Uluslararası kuruluşlar çeşitli periyotlarla dünyada basın özgürlüğü konusunu ele almakta ve belirli bir metodoloji çerçevesinde değerlendirmeler yapmaktadır. Bu çerçevede ülkelerin basın özgürlüğü konusundaki performansları ele alınmakta ve hangi durumların bu özgürlüğü genişlettiği ya da kısıtladığı sorunları üzerinde durulmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Freedom House (FH) gibi örgütler bu konuda önde gelen kuruluşlar arasında yer almaktadır. Yayımladığı verilerle Türkiye’deki sosyopolitik ortama etki etme derecesi en fazla olan kurum ise FH’dir.
2009 Davos krizi sonrasında Ankara’nın ekseninin kaydığı yönündeki tartışmaların ardından Batı’da Türkiye muhalefetinin ölçeği genişlemiştir. Ankara’nın liberal demokratik siyasetten uzaklaştığı ve güvenlikçi politikalara yöneldiği argümanı Türkiye muhalefeti ve karşıtlığında ana söylem olarak kullanılmaya başlamıştır. FH’nin Türkiye ile ilgili son dönemdeki raporları da söz konusu bağlamdan hareketle negatif bir seyir izlemektedir. Özelikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye karşıtlığı önemli bir artış göstermiştir. FH’nin son iki yıldaki raporlarında 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) ve terörden arındırma adına uygulanan idari/adli süreçler, siyasal/toplumsal alandaki gelişmeler ve terörle mücadele gibi kritik konu başlıkları ön plana çıkmaktadır.
Raporların genel değerlendirme bölümlerinde AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından önemli adımlar atıldığı ve liberal reformlar aracılığıyla Türkiye’nin demokratik standartlarında iyileşmeler olduğu fakat son beş yılda özgürlükler alanında önemli sorunların yaşandığı dile getirilmektedir. Raporda 15 Temmuz sonrasındaki süreçle ilgili dikkat çeken hususların başında FETÖ’ye yönelik adli ve idari süreçlerin basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit içerdiği varsayımı gelmektedir.
Örneğin örgütle mücadele anlamında alınan tedbirler, Zaman gazetesinin kapatılması ve teröristbaşı Gülen’e bağlılık duyan bazı üyelerin işten çıkarılmaları bu bağlamda ele alınmaktadır. Teröristbaşı Gülen’in “sürgüne zorlanmış bir İslami vaiz” olarak tanımlandığı örgüt raporları bu yönüyle Türkiye’deki sosyopolitik gerçekliği anlamaktan uzak bir perspektif sunmaktadır.
Freedom House’un 2018 Raporu Taraflı ve İdeolojik
“Freedom in the World 2018: Democracy in Crisis” başlığı ile 16 Ocak Salı günü yayımlanan raporda da Türkiye’ye yönelik katı eleştirel tutumun sürdüğü açık biçimde görülmektedir. Söz konusu raporda Türkiye radikal bir değişiklikle kısmen özgür statüsünden “özgür olmayan ülke” pozisyonuna düşürülmüştür. Türkiye’ye yönelik statü değişikliğinin nedeni olarak hükümet sisteminde yaşanan değişimle birlikte Ankara’nın otoriter bir pozisyona evrildiği ve ülkedeki muhalif kişi ve kurumların baskı altına alındığı iddiası gösterilmektedir. OHAL’in Türkiye’de hukuki karar alma süreçlerini tehdit ettiği görüşünde olan örgüt Türkiye’nin sivil ve politik haklar düzleminde de gerileme yaşadığını iddia etmektedir.
15 Temmuz sonrasında kitlesel işten çıkarma ve tutuklama girişimlerinin yanı sıra Türkiye’nin hem iç hem de dış politikadaki adımlarının eleştiri konusu edildiği raporda dikkat çeken bazı hususlara bakıldığında raporun ana temalarının ideolojik bir söylemle kurgulandığı görülmektedir. Türkiye’nin terör örgütlerinin tehditlerini etkisiz kılma adına Suriye ve Irak’ta yürüttüğü askeri ve diplomatik girişimlerin bölgedeki dengeleri tehdit ettiğine yönelik argümanlar sözü edilen ideolojik söylemin yansımalarıdır.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında Mali, Bahreyn, Moritanya, Etiyopya, Venezuela ve Bahreyn gibi ülkelerle birlikte basın özgürlüğünde en fazla düşüş yaşayan ülkelerin başında Türkiye’nin olması önemli bir sorun olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Zimbabve ile birlikte statüsü negatif yönde değişen iki ülke arasında gösterilmesi de raporun tarafsızlık iddiasına gölge düşürmektedir. Askeri baskı sonucunda devlet başkanının görevden alınmasının statü değişikliğine sebep olduğu Zimbabve’nin darbe tehdidini henüz atlatmış Türkiye ile aynı kategoride yer alması raporun ironik yanını göstermektedir.
Benzer biçimde 2018 yılı raporunda genel özgürlükler alanında özgür ülke statüsünde gösterilen Fransa’nın OHAL’i bitirme kararının ardından çıkardığı yasalarla birlikte fiili OHAL sürecini devam ettirmesi raporda herhangi bir şekilde eleştirilmemiştir.
Siyasi Baskı Aracı Olarak Freedom House Raporları
FH tarafından geçtiğimiz yıllarda yayımlanan raporlara bakıldığında da yukarıda ifade edilen ideolojik ve taraflı söylemin sürdürüldüğü açık biçimde görülmektedir. Nitekim 2016 yılı raporuna bakıldığında DHKP-C militanları tarafından şehit edilen Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın görüntülerine yer veren basın mensuplarının yargılamalarının devam etmesi basın özgürlüğü açısından bir sorun olarak gösterilmiştir. Örgütün raporunda medyada yer verilen haber ve görsellerin etik boyutu tartışma dışı bırakılmış ve terörü destekler nitelikte olabilecek yayın pratikleri göz ardı edilmiştir.
Raporda dikkat çeken diğer bir husus da Türkiye’deki olayların tek taraflı aktarılıyor oluşudur. Örneğin 2015 yılı içerisinde Hürriyet gazetesine yapılan saldırıyı basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak değerlendiren FH, Star Medya Grubu binasına yönelik bombalı saldırı ve Turkuvaz Grubu ile Yeni Şafak gazetelerine yapılan saldırılara ise kayıtsız kalmıştır.
Son dönemde yaşanan ve somut örnekler üzerinden ortaya konan verilere bakıldığında uluslararası kuruluşların basın özgürlüğü konusunda Türkiye ile ilgili raporlarının siyasi bir baskı aracına dönüştürüldüğü görülmektedir. Söz konusu raporların en temel sorunu Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme süreci, iktidar ilişkileri ve medya kültürüne yeterince aşina olunmaksızın kaleme alınmaları ve tek taraflı bilgi akışı ile sorunların yanlış yerde aranmasıdır. Kurumların ülke içi bilgi kaynaklarının (local informant) ideolojik tutumu ve enformasyon asimetrisinin yarattığı bilgi kirliliği gibi etkenler de uluslararası kuruluşların basın özgürlüğü raporlarının objektifliğine gölge düşüren ana etmenler olarak sayılabilir.