Türkiye ve Yunanistan arasında 2002’de başlayan ve 2016’da kesilen görüşmeler, iki ülke arasındaki Doğu Akdeniz gerginliğinin hafiflemesi ile Ocak 2021’de “istikşafi görüşmeler” adı altında yeniden başlatılabilmiş, heyetler bir yıl içerisinde üç defa bir araya gelebilmişlerdi. Başlayan bu yeni yumuşama ve görüşme sürecinin, iki ülke arasında mevcut olan köklü sorunların gerilim doğurma potansiyelinin hala devam ettiği gerçeğini değiştiremediğini görüyoruz.
Yunanistan, özellikle 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı saldırı sonrasında Türkiye’yi hedef alan açıklamalarını yoğunlaştırmış, böylelikle “hukuk dışı davranan saldırgan Türkiye” algısı oluşturma ve bazı devletlerin Türkiye üzerinde baskı kurmasını sağlama çabasına girişmiştir. Bu durum iki ülke arasında yeni bir gerginlik döneminin başlamasına yol açmıştır.
İki ülke arasında istikşafi görüşmeler adı altında yeniden başlamış olan yumuşama ve görüşme sürecine rağmen Yunanistan’ın gerginlik politikasını seçmesinin iç politika ve uluslararası kamuoyu nezdinde kendine özgü bazı sebepleri varken, Türkiye’ye yönelik “hukuk dışı eylemler” gerçekleştirdiği suçlamalarının ne derece gerçeği yansıttığının ve hangi hukuki esaslara dayandığının da özellikle sorgulanması gerekmektedir.
Ege Denizi’nde İkili Sorunlar ve Önemli Müzakere Süreçleri
Öteden beri Ege’de “tek sorun” yaklaşımını sürdüren ve kıta sahanlığı sınırlandırma sorunu dışında diğer sorunun varlığını kabul etmeyen Yunanistan’ın söz konusu yaklaşımı bir yana, iki ülke arasında Ege Denizi adalarına, deniz alanlarına ve hava sahasına dair çözülmesi gereken önemli sorunlar bulunmaktadır.
Kökenleri epey eskilere dayanan sorunlardan birini Yunanistan’ın silahlandırmaması gereken Doğu Ege adalarını silahlandırması oluşturmaktadır. Yunanistan’ın Doğu Ege adalarından Rodos, İstanköy ve Limni adalarını silahlandırmaya başlaması üzerine Türkiye, 1964 ve 1969’da Yunanistan’a resmi notalar vererek itiraz etmiş, Yunanistan ise cevabi notalarında, antlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını, ilgili uluslararası antlaşmalara saygılı olduğunu, yapılmakta olan çalışmaların sivil havacılık ihtiyaçları ile ilişkili olduğunu ifade etmiştir.
Ancak Yunanistan 1974’ten sonra adaları açıkça silahlandırmaya devam etmiş ve eylemlerini bazı hukuki gerekçelere dayandırmaya çalışmıştır. Yunanistan’ın silahlandırma eylemleri günümüzde de sürerken Türkiye, tepki seviyesini daha da artırarak itirazlarını devam ettirmektedir.
İki taraf arasında bir başka sorun, kökeni yine eski düzenlemelere dayanan Yunanistan ulusal hava sahasının genişliğidir. Yunanistan 1936’da yaptığı hukuki düzenleme ile karasuları genişliğini 6 deniz mili olarak belirlemiş ancak 1931’de 10 mil olarak belirlediği ulusal hava sahası genişliğini değiştirmeden uygulamaya devam etmiş ve etmektedir. Türkiye, bu durumun uluslararası hukukun ilgili kurallarına açıkça aykırı olduğunu, Yunan ulusal hava sahasının karasularından daha geniş tatbikini tanımadığını beyan ederek, uygulamada da tanımadığını gösterir şekilde hareket etmektedir.
