Kriter > Siyaset |

Seçmen Nasıl Seçer?


1980’lerden bu yana modern dünyadaki kişilerin kimliksizleşme, nihilizm, kayıtsızlık ve yoksunlaşma bataklığına maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Genç dediğimiz, 18-35 yaş arası seçmenlerin çoğunluğu, insani ilişkilerden yoksunlaşmış olduğunun farkında bile değildir. Sanal bir bataklığın içine sürüklenmiş durumdadır. Soluk alıp verme güçlüğünden kaynaklanan bu yoksunluğu, sanal zevkleriyle ikame etmektedir.

Seçmen Nasıl Seçer

Günümüzün üstü örtülen en önemli sorunlarından birisi de budur: Seçmen nasıl seçer? Mademki demokrasi gelmiş geçmiş en muhteşem yönetim sistemidir; mademki demokrasinin meşruiyetinin eşitlik, popüler baskı, denge ve denetim gibi saç ayakları vardır; mademki her seçilen sınırlı bir sürenin tehdidi altındadır; mademki sokaktaki her bir sıradan kişinin ziyadesiyle irade ortaya koyup inisiyatif kullandığı yegane yönetim mekanizması demokrasidir; o halde bütün bunların biricik kaynağı olan seçmenin nasıl seçtiğini apaçık bir biçimde ortaya koyabilmeliyiz. Seçmenin doğru dürüst seçemediğine, bilinçli tercihlerde bulunmadığına dair kuşkumuz varsa, bütün bu kutsamalarımız bir anda tuz buz olur. Demokrasi dediğimiz yüceltilen yönetim sistemi de buhar olup uçar gider.

 

Amorf Hali

1980’lerden bu yana modern dünyadaki kişilerin kimliksizleşme, nihilizm, kayıtsızlık ve yoksunlaşma bataklığına maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Türkiye de çöküntüden payına düşeni almıştır. İnsani hassasiyetlerin zayıflaması maalesef Türkiye’de yaşayan insanları da belirli ölçülerde sarıp sarmalamıştır. Bu bağlamda özellikle genç dediğimiz, 18-35 yaş arası seçmenlerin çoğunluğu bu küresel etkinin altına girerek insani ilişkilerden yoksunlaşmış olduğunun farkında bile değildir. Sosyal medya mecralarının hız ve haz ikileminde şekillendirdiği sanal bir bataklığın içine sürüklenmiş durumdadır. Soluk alıp verme güçlüğünden kaynaklanan bu yoksunluğu, sanal zevkleriyle ikame etmektedir.

Benzetmek çok hazin ama sosyal medya kullanımı bakımından bakıldığında genç kitlelerimizin bir kısmı adeta, poşet içinden bali çekip nefes almayı geciktiren bağımlılar haline gelmiştir. Ne yazık ki, bu yüzden seçimlerde oy kullanan bazı kitleler, kolayca manipüle edilebilmektedir. Manipülasyon, bu kitlelere, muteberlik ve muktedirlik olarak belletilmekte ve sınırsız bir siyasal rant sağlanmaktadır. En kötüsü de, manipüle edildiklerine inanmadıkları için bulundukları durumdan onları çıkarmaya çalışanlara karşı bu kitleler amansız bir direnç göstermektedir.

Bu kitleler, günün icaplarına göre farklı biçimler almakta, her an kılık ve kimlik değiştirmektedir. Amorf bir kitle gibi kaygan ve oynak hale gelmişlerdir. İçine girdikleri veya etrafına sarıldıkları şey her neyse, onun şekline bürünüveren, muhtevasına intisap edip tabi oluveren, bu teslimiyetine uygun siyasal temayüller ortaya koyan seçmenler haline gelmişlerdir.

 

Depolitizasyon Meselesi

Bu siyasal yaklaşım biçimi, sanki iyi bir şeymiş gibi yansıtılmakta ve aktarılmaktadır. Bu yoksunlaşma, depolitizasyonla açıklanmaktadır. Halbuki Türkiye bağlamında mesela sol çevrelerin gençlerin depolitizasyonu iddiası üzerine inşa ettiği politik bir yaklaşım bulunur. Denilmektedir ki, “Genç insanlar siyasal konularla ilgilenmiyor ve de iyi ki ilgilenmiyor, aksi takdirde, yani ilgileniyor olduğu zamanlarda ideolojik bağnazlıkla birbirlerini öldürdüklerine göre, ilgilenmemeleri, ilgilenmelerinden daha iyi”. Hiçbir tez, kendi kendisinin iddialarını böylesine gülünç bir biçimde tüketemez. Yani, mademki genç kitleler depolitize oldu ve iyi ki de depolitize, o halde neden onlar, seçmen irade ve inisiyatifi ile donatılmaktadır? Bu soruya verilen cevap kimin gençlere nasıl baktığını da ortaya koyabilecektir.

