Literatürde demokrasinin farklı tanımları yapılmakta ve demokratik rejimlerin özellikleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Ancak buna rağmen bir ülkenin demokratik bir rejime sahip olduğunun kabulü için birtakım asgari unsurların varlığından söz edilmektedir. Bunlar genellikle üç başlık altında ifade edilmektedir: (i) temel siyasi karar organlarının genel oya dayanan serbest seçimlerle belirlenmesi, (ii) serbestçe örgütlenip iktidar için adil şartlarda yarışan siyasi partilerin varlığı, (iii) temel kamu haklarının tanınmış ve hukuken güvence altına alınmış olması. Kısaca bu koşulları serbest seçimler, çok partili yarış, temel hak ve özgürlükler şeklinde özetlemek mümkündür.
Buna göre demokrasinin birinci koşulu yöneticilerin yönetilenler tarafından serbest ve dürüst seçimler yoluyla seçilmesidir. Eğer seçmenin iradesini ortaya çıkaracak şekilde güvenli, dürüst ve adil seçimler yapılamıyorsa artık demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Geçtiğimiz yüzyıllar boyunca seçimlerin serbestliği ve güvenliğini sağlamaya dönük çok sayıda ilke ve kurum geliştirilmiştir. Genel oy, eşit oy, tek dereceli seçim, bireysel oy, kişisel oy, gizli oy, açık sayım ve döküm ve yargı denetimi bu ilkelerin ilk akla gelenleridir. Seçimlerin seçmenin özgür iradesini açığa çıkaracak şekilde yapılması amacına dönük bu ilkeler uzun yıllara dayanan tecrübeler sonrasında gelişmiş ve yerleşmiştir. Artık bütün demokratik ülkelerin anayasa ve seçim yasalarında bu ilkelerin yer aldığı söylenebilir.
Nitekim 1982 Anayasası da seçimlerin dürüstlüğü ve güvenliğini sağlamak amacıyla 67. maddenin 2. fıkrasında benzer ilkeleri şu şekilde ifade etmiş ve Anayasal güvenceye kavuşturmuştur: “Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.” Ayrıca Anayasa’nın “Seçimlerin Genel Yönetimi ve Denetimi” başlıklı 79. maddesine göre “Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.” Seçimlerin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün işlemleri seçim yargısı yani Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yürütür.
Türkiye’de diğer Batı demokrasilerinde olduğu gibi seçimlerin sadece denetimi değil yönetimi de bağımsız yargı organları eliyle yürütülmektedir. Seçim uyuşmazlıklarının yargısal çözümünün olması demokratik rejimler için zorunlu bir yöntem olarak görülse de seçimlerin siyasi veya idari organlar tarafından yönetilmesi doğaldır. Oysaki Türkiye’de daha ileri bir güvence sağlanmış ve seçimlerin yönetimi de denetimi de bağımsız yargı organlarına tanınmıştır. 1961 ve 1982 anayasalarının her ikisi de seçimlerin yargının yönetimi ve denetimi altında yapılacağını düzenlemiştir.
1946’daki şaibeli seçimler bir kenara bırakılırsa, Osmanlı tecrübesinden sonra Türkiye ilk defa çok partili serbest seçimleri 1950’de yapmıştır. YSK o seçimlerden hemen önce kurulmuş, seçimlerin yönetimi ve denetimini üstlenmiştir. Bu tarihten beri seçimlerin güvenliğini ve dürüstlüğünü sağlayan iki temel güvence siyasetin seçim tecrübesi ve kurumsal güvencelerdir. Kurumsal güvenceler özet olarak söylenirse anayasa ve seçim kanunlarındaki ilkeler ile seçim yargısıdır. Ayrıca yetmiş yıla yaklaşan süre boyunca YSK kapsamlı bir seçim hukuku içtihadı oluşturmuştur.
Anayasa’ya göre YSK üyeleri (7 asıl ve 4 yedek üye) herhangi bir siyasi müdahale olmaksızın Yargıtay ve Danıştay genel kurulları tarafından kendi üyeleri arasından seçilmektedir. Benzer bir yapı il ve ilçe seçim kurullarında da gerçekleşmektedir. Üç hakim üyeden oluşan il seçim kurullarına o ilde görevli en kıdemli hakim başkanlık eder ve siyasi partilerden birer temsilci de bulunur. İlçe seçim kurulları da yine ilçedeki en kıdemli hakimin başkanlığında, ikisi bu başkan tarafından kamu görevlileri arasından seçilen ve dört üyesi siyasi partilerden alınan toplam yedi üyeden oluşur. İtiraz ve şikayetleri karara bağlayan bu organlar itirazlar üzerine yapılan işlemleri de bizzat yönetmektedir. Örneğin yeniden yapılan sayımlarda ilçe seçim kurulu başkanlığında görevli memurlar, ilçe seçim kurulu başkanı ve parti temsilcileri yer almaktadır. Buna göre seçim süreçleri siyasi partilerin tam katılımı ve gözetimi altında bağımsız yargı tarafından yürütülmektedir.