1973’ten beri iki taraf Ege Denizi’nde kıta sahanlığı sınırlandırmasına dair bir anlaşmazlık da yaşamaktadırlar. 1973 sonunda Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı üzerinde petrol arama ruhsatları ilan eden Türkiye’nin ruhsat alanlarına Yunanistan itiraz etmiş, bir yandan Türkiye’yi protesto ederken diğer yandan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurmuştur.
Kıta sahanlığı sorununun çözümü için 1970’ler ve 1980’lerde yapılan görüşmelerde bir sonuca ulaşılamamış, 11 Kasım 1976’da iki ülkenin kabul ettikleri Bern Deklarasyonu uyarınca, Ege kıta sahanlığı ile ilgili herhangi bir girişimden veya sorunu tırmandırıcı eylemlerden kaçınmayı yükümlendiklerini beyan etmişler, söz konusu yükümlülükler, Mart 1987 krizi (Mart Krizi) gibi istisnai dönemler hariç çoğu kez uygulanmış, sorun bir nevi dondurulmuş olmakla birlikte varlığını devam ettirmiş ve ettirmektedir.
İki taraf arasındaki bir başka önemli sorun, çoğunlukla Doğu Ege Denizi’nde nispeten büyük adaların etrafındaki bazı adacıklar üzerinde yaşanan egemenlik uyuşmazlıklarıdır. Söz konusu sorun ilk kez 1995’te Kardak (İkizce-İmia) Kayalıkları üzerinde yaşanan uyuşmazlıkla su yüzüne çıkmıştır.
Türkiye açısından Ege Denizi’nde başat öneme sahip sorunun, Yunanistan’ın muhtemel karasuları genişliği sorunu olduğu söylenebilir. 1936’da karasularını 6 deniz mili olarak belirleyen Yunanistan, 1970’lerin ortalarından başlayarak, özellikle Üçüncü BM Deniz Hukuku Konferansı esnasında, Ege Denizi’nde karasuları genişliğini 12 mile çıkarmayı planladığını beyan etmeye başlamıştır. Yunan hükümeti, “uygun ve ulusal çıkar açısından faydalı” bulduğunda karasuları genişliğini 12 deniz miline çıkaracağını beyan etmektedir.
Bu tutum karşısında Türkiye, Yunanistan’ın bu yönde herhangi bir fiili eylemini önlemeye yönelik itirazlarını baştan beri sürdürmüş, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 8 Haziran 1995 tarihli oturumunda, Yunanistan’ın karasularını genişletmeye yönelik muhtemel girişimi karşısında Türkiye’nin “hayati çıkarlarının korunması ve savunulması için” Türk Hükümeti’ne, askeri alanda gerekli görülebilecekler de dahil olmak üzere tüm yetkileri vermeyi oy birliğiyle kararlaştırmıştır.
Buraya kadar sayılan ve Türkiye’nin Ege Denizi’nde bazı adacıklar, deniz alanları ve hava sahası üzerindeki egemen haklarını doğrudan ilgilendiren sorunların çözüme kavuşturulması, Türkiye ve Yunanistan arasında uzun yıllardır yaşanan gerginliklere son verilebilmesinin olmazsa olmaz şartını oluşturmaktadır.
Günümüze kadar iki ülke esasen müteaddit görüşme gerçekleştirmişlerdir. Geleneksel olarak Ege sorunlarına görüşmeler yolu ile “adil, kalıcı ve kapsamlı” çözüm bulunmasını talep eden Türkiye, Yunanistan ile 12 Mart 2002’de Ankara’da “istikşafi görüşmeler” adı altında bir görüşme süreci başlatmış, söz konusu süreç 2016’ya kadar devam ettirilerek 60 tur görüşme gerçekleştirmiştir. İstikşafi görüşmelerin yapıldığı dönemde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) gibi çeşitli mekanizmalar da geliştirilmiş ve üst düzey ziyaretlerde artış görülmüştür.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 7-8 Aralık 2017’de Atina ve Gümülcine’yi kapsayan resmi bir ziyaret gerçekleştirmiş, iki ülke arasında Devlet Başkanı düzeyinde 1952’den beri yapılan ilk resmi ziyaret olmuştur. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras 5 Şubat 2019’da Türkiye’ye bir çalışma ziyareti yapmıştır.
