“Cumhur İttifakı” 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye’nin maruz kaldığı iç ve dış saldırıların artık devlet adına bir beka sorunu haline gelmesi sonucu doğal bir birliktelik olarak doğdu. AK Parti ve MHP arasında “Yenikapı ruhu” olarak adlandırılan bu birliktelik önce beka sorununun giderilmesi için yeni bir siyasal sistem hazırladı ve bunun halk tarafından kabul edilmesini sağladı. Daha sonrasında ise bu siyasal sistemin hayata geçirilmesi ve kurumsallaşması adına 24 Haziran seçimlerinde Cumhur İttifakı halini aldı. 31 Mart’a doğru AK Parti ve MHP özellikle büyükşehirlerin kazanılması ve böylelikle 24 Haziran’da Cumhur İttifakı tarafından kazanılmış güçlü siyasi pozisyonun zayıflamaması adına ittifakın yerel seçimleri de kapsamasına karar verdi.
Cumhur İttifakı’nın doğuşundan günümüze gelen bu süreç incelendiğinde ittifakın temel gayesinin Türkiye’nin maruz kaldığı iç ve dış tehditleri güçlü bir siyaset kurumu vasıtasıyla bertaraf etmek olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda da ittifakın kısa vadeli siyasi ve pragmatik kazanımları değil bütüncül, uzun dönemli ve devlet ile halk merkezli kazançları hedeflediği söylenebilir. Dolayısıyla yerel seçimlere doğru Cumhur İttifakı ve ortaya koyduğu siyaset bu bağlamda incelenmelidir.
Yerelde İttifakın Temelleri
AK Parti ve MHP Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde bir iş birliğine yansıması kararını alarak temelde belediyeleri kazanmayı değil 24 Haziran’da Cumhur İttifakı tarafından kazanılmış güçlü siyasi pozisyonu korumayı hedeflemektedir. Bunun sebebi ise 16 Nisan referandumuyla birlikte kabul edilen ve 24 Haziran’da hayata geçen Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerleşmesi ve kurumsallaşmasını sağlamaktır. Bu noktada AK Parti ve MHP af teklifi ve Danıştayın “Andımız” kararı gibi görüş ayrılıkları sebebiyle vazgeçtikleri yerel seçimlerde iş birliği kararını tekrar gözden geçirmiş ve yeniden iş birliği yapmaya karar vermiştir.
Bu durum göstermektedir ki Cumhur İttifakı –ittifakın protokol metninde de belirtildiği gibi– parti çıkarlarına yönelik hesaplar yapmaksızın ortak bir duruş ve birliktelik ortaya koymayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla ittifak yerel seçimleri de bu doğrultuda değerlendirerek gündelik siyasi anlaşmazlıkları ikincil plana itmiş ve ortak tehdide karşı yeniden bir seçim iş birliğine gitmiştir.
Bu noktada AK Parti ve MHP’yi buna teşvik eden ortak tehdit ise muhalefet blokunun iş birliği yaparak bazı büyükşehirleri kazanabilme ihtimali ve böylelikle Cumhurbaşkanlığı sistemini sorgulanır hale getirme çabasıdır. Yeni sistemin henüz tam anlamıyla yerleşmediği ve kurumsallaşması adına belli bir vakte ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde Cumhur İttifakı 24 Haziran’da elde edilen güçlü siyasi konumunun 31 Mart sonrası zayıflamasını ve muhalefet blokunun Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı hala devam eden direncinin güç kazanmasını önlemek istemektedir. Yereldeki ittifakın temelini de bu gaye oluşturmaktadır.
Cumhur İttifakı’nın Yereldeki Stratejisi
AK Parti ve MHP arasında yürütülen iş birliği görüşmelerinin gösterdiği üzere ittifakın yerel seçimlere yönelik temel stratejisinin parti çıkarlarını değil ortak kazanımları öncelediği görülmektedir. Bu doğrultuda ittifakın temel pratik gayesi muhalefet bloku karşısında olabildiğince fazla büyükşehir kazanmaktır. Dolayısıyla her iki parti de iş birliği görüşmelerini büyükşehir pazarlıkları ve paylaşımı üzerinden değil maksimum başarı şansı ve doğru adayların gösterilmesi üzerinden yürütmektedir.
