AK Parti çok zorlu badireleri atlatarak on beş yıl boyunca iktidarda kalmayı başarmış bir siyasal partidir. 2002 yılında iktidara gelen AK Parti, milletin iradesini siyasetin pratiğine aktarabilmek için Türkiye’deki parlamenter sistemin bir patolojisi olarak değerlendirilebilecek vesayetçi zihniyet ile mücadeleye girişmiştir. Toplumun merkezinde yer alan kesimleri siyasetten ve kamu kurumlarından dışlayan, hak ve özgürlükleri baskılayan vesayet odaklarını ortadan kaldırabilmek için demokratik reformları başlatmıştır. Bu süreçte AK Parti statükodan beslenen elitlerin çeşitli mekanizmaları kullanarak başlattığı bir dirençle karşılaşmıştır.
Bu mücadele çerçevesinde AK Parti vesayetçi zihniyetin sivil siyaseti tıkama durağı olarak konumlandırdığı Cumhurbaşkanının vetocu tavrıyla karşılaşmıştır. Ayrıca “367 krizi”, büyükşehirlerde başlatılan Cumhuriyet Mitingleri, askeri vesayetin işareti “e-muhtıra”, parti kapatma davası, Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık darbe girişimi ve Türkiye karşıtı dış odakların desteklediği 15 Temmuz işgal girişimi ile baş etmiştir. Aynı zamanda bu süreçte beşi genel seçim, üçü yerel seçim, üçü referandum ve biri Cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere 12 sandık yarışından zaferle çıkmıştır. AK Parti oligarşiyle mücadelesinde ve seçim başarılarında, sivil siyaset dışı odaklardan hiçbir zaman güç almamış ve karşılaştığı her badirede yüzünü millete dönmüştür. Bu süreç ve sandık sonuçları, AK Parti’nin ne derece mücadeleci ve rekabetçi bir karaktere sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Her siyasal parti gibi AK Parti’nin önündeki yeni sınav 2019 seçimleridir. Türkiye’de 2019 yılında üç seçim birden yapılacaktır. Ayrıca 2019 yılını farklı kılan husus 16 Nisan’da kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin Türkiye’de siyasete dair geleneksel birçok kabulü ortadan kaldırması, yeni kodları ve şartları gündeme getirmesidir. Elbette 2019 yılındaki demokratik yarışlar her parti için yeni ve ilk defa deneyimleyeceği bir siyasal tecrübe olacaktır. 2019’a giden süreçte siyasetin yeni dinamiklerini yakalayan ve iyi hazırlanan parti seçimlerde ipi göğüsleyecektir.
Yerli ve Milli Siyaset
Bu yeni dönem siyasetin dinamiklerine yakından bakmayı gerektirir. Yeni dönemde siyaseti şekillendiren temel dinamiklerden biri “yerli ve milli” siyaset tarzıdır. Siyasi bir tutum olarak yerlilik ve millilik, küresel ve bölgesel düzeydeki kaos ortamında Türkiye’nin menfaatlerini merkeze alarak düşünme ve çözümler üretme çabasını ifade etmektedir. PKK ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin Türkiye’ye saldırıları bu konuda millet nezdinde bir hassasiyet oluşturmuştur. Ancak FETÖ’nün 15 Temmuz işgal girişimi, Türkiye’de bu değerlerin siyasette belirleyici olmasında bir kırılma noktasıdır. 15 Temmuz’da darbeye karşı efsanevi bir direniş sergileyen millet, son dönemde yaşanan siyasal gelişmeleri Türkiye’nin varlığına yönelik bir kastediş olarak algılamış ve bütün siyasi figür ve partilerden yerli ve milli tavır bekler hale gelmiştir. Bu beklentiye yanıt vermek 2019 seçimleri açısından önem arz etmektedir.
AK Parti’nin yerli ve milli tutuma bayraktarlık yaptığını söylemek mümkündür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’ye yönelik tehditleri bertaraf etmek için “Türkiye hem masada hem sahada olacak” çıkışı bu siyasi tutumun en somut yansımalarından biridir. AK Parti küresel ve bölgesel düzeyde güç ilişkilerinin yeniden tanımlandığı bir dönemde bölgede gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan küresel düzeyde kurduğu yeni ekonomik iş birliklerine kadar Türkiye’nin menfaatlerini merkezine alan bir siyaseti hayata geçirmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan öncülüğünde Türkiye bugüne kadar geçerli olan asimetrik güç ilişkilerini eşitler arası ilişkiye dönüştürmek için başta Almanya olmak üzere diğer ülkelere meydan okumaktadır. Buna karşın CHP ise yerli ve milli siyaset tarzını benimsemekten oldukça uzaktır.