İstanbul’da Olağan Süreç
31 Mart yerel seçimlerine ittifakların damga vurduğu, siyasi partilerin bazı şehirlerde içinde bulundukları ittifakın desteğiyle kendi oylarının çok üzerinde oya ulaştığı ve birbirine yakın oylar alındığı görüldü. Yakın sonuçlar büyük sayılara ulaşan geçersiz oylar ve birleştirme tutanaklarındaki maddi hatalar itirazları beraberinde getirdi. Bu sebeple İstanbul’da il birleştirme tutanağı seçimlerden ancak on yedi gün sonra oluşturulabildi ve Ekrem İmamoğlu’na mazbata verildi. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bir aydır devam eden bu olağan ve olağanüstü itirazlar seçim sürecinin doğal bir parçasıydı.
Bu seçimde gerçekleşen itirazlar ve bunlar üzerine yapılan işlemler ilk defa olan ve daha önce görülmemiş durumlar değildir. Bütün seçimlerde –partiler ve adaylar arasında büyük farkların olduğu zamanlarda dahi– itirazlar olmuş ve oyların yeniden sayımından seçimlerin iptaline kadar çok çeşitli kararlar verilmiştir. Hatırlanacak olursa 2014 yerel seçimlerinde Ankara’daki oy farkı yüzde 1 olup beş yıl boyunca bu sonuçlar tartışılmış ardından Anayasa Mahkemesine ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuştur. Bu seçimde dahi Mansur Yavaş’ın 2014 seçimlerine atıfla “Hak yerini bulacak” sloganını kullandığı görülmüştür. 31 Mart seçimlerinde ise İstanbul’daki oy farkı sadece binde iki civarında kalmıştır. Böylesine küçük bir farkın ve çok sayıda usulsüzlük iddiasının olduğu bir seçimde itiraz ve şikayetlerin olmaması imkansızdır. Önemli olan sürecin Anayasal ve yasal çerçeve içerisinde yetkili bağımsız seçim yargısı tarafından ve partilerin gözetiminde yürütülmesidir. Görüldüğü kadarıyla süreç seçim hukukunun gerekleri doğrultusunda işliyor ve AK Parti’nin bazı itirazları kabul edilirken bazıları da reddediliyor.
Olağan itiraz sürecinde oy farkının 27 binlerden 13 bin 729’a düşmesi AK Parti’nin olağan itiraz sürecindeki taleplerinin haklılığını göstermektedir. AK Parti seçimin sonuçlarına etki ettiğini düşündüğü dokuz başlıkta olağanüstü itiraz başvurusunda bulunmuştur. Bunlardan Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile ihraç edilenlerin oy kullanamayacağına ilişkin talep reddedilmiş ve diğer sekiz talep için ilçe seçim kurulları, Devlet Personel Başkanlığı ve mahkemeler gibi kurumlara yazılar yazılmıştır. Görüldüğü kadarıyla YSK gayet şeffaf bir şekilde süreci yürütmüş, itirazları almış ve incelenmeye değer bulduğu itirazların doğruluğunu ve belgelerini teyit etmek için ilgili kurumlardan bilgi ve belge istemiştir.
AK Parti’nin sekiz itiraz başlığı özetle şunlardır:
1. Oy sayım ve döküm cetvellerindeki usulsüzlükler
2. Oy sayım ve döküm cetvelleri ile sandık sonuç tutanakları arasındaki usulsüzlükler (oy kaydırmaları)
3. Sandık sonuç tutanaklarının Kanun’a ve YSK Genelgesi’ne aykırı düzenlenmiş olması
4. Geçerli ve geçersiz sayılan oylardaki usulsüzlükler
5. Kayıp oy pusulaları
6. Oy kullanan seçmen sayıları ile sandık sonuç tutanakları arasındaki uyumsuzluklar
7. Oy kullanamayacak kısıtlılar tarafından veya ölüler adına kullanılan oylar ve mükerrer seçmen kayıtları
8. Sandık kurullarının oluşturulmasına dair Kanun’a aykırılıklar
Bu iddialar geçmişteki çok sayıda seçimde iptal kararlarında yer alan gerekçelere benzemektedir. 2014 seçimlerindeki oy kullanmaması gereken kısıtlı seçmenler sebebiyle iptal edilen Yalova seçimleri ve delik oy pusulası torbasındaki kayıp pusulalar sebebiyle iptal edilen Ağrı seçimleri en yakın örneklerdir. Bu aşamada YSK bu iddiaların gerçekliğini ve delillerini tespit etmek amacıyla yazışmalar yapmaktadır. Gelen bilgi ve belgelere göre seçim sonuçlarına etki edecek derecede usulsüzlükler tespit ederse seçimleri iptal edecektir. Böyle bir tespiti olmazsa itirazları reddedecek ve sonuçları kesinleştirecektir. YSK’nın şeffaf ve yasal çerçevede yürüttüğü bu süreç seçimler üzerindeki şaibelerin sonlandırılması, milli iradenin mahalli idarelere daha sağlıklı şekilde yansıması ve seçimlere olan güvenin tesisi açısından son derece önemlidir. O sebeple Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vurguladığı gibi süreç sonunda YSK her ne karar verirse saygı duymak gerekecektir.