Bu noktada Cumhur İttifakı’nın yereldeki stratejisi 2014’te kazanılmış büyükşehirlerde hangi parti yönetimdeyse onunla devam etmek ve diğer büyükşehirlerde en güçlü kim ise o partiden aday çıkarmak olarak özetlenebilir. 2014’te AK Parti 18 büyükşehir kazanmış, MHP de Adana, Mersin ve Manisa olmak üzere 3 şehirde birinci gelmiştir. Dolayısıyla mevcut strateji halihazırda MHP’de olan 3 büyükşehirde MHP’li aday, AK Parti’de olan 18 büyükşehir ve yine AK Parti’nin ikinci konumda olduğu diğer 9 büyükşehir olmak üzere toplam 27 ilde AK Parti’li aday çıkarılması şeklindedir.
İlçelerde de aynı strateji geçerli durumdadır. İlçe belediyeleri hangi partideyse o parti aday çıkaracak, muhalefet blokunda olan ilçelerde ise hangi parti ikinci ise onun adayı gösterilecektir. Tüm bunlara ek olarak her seçim bölgesinde –eğer o seçim bölgesinde diğer parti tarafından kazanılmış bir belediye yoksa– halihazırda AK Parti veya MHP’de olan bir ilçe belediyesi ittifak partneri lehine bırakılacaktır. Bu da hem ittifakın hem de stratejinin bölgede yaşayan seçmenler tarafından benimsenmesi adına önemli bir adım olarak görülebilir.
Cumhur İttifakı’nda yereldeki stratejinin oluşum sürecini en iyi özetleyen tanımlama ise gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gerekse MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından dile getirilen partiler arası “karşılıklı jestler”dir. Bu noktada AK Parti’nin MHP’li mevcut belediyelerde önemli bir oy potansiyeli ve kazanma şansı olmasına rağmen MHP lehine çekilmesi ve aday göstermemesi beklenmektedir. MHP ise seçim iş birliğinin ayrıntılı görüşmeleri başlamadan İstanbul, Ankara ve İzmir’de aday göstermeyerek AK Parti’nin adaylarını destekleyeceğini açıklamıştır. Buna ek olarak daha önceden gösterdiği bazı büyükşehir adaylarını geri çekmiştir.
Öte yandan ittifakta açıklanan veya şu an için ismi ön plana çıkan adaylar incelendiğinde özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de güçlü profillerin aday gösterilmesi dikkat çekicidir. İstanbul’da Binali Yıldırım, Ankara’da Mehmet Özhaseki ve İzmir’de Nihat Zeybekci isimleri AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın özellikle bu üç büyükşehre nasıl yaklaştığını göstermektedir. Yüksek profilli ve bakanlık seviyesinde isimlerin adaylığı Cumhur İttifakı’nın bu şehirlere özel önem atfettiğini kanıtlar niteliktedir. Dolayısıyla söz konusu yüksek profilli isimlerin seçilmesinin stratejik olarak iki anlamı olduğu söylenebilir: Bunların ilki yerel anlamda her iki tabanın da oy verebileceği, ittifak oylarını konsolide edebilecek ve seçmeni sandığa çekecek isimler olmalarıdır. Bu noktada söz konusu adayların icracı kimlikleri dikkat çekmektedir. İkincisi ise yeni sistemde pozisyonu dönüşen ve önemi artan büyükşehirlerde geçiş sürecini yönetebilecek isimler olmalarıdır. Yine üç adayın bakanlık yapmış ve yönetim tecrübesine sahip isimler olması bütçeleri bakanlıkları aşan üç büyükşehirde ihtiyaç duyulan yönetim ve liderlik kabiliyeti açısından önemlidir.