2019 ve 2020’de iki ülkenin Doğu Akdeniz’de yaşadıkları gerginlik hafifletilmiş, Türkiye ve Yunanistan 5 yıl aradan sonra, 25 Ocak 2021’de İstanbul’da, aynı yıl içerisinde Atina ve Ankara’da olmak üzere üç defa bir araya gelmişlerdir.
Yunanistan’ın Gerilimi Tırmandırma Yaklaşımı ve Nedenleri
2021 başlarında başlayan istikşafi görüşmelerin devam ettiği süreçte Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ve Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, yaptıkları bazı açıklamalarda ve verdikleri mülakatlarda Türkiye’nin “Yunanistan ulusal hava sahasını ihlal eden”, “Yunanistan’ı tehdit eden”, “hukuk dışı davranan”, “revizyonist” ve “AB ve NATO hedeflerine aykırı davranan” bir devlet olduğu iddialarını sıklıkla dile getirmeye başlamışlardır.
Yunanistan son aylarda ve özellikle Nisan’da Türkiye’yi sık sık Ege Denizi’nde Yunan ulusal sahasını ihlal etmekle suçlamış, bazı rakamlar vererek ve üzerinde yerleşim bulunan Rodos, Kos (İstanköy), Kalimnos ve Samos gibi Ege adalarının hava sahaları da dahil olmak üzere Türkiye’nin çok sayıda ihlal gerçekleştiğini öne sürmüştür.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis, Mayıs’ta ABD’ye gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Kongre’de yaptığı konuşmada, ABD Kongresi’nden Türkiye’ye F-16 satışını da ima ederek yapılacak muhtemel silah satışlarında Türkiye’nin ihlallerini göz önünde bulundurmasını talep etmiştir. Yunan Dışişleri Bakanı Dendias ise Türkiye’nin Yunanistan’a karşı güç kullanma tehdidinde bulunduğunu ve ayrıca yasal haklarını sürekli ihlal ettiğini, bu nedenle ABD’nin Türkiye’ye karşı devam eden rezervlerini memnuniyetle karışladıklarını ayrıca yeni Alman hükümetinin Türkiye karşısında pozisyon almasını beklediklerini ifade etmiştir.
Yine Türkiye tehdidi algısı oluşturma bağlamında Yunanistan, Türkiye’nin “revizyonist” olduğunu ve “yeni Osmanlıcılık” politikası izlediğini iddia etmektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, Türkiye’nin uzun zamandır yeni Osmanlıcılık politikası izlediğini, Libya ve son 20 yılda Afrika’da da benzeri “yayılmacı politikalar” izlediğini söylemiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin sadece Yunanistan’a değil bütün bölgeye yönelmiş bir tehdit olduğunu öne sürmektedir.
Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Miltiadis Varvitsiotis, Türkiye’yi daimi bir tehdit görme anlayışı üzerinden Yunanistan hükümetinin kararlı bir silahlanma programı yürüttüğünü, bu bağlamda Türkiye’nin “provokatif eylemlerine” karşı fiilen hazır olmaya gayret gösterdiklerini ifade etmiştir.
Yunanistan’ın Türkiye hakkında oluşturmaya çalıştığı algıyı, bir nevi daha da güçlendirmek için yakın zamanlarda Türkiye’nin AB ve NATO hedefleri ile bağdaşmayan bir yaklaşım sergilediği iddiasını dile getirmeye başladığını da görüyoruz. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Papayoannu yakın zamanlı bir beyanında, Türkiye’nin tam üyelik için aday bir ülke olarak AB’nin Rusya’ya yaptırım kararlarına katılması gerektiğini düşündüklerini ifade etmiştir. Dışişleri Bakanı Dendias verdiği bir beyanatta Yunanistan’ın, revizyonist eğilimler sergileyen ve NATO içinde belirsiz bir duruş benimseyen Türkiye’nin sadece Yunanistan’a değil, İttifak’ın birliğine ve geleceğine meydan okuduğunu ileri sürmüştür.