Siyasal Elitler Arasında Değil Halk Nezdinde Uzlaşı
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini parlamenter sistemden farklılaştıran husus, uzlaşının parlamentoda parti liderleri veya siyasal elitler arasında değil, büyük ölçüde doğrudan halk nezdinde aranmasıdır. Siyasal elitleri merkezine alan bir uzlaşı arayışından, halkı merkezine alan bir uzlaşı arayışına geçmek, yeni dönemde siyasal partileri kuşatıcı olmaya ve daha fazla seçmenin gönlüne girmeye zorlayacaktır. Partiler milletle temas edebilecek adaylar bulmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde farklı toplumsal kesimleri ve onların beklentilerini konsolide edebilecek bir aday belirlemeli, seçmen nezdinde ittifak üretecek bir söylem ve strateji ile hareket etmelidir. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, partili cumhurbaşkanlığı özelliğiyle seçimlerde siyasetçi bir adayın karşısında bürokrat kökenli bir adayın değil, yine bir siyasetçinin yarışmasını ve parti liderlerinin kendilerini ortaya koymasını siyaseten zorunlu kılmaktadır.
Yeni dönem siyaset arayışlarında AK Parti ve MHP devletin bekası üzerinde yükselen bir söylemsel iş birliği yakalamışken CHP’nin ittifaklar çerçevesinde 16 Nisan referandumundaki yüzde 48,6 “hayır” oyunu konsolide etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte referandumdaki “hayır” oyu CHP’lileri, HDP’lileri, seküler milliyetçileri ve hatta Saadet Partisi yönetimini içermektedir. CHP’nin 2019 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar “hayır” oylarını yekpare tutması ve tek bir adaya kanalize edebilmesi siyaseten oldukça zor görünmektedir.
Bu çerçevede 2019’a giden süreçte en önemli hususlardan biri AK Parti’nin daha şimdiden tartışmasız, partisi ve seçmeniyle bütünleşmiş; karizmatik ve tecrübeli bir Cumhurbaşkanı adayına sahip olmasıdır. Muhalefet partileri 2019 için henüz cumhurbaşkanı adaylarına sahip değildir. “Çatı aday” fikri ise sentetik siyasete hapsolmakta ve sahicilik yoksunluğu nedeniyle toplumda karşılık bulmamaktadır.
Bunların yanı sıra 2019 yılı için en önemli dinamiklerden biri teşkilatların ve adayların performansıdır. Bu açıdan AK Parti’nin diğer partiler ile karşılaştırıldığında daha önden yol aldığını söyleyebilmek mümkündür. AK Parti’nin ontolojik olarak değişime açık olması ve Erdoğan liderliğinde özeleştiri yapabilmesi AK Parti’nin avantajı olarak değerlendirilebilir. Üç dönem kuralı veya parlamento seçimlerinde milletvekillerinin neredeyse yarısını yenilemek gibi geçmişteki örneklerin gösterdiği gibi, AK Parti alışık ve tecrübeli olduğu yeni bir değişim sürecini tüm yönetim kademelerinde başlatmıştır. Aslında bu AK Parti’nin yönetim anlayışının bir organizasyon olarak kendisine yansıması olarak görülebilir. Milletin talebi ve iradesi üzerinde bir vesayet makamını kabul etmeyen AK Parti, kendi içinde de böyle bir elitizmin ve onun yol açacağı patolojilerin ortaya çıkmasını istememektedir. Dolaysıyla bu değişim hamlesi AK Parti’ye 2019 seçimleri için bir dinamizm katacak ve parti içi elit dönüşümünün gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır.
Elbette, iktidar partisi olarak AK Parti, uluslararası kamuoyunun hamleleri de hesaba katıldığında, 2019’a giderken belirli politika alanlarındaki can yakıcı sorunlarla daha sert bir şekilde karşı karşıya kalacaktır. FETÖ davaları, ekonomide türbülans yaratma çabaları, ABD’nin PYD ve YPG’ye silah yardımları, Suriyeli mülteciler ve kentsel dönüşüm gibi meseleler çetrefilli sorunlar olarak iktidar partisinin masasında olacaktır. 2019’a giderken AK Parti’nin sahip olduğu birçok avantaja rağmen bu sorunlar çerçevesinde partinin sergilediği performansa özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu sorunlar etrafında çıka(rıla)cak toplumsal karmaşa veya bu konulardaki başarısızlıklar iktidar partisi olarak AK Parti’nin hanesine eksi olarak yazılacaktır.