Fırsatlar ve Belirsizlikler
31 Mart’ta Cumhur İttifakı muhalefet blokuna kıyasla bazı fırsat ve avantajlara sahiptir. Bu noktada en büyük fırsat AK Parti ve MHP arasında yapılan iş birliğinin hem tavan hem de tabanda kabul görmesi ve desteklenmesidir. Bu kabul ve desteğin en önemli göstergesi ise 24 Haziran seçimleridir. 24 Haziran seçimlerinde Cumhur İttifakı yüzde 53,7 ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da yüzde 52,6 oy almıştır. Aradaki farkın yaklaşık yüzde 1 olması göstermektedir ki her iki partinin tabanı ittifakı benimsemiş ve desteklemiştir. Muhalefet blokunda ise ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarılamamıştır. Hatta buna ek olarak partiler ile gösterdikleri cumhurbaşkanı adayları arasında oransal olarak önemli farklar bulunmaktadır. Bu da muhalefet blokunu destekleyen seçmenler açısından bir belirsizlik olduğu ve ittifakın taban tarafından tam anlamıyla benimsenmediğini kanıtlar niteliktedir.
Bunun dışında Cumhur İttifakı açısından bir diğer fırsat seçmendeki karşılığıdır. 24 Haziran’da Cumhur İttifakı toplam 63 ilde birinci parti gelmiştir. Millet İttifakı’nda ise bu sayı sadece 8’dir. HDP ise 10 ilde birinci konumdadır. Yine 30 büyükşehrin 22’sinde Cumhur İttifakı ilk sıradadır. Millet İttifakı ise ancak 5 büyükşehirde birinci konumdayken HDP’de bu rakam 3’tür. Her ne kadar yerel seçimler farklı dinamikler taşısa da bu veriler Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde kazanabileceği büyükşehirler, seçmendeki karşılığı ve ulaşabileceği oy potansiyeli açısından önem taşımaktadır.
31 Mart yalnızca Cumhur İttifakı değil tüm partiler açısından bazı belirsizliklere de sahiptir. Bu belirsizliğin en önemli sebebi ise ilk kez partilerin yerel seçimlere ittifaklar şeklinde girecek olmasıdır. Dolayısıyla çoğu büyükşehirde seçimler iki parti/blok arasında gerçekleşecektir. Böylelikle seçmenler alternatiflerin azlığı ve ideolojik olarak yakın hissettiği partilerin kendi şehrinde seçimlere girmemesi durumuyla karşılaşacaktır.
Bu noktada cevabı bilinmeyen en önemli soru seçmenlerin oy verme motivasyonunun bu durumdan nasıl etkileneceğidir. Türkiye’deki seçmen katılımı gelişmiş demokrasi ortalamalarının oldukça üzerinde bir seyir izlemektedir. Fakat yerel seçimlerde seçmen yaşadığı şehirde desteklediği partinin seçime girmemesi durumunda farklı bir oy verme motivasyonuna ihtiyaç duyacaktır. Bu da tüm partiler açısından değerlendirilmesi ve çözüm üretilmesi gereken bir sorundur.
Sonuç olarak 31 Mart yerel seçimleri özellikle büyükşehirler üzerinden ittifaklar arası bir rekabete sahne olacaktır. Cumhur İttifakı ise gerek kurulma amacı ve misyonu gerekse sahip olduğu fırsatlar ve imkanlar açısından avantajlı konumdadır. Öte yandan yerel seçimlerde ilk kez ittifak yapılacak olması ve seçmenlerin bu duruma nasıl karşılık vereceği belirsizdir. Her ne kadar 24 Haziran bu konuda bazı ipuçları verse de yerel seçimlerin belediyecilik anlamında sahip olduğu kendi dinamikleri partilerin bazı sürprizlerle karşılaşması sonucunu doğurabilir.