Bütün bunların sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Haziran’da yaptığı açıklamada Yüksek Düzeyli İstişare Konseyi dahil ikili görüşmelerin sonlandırıldığını, Yunanistan’ın “samimi ve ciddi” görüşme niyeti göstermeden görüşmelerin tekrar başlatılmayacağını ifade etmiştir. Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’in, bu beyanatın hemen sonrasında Doğu Ege Adaları’na gerçekleştirdiği ziyaret yeni bir “tahrik edici tavır” olarak değerlendirilmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ege’de yapılan Efes 2022 tatbikatı ziyaretindeki konuşmasında “Yunanistan'ı, gayri askeri statüdeki adaları silahlandırmaktan vazgeçmeye, uluslararası anlaşmalara uygun davranmaya davet ediyoruz. Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum” diyerek Türkiye’nin haklarını savunmada kararlı olunduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Cumhurbaşkanı’nın bu beyanları ise Yunanistan hükümeti ve basını tarafında yine “Türkiye tehdidi” algısı üzerinden yansıtılmaya çalışılmıştır.
Buraya kadar özetlenen yakın zamanlı beyanatlar göstermektedir ki, Yunanistan hemen her vesile ile Türkiye’ye karşı suçlayıcı ve sert söylemler gerçekleştirerek gerilimli bir dönem ihdas etme gayreti göstermiştir.
Yunanistan’ın Tavrı ve Hukuki Değerlendirmeler
Yukarıda ortaya konduğu gibi Yunanistan’ın Türkiye’yi, hukuken hak etmediklerini talep eden, uluslararası hukuka aykırı eylemlerde bulunan “saldırgan” ve “tehdit oluşturan” bir devlet gibi göstermeye dönük iddiaları ne derece gerçeği yansıtmaktadır?
Öncelikle, Yunanistan’ın, ulusal hava sahasının Türkiye tarafından sık sık ihlal edildiği iddiası hukuki gerçeklikle tümden çelişmektedir. Türkiye uzun yıllardır, karasuları genişliği 6 mil iken 10 mil ulusal hava sahası uygulayan Yunanistan’ın bu düzenlemesini ve uygulamasını tanımadığını resmen beyan etmekte, tanımadığını fiili uygulamaları ile de göstermek için söz konusu 4 millik alanda askeri uçuşlar gerçekleştirmektedir. Yunanistan’ın “ihlal” diye yansıttığı Türk savaş uçaklarının uçuşları uluslararası hukuku ihlal eden eylemler olmaktan ziyade, Türkiye’nin hukuki pozisyonunu fiilen gösterdiği olağan uygulamalarıdır. Öte yandan Yunanistan’ın üst uçuş olarak nitelediği bazı Yunan adaları üzerinden uçuşlar ise, Yunan savaş uçaklarının tacizleri ile yaşanan hava manevraları neticesinde meydana gelen arızi durumlardır.
Yunanistan’ın, TBMM’nin 1995’te aldığı kararı “savaş sebebi” (casus belli) kavramı ile yansıtarak Türkiye’yi Yunanistan’ı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde tehdit eden bir devlet olarak gösterme çabası da benzeri bir şekilde hukuken temelsiz bir iddia niteliğindedir. Türkiye’nin uluslararası hukuka göre ısrarlı itirazcı statüsüne rağmen Yunanistan’ın sık sık karasularını 12 mile çıkaracağına dair beyanları karşısında TBMM, Türkiye’nin haklarını savunabilmesi için hükümete önleyici her türlü tedbiri alma yetkisi veren bir karar almıştır. Burada amaç Yunanistan’ı güç kullanma ile tehdit etmekten ziyade, Türkiye’nin haklarının bir oldubitti ile gasp edilmesinin önlenmesine dair hukuken meşru tedbirlerin alınmasını sağlamaktır.