Oysaki bu durum omurgasız bir canlının halinden başka bir şey değildir. Nasıl ki omurgasız canlıların ayakta durması mümkün değilse, amipleşmiş siyasal eğilimleriyle tercihte bulunan amorf seçmen kitlelerinin de iradelerinden, inisiyatiflerinden söz edilemez. Zira ne tür bir söylem veya manipülasyonun etkisiyle seçim sandığının başına gönderilmiş ise kullandığı oyun, ortaya koyduğu siyasal kanaatin rengi de bu manipülasyondan ibarettir. Hadi, bana birisi çıkıp desin ki, “İşte bizim demokratik meşruiyetimiz de tam olarak budur”. Bu yüzden Türkiye pratiğine bakıldığında belirli çevreler propagandalarını yoğun şekilde gerçek yerine algılar üzerinden kurmayı tercih etmektedir.

Etkileme Gücü

“Tampon Mekanizma” Paradigması

Mübeccel Kıray’ın 1960’ların başında önerdiği bir kavramdır, “Tampon Mekanizma”. Büyülü bir kavram. Büyülü çünkü; kurduğu devlete vaziyet eden ve kendi emrine amade olmadığında devleti topyekun yıkıp yeniden kuracağına inanan bürokrat siyasi kadroların can havliyle yapıştığı bir kavramdır. Neden can havliyle, şundan: Bu kadrolar, 1960’lardan itibaren siyasal iktidarı kaybetti. 1960’tan itibaren “ayağında çarığı” ile oy kullanan seçmen kitleleri siyasal iktidarları teşkil etti ve devlet kadrolarına git gide daha fazla nüfuz ettiler. Ayağında “kundura” değil de, “çarık” olanların siyasal kanaatlerinin şaibeli olduğuna inanmak, en şişkin anda balondaki havanın boşaltılması gibi rahatlatıcıydı. Çünkü darbelerin, müdahalelerin mutluluk ve umut yayan gerekçesiydi.

 

Milli İrade Karşıtlığı

Tampon mekanizma ile anlatılmak istenen şudur: Kırda, köyde yaşayanlar demokrasi bilmez. Oy kullanmaktan bihaberdir. Siyasal kanaat beyan etmeyi zinhar beceremez. Kasabalardaki uyanık esnaflar, siyasal irade ve inisiyatif yoksunu bu “çarık”lı köylünün siyasal tercihlerini manipüle eder. Kasabalardaki “zübükvari” lümpen burjuvanın bu uyanıklığı, gözü açıklığı yüzünden her vakit sağ partiler iktidara geliyor. Böyle bir demokrasi olmaz. Bu yolla teşekkül eden siyasal iktidarın meşruiyeti de kabul edilemez. Öyle ya; neden “göbeğini kaşıyan adam” ile “manken”in oyu eşit olsun ki?

Tampon mekanizma kavramı bu tür zannetmelerin paradigmasıdır. Neden zan? Çünkü paradigmanın bizatihi kendisi vehim. Siyasal–yönetsel mekanizmalarla sokaktaki insanların hikayesini birkaç on yıla sığdırdığı için vehimdir. İkinci Murat padişahtır ama icap ettiğinde, yakasına yapışarak Anadolu beylerinin bizzat hesap sorduğu bir padişahtır. Yavuz döneminde, Osmanlı tebaası olmayı ret eden obalar, Anadolu’yu topluca terk eder. Osmanlı'nınnın son dönemlerinde ayan (mültezim) ile eşrafın çok sert siyasal karşı karşıya gelişleri söz konusudur. Siyasal sosyoloji çalışan, ben de dahil, hiçbirimiz, kendimize, Osmanlı’dan kalan konakların neden bazıları “ağa” bazıları “bey” bazıları da “efendi” kavramlarıyla tasvir edilir? diye sormadık. “Ağa”nın siyaseten farklı bir toplumsal karşılığı var; “bey” ile “efendi”nin de. Bu tavsiflerin zemininde çok ciddi bir siyasal sosyoloji hazinesi gizli. Kıray bana göre, bu hazineden bihaber olduğu için dönemindeki hazımsız bürokrasinin zanlarına uygun bir paradigmatik vehim sundu ve bu vehim; 60 yıl boyunca, “çarıklı”nın oyu ile “manken”in oyu eşitse, ben bu iktidarın meşruiyetini kabul etmem itirazlarına mama yapıldı. Bugünkü hazımsızlık da bunun devamı.

