanın dijital olana göre “obsolete” (eskimiş, eskiyen, artık kullanılmayan) olarak kaldığı bu dönemde, linç kültürünü de dijital bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Foucault, her topluluğun yaşayabilmesi için bazı kişileri ve bazı düşünceleri sistem dışına iterek kendi alanını çizdiğini söyler.
Türkiye’deki muhalefetin sistem dışında tanımladığı ve kendi ekosisteminde oluşturduğu hastalıklı takıntısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan’ın ödül verdiği sanatçılardan, iftar sofrasına oturan kişi, kurum ve kuruluşlara kadar herkes sistemin “ötekisi” olarak tanımlanıyor. Söz konusu kişileri, ortak küme algısından klavye vuruşlarının yapabildiği kadar öteye konumlandırmaya çalışıyorlar. Burada esas dikkat edilmesi gereken husus şu ki; toplumsal fayda gözetilerek birleştiriciliğin ışığında sahiplenilmesi gereken şey, Cumhurbaşkanlığı makamınca ödül alabilecek kültür ve sanat hazinelerini gelecek nesillere tanıtabilme fırsatı. En azından Cumhurbaşkanlığı’nın tüzel kişiliği dikkate alınarak bu yapılabilir. Eskilerin “makama saygı” itibarıyla göz önüne aldığı bir yaklaşımdır bu.
Kültür ve sanat, bizi derinleştiren, toplum olma bilincimizi tetikleyecek ortak değerlerimizdir. Bu bağlamda değerlendirirsek, dijital linç çağında değerlerimize daha çok sahip çıkmamız gerekiyor. Çünkü dijital çağın yaşantımıza getirdiği dinamizm, değerli olanı tüketirken de aynı hızda davranmamıza sebep oluyor. Günün sonunda belki de MFÖ’nün şu sözlerine kulak vermeliyiz: “Sizin oralar nasıl diye sorarsa, Çekirdek çitliyoruz seyrederek, Sarsıcı olaylara sabrederek, Hayret makamında bize bu kısmet.”