Öte yandan, Doğu Ege Adaları’nı Yunanistan’a devreden Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması, söz konusu adaların Yunanistan tarafından silahlandırılmaması şartını da öngörmüşlerdir. Kaldı ki Lozan Barış Antlaşması’nın adaların silahsızlandırılmasına dair 13. maddesi, silahsızlandırmayı açıkça “barışın korunması” ile ilişkilendirmektedir. Söz konusu düzenlemelerden de anlaşıldığı gibi silahsızlandırmama hükmü adaların Yunanistan’a devrinin önemli bir şartıdır.
Yunanistan Doğu Ege adalarını silahlandırmalarına karşın Türkiye’nin yaptığı açıklamaları da “saldırganlık” olarak niteleme çabası içerisindedir. Oysa Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 60. maddesi gerek iki taraflı bir antlaşmanın gerekse çok taraflı bir antlaşmanın taraflarından birisinin antlaşmayı esaslı bir şekilde ihlal etmesi (material breach) durumunda, bu ihlalden zarar gören tarafa, ihlal eden devlete karşı antlaşmanın yürürlüğünü kısmen ya da tamamen askıya alma ya da sona erdirme hakkı vermektedir.
Bu temelde, silahlandırmaya dair kuralların Yunanistan tarafından ihlali, Türkiye’ye Lozan Barış Antlaşması’nın adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı veriyor, şeklinde yorumlanabilir. Öte yandan, Türkiye’nin taraf olmadığı Paris Barış Antlaşması “objektif statü” oluşturan bir antlaşma olduğundan, Türkiye taraf olmayan bir devlet olmamakla beraber Antlaşma’dan doğan yükümlülükleri yerine getirmekte ve söz konusu adaların statülerine saygı göstermektedir. Dolayısı ile Türkiye, Antlaşma’dan kendisi için doğan hakları da öne sürmekle yetkili sayılmak durumundadır.
Yunanistan’ın yukarıda özetlenen ve Türkiye’yi “uluslararası hukuka aykırı davranan” ve “saldırganlık” olarak niteleyen iddiaları, hukuki temellere dayanan gerçeklikler olmaktan daha ziyade esasen Türkiye karşıtı algı oluşturmaya dönük siyasi nitelikli eylemlerdir.
Sonuç
Yunanistan yakın zamanlarda iki ülke arasında gerginliği artırıcı bir dizi beyanat ve girişimde bulunmaya gayret göstermiş, gerilimi tırmandırmanın yolu olarak, bazıları öteden beri mevcut hukuki çarpıtmaları sıklıkla dile getirme yolunu seçmiştir. Yunan hükümet temsilcileri verdikleri beyanatlarla, Ege’de mevcut ikili sorunları merkez alarak, Türkiye’nin ilgili konularda uluslararası hukuku ihlal eden saldırgan tavırlar sergileyen, bu bağlamda yalnızca Yunanistan için değil bütün bölge için tehdit oluşturan bir ülke olduğunu iddia etmektedir.
Bu iddiaların aksine, Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki faaliyetleri, uluslararası hukukun Türkiye’ye tanıdığı hakları meşru yöntemlerle koruma maksadı taşıyan beyanatlar ya da eylemler niteliğindedir. Yunanistan’ın gerek uluslararası hukukça desteklenemeyecek 10 mil genişliğindeki ulusal hava sahası, gerekse uluslararası antlaşmalarla askersizleştirilmiş-silahsızlandırılmış Doğu Ege Adalarını silahlandırması Türkiye’nin uzun yıllardır itiraz ettiği, tanımadığını beyan ettiği, eylemleri ile de tanımadığını gösterdiği uygulamalarıdır.
Burada yapılan hukuki değerlendirmelerin gösterdiği gibi, Türkiye’nin mevcut beyanlarında ve eylemlerinde uzun yıllardır yapılanlara nispeten bir değişiklik bulunmamakta, söz konusu beyanlar ve uygulamalar esasen açıkça dile getirilen hukuki gerekçelere dayanmaktadırlar. Yunanistan’ın Türkiye’yi “hukuka aykırı davranan devlet” olarak göstermeye ve Türkiye karşıtı algı oluşturmaya dönük beyan ve girişimlerinin hukuki olmaktan ziyade siyasi nitelikli olduğu görülmektedir.