 

Enformasyonel Manipülasyona Direnç

Demokratik kutsiyetin kaynağı kamusal rıza ama bu rızanın imal edildiği, inşa edildiği, organize edildiği, önceden tayin ve takdir edildiği öteden beri biliniyor. Bunun bir gerçek olduğunu inkar eden yok. Bugüne kader sayısız örnek ortaya çıkartıldı. Enformasyonla organize edilen algılar sayesinde, kime oy vermesi gerekiyorsa, seçmenin siyasal tercihlerinin ağırlıklı olarak bu yönde tezahür ettiği de artık genel kabul görüyor.

Algıların organize edilemediği durumlar da gözlenmiştir. Kolonizasyon, emperyalizm, tüketim çılgınlığı, ekolojik dejenerasyon, kaynakların israfı, silahlanma gibi tahribatlar, muhalif tavır ve bazı sosyal hareketler yarattı. Bu odaklar enformasyonel manipülasyonlara dirençliydi. Az gelişmiş ülkelerdeki direnişler güç odakları açısından ciddi bir risk teşkil ediyordu. Bu direnişlerin birer eylem olarak değil de zaman zaman ürün boykotları olarak kendini belli etmesi, güç odaklarının çok daha fazla canını sıkar bir hal almıştı.

 

Manipülasyona Karşı Fikri İskelet

1980’lerden itibaren, ideolojilerin sonu argümanı devreye sokuldu. Pragmatizmi oportünizme dönüştüren bu argüman, “dostlarını ödüllendir-düşmanlarını cezalandır” sloganı ile 19. yüzyılın sonlarında, ayaklanan işçilere karşı kullanılmış ve çok başarılı sonuçlar vermişti. Bu slogan ile argümanın bizdeki tam karşılığı takiye idi.

Bu argümana göre insanın belirli bir konuda belirli bir fikir benimsemesi ve benimsediği fikre uygun siyasal davranış ortaya koyması ideolojik bağnazlıktan başka bir şey değildi. İnsanların dini, milli, sosyokültürel değerlerine göre siyasi tavır ortaya koymaları, bu doğrultuda siyasal davranışlara yönelmesi, çağın icaplarına sırt çevirmenin dik alasıydı. En kötüsü de dimdik bir fikri iskelet edinip, fikri iskeletlerine uygun dik duruş sergilemeleriydi. Bu durumda, tasarlanan operasyonu gerçekleştirme imkanı kalmıyordu. Yani, seçmeni dik tutan zihinsel bir fikri iskelet bulunduğu takdirde, seçmenleri manipüle etmek mümkün olmuyordu. Çünkü insanlar kendilerine ulaştırılan bütün enformasyonu, var olan zihinsel yapılarına, fikri iskeletlerine göre işliyordu. Mevcut fikri iskeleti söküp çıkarmadan, yerine yeni bir söylem yerleştirmek ve seçmen tercihlerini bu söylemle yönlendirmek mümkün olmuyordu.

İdeolojilerin sonu argümanı ile “dostlarını ödüllendir-düşmanlarını cezalandır” sloganı bu imkansızlığı ortadan kaldırdı. Bütün canlı varlıklar gibi, insanların da sadece dostları ve düşmanları olmalıydı. Nasıl ki, bir havucun peşinde tavşan koşturulabiliyorsa, tavşana sunulan havuç gibi enformasyon sunarak da insanlar uysallaştırılabilir ve emre amade kılınabilir. Geleneksel medyadan sosyal medyaya uzanan süreçte küresel ölçekte gerçekleştirilen pek çok örnek var bu bağlamda.

 

Velhasıl

Modern toplumlarda demokratik yüceltinin aldığı yara, bugüne kadar çeşitli açılardan çoktan kangren oldu. Siyasal yapıların pandemi gibi çeşitli sorunlar karşısındaki tökezlemeleri bunun göstergesi. İyileşmiyor ve iyileşmesi de zaten istenmiyor. İdeolojilerin sonu argümanı ve “dostlarını ödüllendir-düşmanlarını cezalandır” sloganı ile sürekli pansuman ediliyor. Öyle şatafatlı, gösterişli, çekici, iç gıcıklayıcı bir pansuman ki, yara cerahat akıtsa bile kimse fark etmiyor, akan cerahat kimsenin umurunda olmuyor. Pansuman hiç kuşkusuz ki, en fazla da ne denli demokratik olduğumuzun kanıtı.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası